Stefan Zweig – Calvine Karşı Castello (Ya Da Köleliğe Karşı Özgür Düşünce)

ÇiuiyazıtâH yaşadığımız dünyada tüm toplumsal süreçleri belirleyen eşitsizlikçi-egemenlikçi sistemlerle arasına eleştirel bir uzaklık koymayı niyet edinmiş metinleri yayınlıyor. Kamera dizisi, sistemin günlük yaşamda ürettiği değişik toplumsal, siyasal, kültürel, ideolojik pratikleri takibe alıyor. Bu pratikleri daha iyi anlamayı, eleştirel bir irdelemeden geçirmeyi ve egemenlik karşıtı/eşitlikçi ütopyalar içinden alternatifler önermeyi tasarlayan belge, anlatı, günce, tanıklık vb. metinler Kamera’nın kaydedeceği yazılar arasında. Yüzyılımızın en önemli yazarlarından, biyografi ustası Stefan Zweig, bizi 16. yüzyıla götürüyor. Avrupa, reform sürecinin çalkantılarını yaşamaktadır. Yüzlerce yıl Avrupa halklarının üzerine bir karabasan gibi çöken Katolik Kilisesi’ne karşı Luther’in öncülüğünde başlayan isyan dalga dalga yayılmış, bütün Kuzey Avrupa’yı sarsmıştır. İnsanlar birbirlerini kırmakta, boğazlamaktadır. Yükselen halk hareketi, Protestanlığa ilerici bir rol yüklemiş, özgürlük talebinin simgesi haline getirmiştir. Ama bu yeni mezhebin kurumlaşmasıyla birlikte, durumun öyle olmadığı yavaş yavaş açığa çıkar. Protestanlık, doğal ekonomik süreçleri parçalayarak yükselen kapitalist ilişkilerin bir yansıması, bu sistemin ihtiyaçlarına göre Katolikliğin biçimlenmesidir. Nitekim kurumlaşmaya başladığı andan başlayarak, onun da gerici yüzü açığa çıkar, sistemin yerleşmesine ve gelişmesine muhalif girişimlere ve her şeyden önce de özgürlüğe o da karşıdır. Calvin, reformizmin en önemli adlarından biri ve hatta kurumlaşma süreci bağlamında en önemli adıydı. Kurguladığı teokratik devleti uygulama alanı olarak Fransız olmasına rağmen, Cenevre kentini seçmiş, kentte oluşan iktidar boşluğunu kendi lehine değerlendirmişti.


Amacı, Roma Kilisesi nasıl Katolikliğin kalbiyse, Cenevre Kilisesi’ni de Protestanlığın merkezi yapmak, yeni mezhebi bu çerçevede yeniden örgütlemek, bütün Avrupa’ya hükmetmekti. Siyasal erkle tanıştığı andan başlayarak, gerici, bağnaz yüzü açığa çıktı. Her türlü karşı sesi bastıran, değil karşı hareketi, ters bir kımıltıyı, bir gölgeyi bile acımasızca ezen bir diktatördü o ve işi salt kendi yorumlarına ters şeyler söyledi diye, Servet adlı bir teoloğu yaktırmaya kadar götürdü. Bir zamanlar teşhir ettiği “suç”ları şimdi kendisi işliyordu. Potansiyel bir tehlike olarak gördüğü ve Cenevre’den sürdürdüğü Castellio, bu gidişe karşı çıktı. Onları diktatörlükle, ikiyüzlülükle ve giderek katillikle suçladı. Ama o noktada da kalmadı, suçlamalarını genel bir insanlık savunmasına dönüştürdü; özgür düşünceden, erdemden ve ilerlemeden yana durdu. Calvinci büyük karanlığın karşısında bir meşaleydi, aydınlığın simgesi haline geldi. Castellio insanları uyarıyor, yaklaşan tehlikelerden söz ediyordu. Kurumlaşmış ve iktidarla bütünleşmiş bir Protestanlık, yani Calvin’in getirdiği yorum, Katoliklik kadar zararlıydı, insanları Katoliklikten uzaklaştıran nedenler sürüyor, üstelik nefret tohumları ekiyordu, inanç özgürlüğünün karşısına, despotizmi çıkarıyordu. Nitekim uyarılan doğru çıktı. Avrupa büyük savaşlara sahne oldu. Binlerce insanın katledildiği “Saint Barthelemy Katliamı”, bu bitmeyen kavgalardan yalnızca biridir. Zvveig, büyütecini o sürece tutuyor ve adı azize çıkmış bir diktatörle, tarihi yapan o gerçek kahramanlardan birini tanıtıyor. İnsan yeri geldiğinde tek başınada olsa teslim olmamayı, evrensel değerleri savunm ayı bedeli ne olursa olsun göze alabilm eliydi.

Z w eig’in Calvin-Castellio çatışm asını anlatırken, Avrupa’yı faşizme karşı uyarmak istediğini söyleyebiliriz. Faşizmin iktidarıyla birlikte Almanya ve A vusturya’da sanatçılar arasında iki eğilim açığa çıkmıştı. Bir kısmı sürgünü seçmiş ve dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardı. Bir kısmı ise ülke içinde kalmış­ lardı, ama faşizmle de uzlaşmamışlardı, muhalefetlerini orada sürdürmeye çalışıyorlardı. Çoğunun sonu trajik oldu. Zweig, ilk grupta yer alıyordu. Daha 1933 yılında, Avusturya henüz Alm anya’ya ilhak etmeden önce Naziler A lm anya’da iktidarı ele geçirdikten bir süre sonra, ülkesini terketm işti. Karısı Friederike onunla birlikte değildi. Zweig, sürgüne gittikten bir süre sonra, Nazilerin bu kez Avusturya’da iktidara gelmeleri ve A lm anya’ya katılmaları uzun sürmedi. Sürgündeki sanatçılar, aralarında çeşitli örgütler kuruyor, faşizm i teşhir etmeye, A vrupa’yı yükselen tehlikeye karşı uyarmaya çalışıyorlardı. Ne yazık ki bu çabaları fazla etkili olmadı. Avrupa, ancak ateşe boğulunca faşizmin ne olduğunu anlayabildi. Zw eig’in bu dönemde yazdıkları, bu çerçevede, yani faşizmi teşhir etme çabasıyla birlikte değerlendirilirse anlam kazanır. Çeşitli tarihsel dönemlere eğilmiş, olayları bu yönde değerlendirmiş, karanlığa karşı aydınlığın, gericiliğe karşı ilericiliğin savunm asını bıkm adan yansıtm aya çalışm ış, eserlerine genel bir şiddet karşıtlığını, insanlık savunmasını hakim kılmış, evrensel bir özgürlük tutkusunu temel izleği haline getirmişti. Bunu, faşizme karşı Avrupa kültürünü savunma, onun hümanist yanlarını öne çıkarma biçiminde yürütüyordu.

Nitekim, bu kitabın sonuç bölümünde de diğer eserlerinde de bu durum görülür. Avrupa kültürü, bugün için abartılı bulunabilecek biçimde savunulm akta, gericiliğe karşı başlıca seçenek, insanlık gelişim inin ulaştığı en yüksek düzey biçim inde ifade edilmektedir. Gerçekte, birleşm iş ve hüm anist değerlerin hakim olduğu bir Avrupa, Zw eig’in büyük tutkusuydu. Yeri geldiğinde bir politikacı gibi Avrupa ülkelerini dolaşır, sınırların kalktığı bir Avrupa yolunda, öncelikle sanatçıları ve bilim insanlarını yan yana getirmeye çalışırdı. Birleşmenin, kültürel birleşmeden geçeceğine inanıyordu. Tarihsel olayları bir roman akıcılığında anlatması, olayların akışına sık sık çarpıcı göndermelerle, hüm anist yorum larla, aforizm alarla girm esi, ona benzersiz bir üslup ve büyük şöhret kazandırm ış, A vusturya E d eb iy atı’nın yaşayan en önem li adı yapmıştı. Kişiliği gereği, ilk bakışta farkedilmeyeni açığa çıkarıyor, yerine oturtuyor ve o noktada da kalmayarak, yaşanan süreci aydınlatıcı sonuçlan bilinç düzeyine çıkanyordu. Olayların kahramanlarını psikolojik durumlarıyla, bu psikolojiyi doğuran koşullarla birlikte ifade etme yeteneğine sahipti. Zweig’ın aşırı derecede içe dönük yapısı, genellikle başlıca kişisel özelliklerinden biri olarak kabul edilir. Sık sık hastalıklı bir duyarlılığa dönüşen bu yanı, intihar etmesinin de başlıca nedeni biçiminde görülebilir. Pek çok Alman sanatçı gibi o da, faşizmin askeri başarılan karşısında aşın bir umutsuzluğa düşmüştü. Faşizm, bir anlamda onlann hayatlannı çalmıştı. Yatan haini ilan edilmiş, eserleri yakılmış, yıkılmıştı. Sürgünde de sorunlar, sıkıntılar bitmiyordu. Fa­ şist yükseliş diğer ülkeleri de etkilemiş, o ülkelerde yandaşlar bulmuştu.

Bu yandaşlar ve Gestapo, sürekli biçimde sürgünleri taciz ediyordu. Çoğu kez de Almanya diplomatiğe baskdarla sanatçıları engellemekteydi. Faşist işgal yaygınlaştıkça yeni ülkelere geçmek zorunda kalıyorlardı. Daha önceden sığındıkları ülkeler işgal edildiğinde kaçmayı başaramayanlar, toplama kamplarına gönderiliyor, öldürülüyordu. Sonuçta, aşama aşama, sürüle sürüle denizaşırı ülkelere kadar gitmek zorunda kalmışlardı. Örneğin sürgün rüzgarları, Zw eig’i Brezilya’ya kadar savurmuştu. Bu dönem intihar eden tek Alman ya da AvusturyalI sanatçı Zweig değildir. Tucholsky, Nekolaus gibi önem li sanatçıların da aralarında bulunduğu pek çok insan aynı yolu seçti. Japonların Almanya yanında savaşa girerek Pearl Haurbor’a saldırmaları ve onların da Alm anya’ya benzer biçimde askeri başarılar elde etmeleri, umutsuzluğu iyice arttırmıştı. Faşizmin dünyaya hakim olması olasılığını düşünmek bile bir kabustu. Zw eig’in, sevgilisi Lott Altm an’la birlikte intihar etmesi, gerçekte faşizmin ve aynı zamanda bu insanlık düşmanı sistemi algılamamakta inat edenlerin, politikacılığın, oportünizmin bir protestosuydu. Ölüm, faşistlerin yönlendirdiği bir dünyadan daha sıcak görünüyordu. Calvin’e karşı Castellio, yeldeğirmenine karşı Don Kişot, Alman faşizm ine karşı sanatçılar, zülm e karşı insanlık, şiddete karşı sevgi, savaşa karşı barış…. yüzyıllardır süren kargaşadır, insanlık tarihi… Bu kitabı, düşüncelerinden dolayı cezaevlerinde veya m ahkem e kapılarında bekleyen insanlarım ıza arm ağan ediyoruz. Ç iviyazıları “Bizden sonraki nesiller, bir kez ortalık aydınlandıktan sonra, nasıl tekrar böylesine göz gözü görmez bir karanlıkta yaşamak zorunda kaldığım ızı anlayacaklardır.

” Castellio, “De arte dubitandi ” 1562 “ C e lu i q u i t o m b e o b s t in é e n s o n cou rage, q u i, pour q u elq u e danger d e la m ort v o isin e , ne relâch e aucun point de so n a ssu ra n ce, qui regard e e n c o r e , en rendant l’â m e , so n e n n e m i d ’u n e v u e ferm e et d é d a ig n e u se , il e st battu, non p as d e n o u s, m a is d e la fortune; il est tué, non pas v ain cu : les p lu s v a illa n ts son t parfois les plus infortunés. A u ssi y a -t-il d es pertes trio m p h a n te s à l ’e n v i d es v ic to ir e s…”* M ontaigne “File karşı sivrisinek”; ilk bakışta Calvin’e karşı polemiğinin Basel baskısında kendi el yazısıyla yer alan bu yazı biraz tuhaf bir etki bırakır; insan bunun da bilinen hümanist abartılardan biri olduğunu sanabilir. Ne var ki C astellio’nun bu sözleri ne abartma, ne de ironiydi. Bu yürekli adam böylesine çarpıcı sözlerle, arkadaşı A m erbach’a, Calvin’i resmen, fanatik haklı çıkma arzusuyla bir insanı, dolayısıyla da reformasyonun vicdan özgürlüğünü öldürmekle suçlarken kime meydan okuduğunun son derece trajik biçimde farkında olduğunu anlatmak istiyordu. Castellio, bu tehlikeli döğüş için (*) “Cesaretinde ayak direyen, ölüm kapıya dayanm ışken dahi güven liği hiçbir biçim de elden bırakmayan, ruhunu teslim ederken bile düşm anına kararlı ve küçüm seyici gözlerle bakan kişi b ize değil yazgısına m ağlup olmuştur; ö ldürülmüştür, ama yenilm em iştir: En kahramanlar bazen en talihsiz olanlardır. D eğerli zaferlerınkiyle yarışan m uzaffer yen ilgiler vardır.” kalem ini mızrak gibi kaldırdığı ilk andan itibaren, zırhlara bürünmüş bir diktatörün egemenliğine karşı her türlü düşünsel mücadelenin ne kadar umutsuz olduğunu, dolayısıyla da kalkıştığı işin çaresizliğini çok iyi bilmekteydi. Çünkü, arkasına binlerce, onbinlerce kişiyi almış, üstelik devlet erkinin askeri aygıtını da elinde bulunduran, ayrıca henüz denenmemiş olan Calvin’e karşı tek başına nasıl savaşabilir, onu nasıl yenilgiye uğratabilirdi! Mükemmel örgütleme tekniği sayesinde Calvin, o zamana kadar binlerce özgür yurttaşın yaşadığı bu kenti cansız bir itaat makinesine dönüştürmeyi, her türlü bağımsız iradeyi yok etmeyi, düşünce özgürlüğünü, kendi öğretisini dayatma uğruna gaspetmeyi başarmıştı. Artık kent ve devlet içinde erk sahibi her şey, bütün kurumlar ve yetkiler, Belediye Meclisi, Kardinaller Meclisi, Üniversite ve mahkeme, maliye ve ahlak, rahipler, okullar, polis, hapishaneler, yazılan, söylenen, hatta gizlice fısıldanan sözcükler bile onun egem enliği altındadır. Öğretisi yasa olmuştur, bu öğretiye karşı en yumuşak itirazı göze alanları bile zindan, sürgün ya da odun yığını bekler; bunlar, her türlü tartışmanın işini bitiren, bütün düşünsel zorbalıkların en iyi argümanlarıdır. Aynı durum Cenevre’de de gerçekleşmiş, peygamberi de Calvin olmuştur. Ne var ki bu korkunç adamın korkunç iktidarı kent sınırlarının epeyce ötesine taşar; feodal İsviçre kentleri, Calvin’i, en önemli siyasal müttefik olarak görürler; dünya Protestanlığı H ıristiyanlığın bu virtüözünü düşünsel komutan seçmiştir kendisine; prensler ve krallar, Romalıların yanında, Avrupa’da Hıristiyanlığın en güçlü örgütünü kurmuş olan bu kilise liderinin teveccühünü kazanmak için uğraşırlar

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir