Suna Kıraç – Omrumden Uzun Ideallerim Var

H ayatı bir MR makinesine benzetiyorum. Kendi isteğinizle kopkoyu bir tünele giriyorsunuz, kaygı dolu bir belirsizlik var. Bu tünelin sonunda size söyleneceklerden endişe ediyorsunuz. MR çalışmaya başlıyor. Önce sükıinet… ve sonra kulağı tırmalayan sesler, sesler giderek tizleşiyor. Adeta sabrınızı test ediyor. Bu tünelden çıkmak istiyorsunuz ancak sonrasına ilişkin beklentileriniz nedeniyle vazgeçemiyorsunuz. Sonra teşhis konuluyor, yeni dille “tanı”. İşte hayattaki alınyazısının da böyle oluştuğunu düşünüyorum. Belirsizlikle dolu bir tünel ve kimi zaman huzur, kimi zaman patırtı gürültü içinde geçen bir yaşam. Sonrasında kendini tanıma, kendinle barışık yaşama, belirsizliğin dağılması. Tünelden çıkıldığında ise tünelin teşhis ettiği o kadere boyun eğiş. 50 yaşı ge , 7tikten sonra insanda tuhaf bir “halet-i ruhiye”, “korku” başlıyor. Omrün kısaldığı, “öbür taraf”a yaklaşıldığı, doğal olarak sevdiklerimizin birer birer kaybedileceği düşünülüyor. Her gördüğüne “acaba bir daha görebilecek miyim” korkusuyla bakılıyor.


Geride bir şeyler bırakmak hevesi, kendi yaşamış olduklarının ilginç ve farklı olduğunu düşünme psikozuna giriliyor. Belirli bir yaştan sonra yaşanmışlıklar içinde en çok, paylaşılan güzelliklerin veya anıların önemli olduğu daha iyi ortaya çıkıyor, daha çok fark ediliyor. 13 ÖMRÜMDEN UZUN İDEALLERİM VAR Özellikle orta yaştan sonra insanların çoğu böyle bir dönem yaşıyor. Bu psikoloji, kimilerinde gelip geçiyor, kimileri ise bu sorgulamanın ardından hayatta diğerlerinden farklı bir kıvılcım yakalıyorlar ve kendileriyle özdeşleştirilebilecek, yaşamı anlamlı kılacak bir misyon buluyorlar. Bu keşif insanın ukemale erişi”ni temsil ediyor. Kendimi, misyonunu bulmuşlardan kabul ediyorum. Bu misyonu Antalya’da Suna İnan Kıraç Eğitim Parkı’nın açılış töreninde sağlık sorunlarım nedeniyle orada olamadığım için kızım İpek tarafından okunan metinde, bir cümle ile şöyle ifade etmiştim: “Ömrümden uzun ideallerim var:” Bu hedeflerin neler olduğunu ve ne kadarını gerçekleştirdiğimi ise ileriki sayfalarda sizlerle paylaşacağım. Gençliğimde vakit geçirmek için daha çok merak ettiğim kitapları okurdum. O dönemde kitaplar konusunda pek seçici olduğum sölenemez. Oysa daha ileri yaşlarda, anı kitaplarını okumaya başladım. Gün geçtikçe bu işe merak sardım. Okuduğum anıların bir bölümünde aşırı edebi ve renkli olma veya alışılagelmişliğin dışında olma kaygısı galebe çaldığı için o yaşam öyküsünün en yapısal parçası olması gereken aile, anlaşılması güç bir ilişkiler yumağına dönüştürülüyor. Benim böyle bir kaygım yok. Bu kitapta kendimle birlikte “bir Ankaralı aile”nin öyküsünü anlatmaya çalışacağım. O nedenle açık, şeffaf ve sizlerin zaman zaman geriye dönüp, “kim kimin nesiydi” diye yoruJmayacağınız, anlaşılır ama en önemlisi dürüst bir üslubu benimseyeceğim.

Bulduğumu düşündüğüm misyonu ve bu misyonun ülkemiz ve gençliğimiz için ne ifade ettiğini sizlerle paylaşacağım. Aşklarla, olaylar ve skandallarla dolu, ilginç bir aile yapımız olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak Osmanlı’dan sonra aristokrasisi olmayan ülkemizde, yaşam stili farklılık yaratan ama Türk sanayisi ve iş dünyasında öncü ve her zaman zirvede kalan bir ailenin öyküsünü -babam Vehbi Koç’ tan sonra- bu defa ikinci kuşak üyelerinin birinden okuyacaksınız. 14 Bir Yaşam Öyküsü / ı. Perde Okuyacaklarınız beni, Suna Kıraç’ı ve onun dünyasını sizlerle paylaşıyor. Bu paylaşımın, başta bu ülkenin nüfusunun yarısını oluşturan kadınlarımıza, gençlerimize, iş dünyasının parlayan yeni yıldızlarına, sayıları yüz binleri bulan evlatlarım için yol gösterici, ufuk açıcı olmasını diliyorum. Bu kitabın ortaya çıkmasında katkısı olan isimler var. Anılarımı, notlarımı ve ortak yaşadıklarımızı titizlikle ayıklayan bir yazı kurulu olmasa bu kitap ortaya çıkmazdı. İlk teşekkürüm sevgili eşim İnan Kıraç’a. Her yaş günümde bana olan sevgisini yaşattığı sürprizlerle gösteren İnan, 65. yaşım için bu defa kitap projesi ile karşıma çıktı. Onun iradesi ve ısrarı ile kitap için yola çıkıldı. Koç Topluluğu’nda ve Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nda uzun yıllar birlikte çalıştığım “yol arkadaşım” Cengiz Solakoğlu biriktirdiğim notlara çeki düzen verdi ve kitap için her hafta yapılan toplantılarda sağduyunun sesi oldu. Koç Holding’deki sekreterim ve en güvendiğim isimlerden biri olan Ender Bağcıvan, yazılı arşivimi titizlikle ayıklayarak kitapta kullanılabilecek olanları seçti ve “Suna’nın Gözleri” belgeselinde araştırma ve metin yazımını üstlenen Rıdvan Akar bu kitabı yayına hazırladı. Hepsine teşekkür ediyorum.

ıs Birinci Bölüm Suna Kıraç’ın kaleminden: Bir yaşam öyküsü 1. perde Bir Yaşam Öyküsü / \. Perde Ailem ve yaptığım “sürpriz” K oçzadeler, Ankara’nın köklü aileleri içinde yer alırdı. Babam Vehbi Koç’un baba tarafından 270 yıllık, babasının ana tarafının Hacı Bayram-ı Veli ailesine mensubiyeti dolayısıyla 630 küsur senelik şeceresi tespit edildi. Büyükbabam Koçzi’ıde Naci Mustafa, Tali Vll’nci koldan Mustafa Baba’nın torunu Necibe Koç’un oğludur. Büyükbabam KoçzMe Hacı Mustafa ilim yolunu seçmiş, ticaretle hiç meşgul olmamış, okumayı seven, medrese mezunu ve çok dindar bir kişiymiş. Vaktinin çoğunu evde kitap okuyarak ve ibadet ederek geçirirmiş. Büyük dedem, tüccar Hacı Mehmet Efendi’den kalan gayrimenkullerin kirası ile geçinirmiş. Mütevazı bir yaşantıları varmış. Babamın tüccar olmasında babasının mesleki bir etkisi olmamış. Fakat ahlak, karakter ve aile bağı bakımından üzerindeki etkisi çok büyük olmuş. Aile büyüğünün sözü kayıtsız şartsız dinlenir, onun gösterdiği yoldan çıkılmazmış. Babam Vehbi Koç, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, doğrudan ayrılmamak, “Allah”a bağlılık, başkalarına zarar vermemek, daima iyi dost seçmek, bütçeye göre masraf yapmak, kazancın bir kısmını artırmak gibi olumlu hasletleri büyükbabamdan öğrendi. Biz çocuklarını da aynı şekilde yetiştirmeye özen gösterdi. Annem Sadberk Koç da Hacı Bayram-ı Veli soyundan Müderriszıideler adıyla anılan VIIL koldan Sadullah Efendi’nin kızı Necibe Kadın’ın, Ankaralı Attarbaşızıideler’den Emin Efendi’yle evlenmelerinden doğan Sadullah Aktar’ın kızıdır.

O da Ankara’da doğdu. 10 yaşında İstanbul’a taşındıklarında zamanın koşullarının ötesinde, dedemin uzakgörüşlü ve demokrat 19 ÖMRÜMDEN UZUN İDE ALLERİM VAR kimliği nedeniyle -işgal İstanbulu’nda- bir Fransız okulunda eğitim gördü. Henüz 16yaşındayken babamla nişanlanmışlar. Aile servetinin bölünmemesi kaygısıyla, iki teyze çocuğunun görücü usulüyle evlendirilmelerine karar verilmiş. İki yıl sonrada evlenip Ankara’ya yerleşmişler. Çok iyi bir anne ve mükemmel bir ev kadınıydı. İnce el işlerine meraklıydı, çiçeklere büyük sevgisi vardı. Yaşantısını ve çevresini güzelliklerle doldurdu. Ufak bir kumaş parçasını bile değerlendirirdi. Yaşamının son b’Ünlerine kadar biz evlatlarına, akrabalarına halis süt içirmek için inek besler, bundan mutluluk duyardı. Tek yakındığı konu süt bidonlarını geri vermememizdi. Koç ailesini güzellik, tarih ve sanatla buluşturan ilk kişiydi. Babam gibi düzenli yaşamaya özen gösterirdi. Annem hiçbir düğünün sonuna kadar kalıp, düğün pastasının kesildiğini göremezdi. Çünkü, “Geç saatte uyun ursa, geç kalkılır ve ertesi gününün enerjisinden çalınır,” derdi.

Koç Top\uluğu’nun değil, Koç mutfağının patronuydu. Annem sıradışı bir hanımdı. Bir taraftan örf ve adetlere uyum sağlayan, diğer yönüyle de zamanına göre son derece çağdaş bir kadındı. Pazara giderken eşarp takan, nikaha giderken şapka giyen bir yapıya sahipti. Babam gibi az konuşur, çok dinlerdi. Tok gözlü, babam zengin olduktan sonra da tevazusunu yitirmeyen bir kişiliği vardı. Aslına bakılırsa yemek yapmayı hiç bilmezdi ama iyi tarif ederdi. Her zaman bir aşçısı olmuştu. Uzun vadeli düşünürdü. Bizler henüz küçükken bile her gittiği yerden ‘üç kız var’ diye gelinlik kumaş alırdı. Alışverişi çok severdi. Titiz bir hanımdı. Beyaz çarşaf ve havludan başka bir şey kullanmazdı. Kendi çarşaflarını kendi dikerdi. Ne alırsa 24 kişilik veya 36 kişilik alırdı.

Bonkördü. Hediye vermeyi çok severdi. Babam annemi “hanım” diye çağırırdı. Başkaları da “hanımefendi” derdi. Bu lakap anneme çok yakışırdı. İsminin sıradışı 20 Bir Yaşam Öyküsü / l. Perde olmasından kaynaklanıyor olsa bile çok kişi hürmette kusur etmemek için bu lakabı kullanırdı. O büyük özlemi olan müzesi kurulduğunda Sadberk Koç yerine ‘Sadberk Hanım’ denilmesinin ardında da onunla özdeşleşmiş bu lakap etkili oldu. Ben annemin sakin suları yerine “babasının kızı” denilen fırtınalı bir denizde yaşadım. Kaderim Vehbi Koç’la birleşmiş. Tarihteki önemli dönüm noktaları gibi, Koç ailesinin ve benim hayatımda da sanki MÖ ve MS gibi “Vehbi Koç’tan önce” ve “Vehbi Koç’tan sonra” diye bir milat var oldu. Bir bakkal dükkanından başlayan ve “uluslararası şirkete” dönüşen bir aile şirketinin, gelişimini, yaşanan zorlukları, kurumsallaşmasını ve evrensel bir kimlik edindiği bütün süreçleri yaşadım. En önemlisi değeri -pek çok kişide olduğu gibi- sonradan anlaşılan, Vehbi Koç gibi bir babanın en yakınında bulundum. Kendisine herhalde, belki baba olarak değil ama iş hayatında en fazla yaklaşan kişi oldum.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir