Sukran Kurdakul – Olumsuzlerle

Şiirleri toplu olarak karşımızdaysa, bir ozanla yüz yüzeyiz demektir. Ortaya, her şeyden önce, bir görüntü çıkıyor çünkü. Şiire baktığımızda ozanı görüyoruz, ozana baktığımızda ise şiire götüren hazırlığı ve şiiri yoğuran eğilimlerin ipuçlarını. Şiirleri dönem dönem, kitap kitap okumaya başladığımızda, bu görüntü aşama aşama ilerliyor, çizgileri birbirine ekleyerek bir bütüne ulaşıyor. Dokunan bir kumaşın, içerdiği desenlerle ortaya çıkıvermesi gibi. Şükran Kurdakul’un şiirlerini topluca okuyunca da öyle oldu. Yayınlandığı yıllarda tek tek okuduğum kitaplar ya da zaman zaman çeşitli vesilelerle karşılaştığım şiirler, bu kez bir arada ve ortak bir görüntüyü oluşturarak çıktı karşıma. 50 yılı aşkın bir süreye ve bu sürenin getirdiği birikime bakarken, öncelikle bir ozanı görmüş oldum. Yıllar boyunca kafamda yer eden çizgileri birbirine bağlayarak onu yeniden ve bir bütün içinde görmemi sağladı. Şiirle ozan arasındaki karşılıklı ilişki, belirleyicilik açısından da iç içe. Soruyoruz: Nasıl bir ozan tasarımı şiire götürdü Kurdakul’u? Yazdığı şiiri görmek, bu soruya verilecek yanıta da bağlı. Nitekim onun tasarımında geleneksel çizgi çok açık. Topluma yoğun bir yurt ve insan sevgisiyle bakan, siyasal ve toplumsal mücadelede söz ve sorumluluk sahibi olan kavgacı ozanların izini sürüyor. O yüzden de ona baktığımızda bir yandan Namık Kemal’i, Tevfik Fikret’i, bir yandan da Nâzım Hikmet’i görmemiz olası. Öte yandan, geleneksel çizgi; ses gibi, söyleyiş gibi, duyguya yer veriş gibi daha çok estetikle ilgili alanlarda da geçerli. Hem Divan, hem Halk Şiiri geleneğinin, hem de Yahya Kemal’le gerçekleşen şiir dili oluşumunun uzantısı içinde yer alıyor yazdıkları. Aynı zamanda, düşüncelerinin adamı olmakla duygularının adamı olmak arasında sürüp gidecek bir çatışmanın da habercisi. Görme olanağı bulamadığımız, toplu şiirler dizisinde yer almayan, buna karşılık kimi değerlendirme yazılarından edindiğimiz izlenimle baktığımızda Kurdakul’un ilk şiirleri, çocukluk ve ilkgençlik yıllarından getirdiği kimi özellikleri yansıtıyor. Heceyle yazılmış bu şiirleri Asım Bezirci “bireyci, romantik, karamsar” diye nitelemektedir. Ama onların asıl üzerinde durulması gereken yanı, babasız büyümenin etkileriyle kırılgan bir çocukluk dünyasından, babanın kurtuluş savaşında yer aldığını, “kaç cephenin savaşçısı” olduğunu öğrenmekle yüklenilen sorumluluk duygusundan haber veriyor olması. Aynı belirtinin bir başka yansımasını, Kurdakul’un lise çağında siyasal kimlik kazanması ve tutuklanıp yargılanmasında da görmek olanaklı. Ozanlığının bugünkü görüntüsüne doğru ilk adımları içeren Giderayak (1956) ve Nice Kaygılardan Sonra (1963) kitaplarında çocukluk ve ilkgençlik yıllarından taşıdığı duyarlık da, erken edinilen sorumluluk duygusuyla ulaştığı siyasal kimlik de gelişme gösteriyor. Bireyci duygulanımların yerini, toplumcu/siyasal kimlik yüzünden yaşadığı “eylem yolu bulamayan, sıkıştırılan, ama inancından vazgeçemeyen ülkücü bir kişi”nin duygu evreni almıştır. Çektiği çileyi olduğu gibi gösterdiği direnci de içinde barındıran bu “kendinden söz ediş” dönemi, dolaylı anlatım yoluyla olsa bile, toplumsal sancıları, yozlaşma belirtilerini yansıtmaktan geri durmaz. Bu şiirler, aynı zamanda, sözünü daha önce ettiğimiz çatışmanın ve ona bağlı olarak arayışına girilen dengenin de su yüzüne vurmasını sağlamıştır. Kurdakul’un, sanat yaşamı boyunca, düşüncelerinin adamı olmakla duygularının adamı olmak arasında kurmaya çalıştığı denge, bu dönemdeki şiirlerde duyguların ağır basmasına engel olamaz. 1960 sonrası verimine baktığımızda ise, bunun tersini görürüz. Düşüncelerinin adamı olma, Şükran Kurdakul’u bir siyasal parti (TİP) içinde etkin olarak görev almaya götürdüğü gibi, bu dönemde yayınlanan İzmir’in İçinde Amerikan Neferi (1965) ve Halk Orduları (1969) kitaplarında bir eylem adamının kitleleri harekete geçirmeye yönelik yüksek sesli söylemine de bürünür. Buraya kadar, ozanın görüntüsünde öne çıkan; yolunu izlediği mücadeleci ozan geleneğinin, gerek içerikte gerek söyleyişte taşıdığı genel özelliklerdir. Şiirin ezberlenir olmasını, akılda kalmasını istediğinden sese önem verir. “Duygusal niteliğini yitirmiş bir şiirin etkileme gücü kalmayacağı”na inandığından, “zekâ ve düşüncesinin buyurduğunu duygusal içlemi”ne yedirecek, bu içlemi “imgeleştirerek söyleyecek”tir. Ancak o zaman, insanın içinde “bir silâh arkadaşı gibi yaşar” şiir; uçurumun dibinde ayağı kaydığında ya da bunaldığında insanı “kolundan tutar, kaldırır, doğrultur, yüreklendirir”. Bu genel özellikleri içermenin yanı sıra, Kurdakul’un şiirinde “ulusal bağımsızlık”, “Kuvayı Milliye ruhu” gibi kavramlarla “yurtsever coşku” öğeleri öne çıkar. Topluma bakışında olsun, siyasal mücadeleye katılışında olsun bu şiire egemen “İkinci Kurtuluş” düşüncesi, “Kuvayı Milliye heyecanı”nda eritilerek aktarılmak istenir. 1970’in başında, Şükran Kurdakul parti çalışmasından, etkin siyasal yaşamdan çekilmiştir artık. Ama “Sen niye siyasal savaşımın içinde yoksun” sorusunu soracaktır kendi kendine. Yanıt verebilmek için de bir yandan yazar örgütlerinde çalışmaya, bir yandan da tarihsel maddeci yöntemi kullandığı edebiyat tarihi alanındaki yapıtı hazırlamaya yönelecektir. Bu dönem, aynı zamanda, Kurdakul’un yaşadığı çatışmada ortaya çıkacak bir dengenin ipuçlarını da barındırır içinde. 1970-76 arasında dergilerde çıkan şiirlerini bir araya toplamış bulunan Acılar Dönemi (1976) kitabı, mücadele içindeki insanın duygularıyla ve etkin mücadelenin temelinde yer alan düşüncelerle bizi ve kendini bir kez daha yüz yüze getiren bir iç yolculuk serüvenidir. Dört bölümden oluşan kitabın “Acılar Dönemi” adlı ilk bölümü bir dizi toplumsal/siyasal eylemin yaşandığı acılı bir dönemin tanıklığına ayrılır. Ozan bu dönemden “ellerini kirletmeden” geçmiştir. Yolculuğuna, bunca yıl “şiirin, kardeşliğin, kavganın” avuçlarında biriktirdiği ne varsa “armağan” ederek başlar: Işık, sabır, aşk, direnç, sevgi. “Yaşadıkça” adlı ikinci bölüm, sonuca varmak için hangi yollardan geçtiğini, oluşumunda hangi kaynakların yer aldığını bir kez daha anımsatır. İlk uğrak, “İşgal edilmiş bir İstanbul’a karşı / Gözleriyle isyan ediyor gözlerimde” dediği babası Şehreminli Mehmet Salih Binbaşı’nın damgasını taşıyan çocukluk yıllarıdır. Onun “kalpağında, bakışında, mavzerinde” duyduğu acılar ve çağrışımlar, sonradan bütün yaşamını etkileyecek duygu evreninin, düşüncesine ivme kazandıracak sorumluluk anlayışının kilidini açmıştır çünkü. İlkgençlikte tanıştığı hapislikten ise, özgürlüğe nasıl geçileceğini öğrenmiştir. “Bir insandan bir insana” ulaşmanın yolu, çünkü “başka kavgalarda” daha önce “acımızı dokuyan tezgâhların ardında” durmuş olanlardan geçip gelmektedir. “Benden Bize” adlı üçüncü bölüm bu yolculukta yeni bir uğrağın habercisi sayılır. Bireysel gerçeklerin yeni aşamalara getirdiği sıkıntılı, daralmış mücadele insanının kendi psikolojisiyle bir hesaplaşmayı göze almasını yansıtır. “Saçların ağarmaya başladığı” öyle bir döneme girilmiştir ki, “dalgınlığa düşmeler”le, “yalnızlık aramalar”la yetinilmeyip bir süre “tükenme korkusu”yla boğuşulmuş, “anıları yaşama” hevesi bile kalmamıştır neredeyse. Bu yeni uğrak, hesaplaşmayı yapanın kendini “denizini arayan bir ırmak gibi” duymasıyla, yaşadığını “içine yazma”sıyla, “bir yalnızlığa yalnızlıkla karşı koyma”sıyla aşılacaktır. Umutlar yeniden ayağa kalkacaktır, çünkü o, ne varsa “içyüzlerini gizlemeden” bütün içtenliğiyle ortaya dökebilmiştir. “Ege Dalgaları” adını taşıyan son bölümde ozan, hesaplaşmayı bitirdikten sonra arınmayı başarmış olarak, içine girmekte olduğu döneme “yaşlanmış bir çocuğun gözleriyle” bakacağını açıklar. “Çocukluğu” gitmiştir, ama bu çocukluğun “duyarlığı” kalmıştır ona. Her şeye, özellikle bütün evreni maddeci bir yorumla içinde gördüğü doğaya bu duyarlıkla bakmaktadır artık. Çocukluğunu, ilkgençliğini yaşadığı Ege ise, Kurdakul için doğa’nın özel adıdır. Doğada dolaşırken, o yüzden, “Aradım, elimde bu gözleri kalan adamı / Çocukluğu, gençliği sokaklara çizilen” diyecektir. Bütün bunlar, Şürkan Kurdakul’un sanatında bir kendini yenileme girişiminin ipuçları sayılır aynı zamanda. O yüzden de, onun serüveninde bir eksen/kitap olarak görülmesi gereken Acılar Dönemi’nden sonra, yayınlandığı her kitapta yaşamı kucaklama sınırını biraz daha genişletmiş, ilgi alanlarına biraz daha çeşitlilik kazandırmıştır. Geçmişinden gelen ayrıntılar bu kitaplarda önemli bir yer tutmayı sürdürür. Yılların kazandırdığı değer birikimleri, yaklaşım yöntemleri sık sık yine su yüzüne vurur. Duygularının adamı olmaktan da, düşüncelerinin adamı olmaktan da uzaklaşmış değildir. Ama bir denge oluşmuştur bunların arasında. Coşkusu tükenmemiş; ancak sözcükleri köpürten bir yürek kabarmasının, bir duygu boşalımının yerini, zihinlerde dalgalanacak damıtık bir ürperti almıştır. Düşünce adamlığı da, düşünce temelindeki eylem adamlığı da eksilmemiş; ancak bir açıklama, bir ileti düzeyinden çıkıp seslendiği kişide düşünsel bir işlem yaratma çabasına dönüşmüştür. Kendisinin “şairce düşünme” dediği, yaşamla yüz yüze bırakma yöntemine. Aynı denge, şiirlerin biçim ve söyleyiş özellikleri bakımından da görülmektedir. Akılda kalma, ezberlenir olma isteği tümüyle ortadan kalkmasa da, akıcılığı bir ses coşkusuyla değil, ikili ve dörtlü dize kümeleriyle, geleneksel şiirin çok bilinen söyleyiş kalıplarıyla sağlamayı yeğlemektedir. Okuru sürükleyip götürecek, yine kendi deyimiyle söylersek “yerinden kaldırıp yürütecek” bir lirizm, giderek okurun zihnine aydınlık düşürecek ussal bir işleme dönüşmektedir. Benim okumamla bende oluşan Şükran Kurdakul görüntüsü bu. Kuşkusuz başka okumalarda değişebilir, yeni yeni çizgiler edinebilir. Onun gibi, her dönemde atılımı ve gelişimiyle üstünde konuşulacak bir ozanın bir tek görüntüsü olamaz. Bendeki olsa olsa bunlardan yalnız biridir.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir