Kocaman evin içi kapkaranlık olmasına rağmen adam kendinden emin adımlarla merdivenlere yoneldi. O kesif karanlıkta ön kapının kilidini de rahatça açıp içeri girmiş, içgüdülerinin ve beş duyusunun yardımıyla hiç duraksamadan üst kata çıkan merdivenleri buluvermişti. İkinci kata geldiginde, koridora cıkarılmış eşyalara çarpmamak için kendini iki duvar arasında tam ortalayarak emin adımlarla yürümeye devam etti. Birkaç metre ilerledikten sonra birden sola döndü ve kapı tokmağını çevirip odasına girdi. Kapıyı arkasından yavaşca kapadığında yine koyu bir karanlığın ortasındaydı. Bir anlık tereddüdten sonra karşı duvara yürüyüp kalın perdeleri tuttu, kenara çekti. Dar,uzun pencerelerden aşağıda, yıldızların ışığında simsiyah parlayan küçük göle baktı. Pencerenin pervazına dayadığı yumruğunu önce sıkıp sonra gevşeterek üzerindeki gerginlikten kurtulmaya çalıştı. Başını soguk cama dayayıp bir süre öylece kaldı. Sonra derin bir nefes alıp doğruldu. Ensesini ovuşturarak odasına açılan ikinci karanlık kapıya yürüdü. Benedict Savage, banyonun ışığını yaktığında gozlerini kısarak kamaşmasını engellemeye çalıştı. Gözleri ışıga alıştıgında soyunana kadar suyun iyice ısınması için duşun muslugunu açtı. Gözlüklerini çıkartıp mermer banyo tezgahının üzerine fırlattı. Çok uzun zamandır kendisini hiç bukadar yorgun hissetmemişti. Bunun nedeni, belki de her iş gezisinin ardından Yeni Zelanda’ya döndüğünde, yeni bir işi daha tamamlamanın verdiği zafer duygusuydu. O başarı duygusu yorgunluğunu hissetmesini engelliyordu belki de. Ama bu sefer aynı duygu işe yaramadığı için sinirleniyordu. Üstelik nedenini de anlayamıyordu. Son çalışması, şimdiye kadar yaptıklarının en mükemmeliydi. Belki de bu proje üzerinde çok fazla ve çok uzun süre çalıştığı için bir türlü tatmin olmuyor, daha da fazlasını istiyordu. Benedict Savage başını iki yana sallayarak kafasındaki düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. Son derece şık takım elbisesini, ipek gömleğini ve kravatını çıkartıp köşedeki çamaşır sepetinin üstüne fırlattı. Dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm belirdi. Belki de artık yaşlanmaya başladığını kabul etmesi gerekiyordu. Ertesi gün otuz dört yaşını bitirmiş olacaktı. Benedict duş kabinine girip sürgülü cam kapıyı kapatmadan önce buğulu aynada kendine şöyle bir göz atınca, hissettiği kadar berbat görünmedigini far edip memnun oldu. Vücüdunda hissettiği gerginlik esmer cildine yansımamıştı. Kısa kesilmiş siyah saçlarının arasında kırlar belirmeye başlamış olabilirdi, ama vucudu hala sırım gibiydi. Bunun bir nedeni kalıtımsa, diğeri de Benedict’in yüzme havuzu olmayan bir evde veya otelde asla kalmamasıydı. İşleri ne kadar yogun olursa olsun, her sabah yüzmeden güne başlamazdı. Sıcak duş işe yaradı. Benedict duştan çıktıgında sızlayan kaslarının gevşediğini, uzun uçak yolculuğunun yol açtığı gerginliğin azaldıgını hissetti. Beyaz kalın havluyla vücudunu kurularken, havlunun hafif nemli oldugunu fark etmedi bile. Kurulandıktan sonra havluyu yere atıp banyonun ışığını söndürdü ve tekrar yatak odasına geçti. Elini çenesinde, hafifçe uzayan sakallarının üzerinde gezdirdi. Tüysüz göğsüyle sert sakallı yüzünün tam bir tezat oluşturduğunu birçok kadından defalarca duymuştu. Nerse ki, bu gece yatağa girmeden önce tıraş olması gerekmiyordu. Benedict gerinerek kolundaki Rolex saatini çıkarıp yatağın yanındaki komodinin üzerine bıraktı. Serin çarşafların arasına çıplak vücuduyla girip kendini uykunun kollarına bırakmaktan başka bir şey istemiyordu. Dudaklarında yine bir tebessüm belirdi. Bir kadının kolları yerine uykunun kolları arasında olmayı tercih ettiğine göre yaşlanıyor olmalıydı! Dudaklarında o alaycı tebessümle yatağa yaklaştı ve birden dondu kaldı. Tek kişilik geniş yatakta biri vardı. Pencerenin yanındaki lambadan süzülen ışık bir kenarı yerde sürünen battaniyeye kadar ulaşmıyordu, ama yatağın başka biri tarafından işgal edildiğini görmesine yetecek kadar aydınlıktı oda. Yatağında bir kadın vardı! Yüzükoyun uzanmıştı;bir kolu çarşafların arasında Benedict’e doğru uzanmış, öteki kolunu da başının üstünde kıvırmış, elini çıplak omuzlarına dökülen altın sarısı saçlarının arasına sokmuştu. Yüzünü Benedict’in o kocaman yastıklarından birine gömdüğü için kim olduğunu anlamak mümkün degildi. Benedict gözlerini kapatarak başını hızla iki yana salladı. Yorgunluktan hayal görüyor olmalıydı. Gözlerini tekrar açtı ve yatağa biraz daha yaklaştı. Hayal falan değildi bu. Kadının yavaşça yükselip alçalan sırtı, yüzünü gömdüğü yastıktan gelen hafif soluk sesleri, onun gerçek olduğunun ispatıydı. Üstündeki beyaz keten çarşaf kalçalarının ve bacaklarının ancak bir kısmını örtüyordu. Üstünde askılıl beyaz ipek bir gecelik vardı. Askılardan biri koluna düşmüş, nefes kesecek kadar güzel çıplak sırtı açıkta kalmıştı. Benedict birden müthiş bir öfkeye kapıldı. Yatağında bulduğu kadının kim oldugunu merak etmek aklına bile gelmiyordu. Özel hayatına müdahale edilmesine,mahremiyetine tecavüz edilmesine duyduğu müthiş bir hiddet! Burası onun yatağı, onun odası , onun eviydi! Kahretsin! Daha önce hiçbir yeri evi olarak düşünmemiş,sahip olduğu binalarin hepsini gerektiğinde kalacak birer ikametgah olarak görmüştü, ama gerçeği değiştirmiyordu bu! Herşeyden önce,çok yorgundu! Tek isteği uyumaktı. Ama yatağı başka biri tarafından işgal edilmişti. İnsanın kendi yatagında uyumak istemesi çok mu lüks bir talepti yani! Hepsinden daha sinir bozucu olanı da, ışığı yakmasına,banyoyu kullanmasına rağmen yatağındaki davetsiz misafirin birtürlü uyanmamasıydı. Uyumaya can atan,yatağına bir an önce girmek isteyen Benedict’ti, ama derin bir uykuda olan,yatağındaki şu kadındı. Yoo buna izin vermeyecekti. Benedict yatağa eğilip gürledi. „Hey, altın bukleli güzel! Uyan bakalım. Yatağımı geri istiyorum!“ En ufak bir tepki alamadı. Çaresizlik içinde doğrulduğunda, gözü yatağın karşı tarafındaki boy aynasına takıldı. Çırılçıplaktı. Yatağındaki esrarengiz kadın tepesinde gürleyen bir sesle uyanıp çırılçıplak bir erkekle karşılaştığında avaz avaz çığlık atmaya başlarsa ne olacaktı? Benedict o kadar yorgundu ki, gece yarısı bir de böyle bir skandalı kaldırabilecek durumda degildi. Bornozunu almak üzere banyoya giderken cep telefonunun çaldığını işitti. Pencerenşn önüne bıraktığı çantasını açıp teleşla telefonu çıkardı. “Demek eve vardın?“ Hattın öteki ucundaki en yakın dostu ve meslektaşının sesini duyan Benedict parmaklarını sinirli bir hareketle saçlarının arasından geçirdi. „Evet, Dane, yeni geldim… ve bil bakalım neyle karşılaştım?“ Dane Judson neşeli bir kahkaha attı. „Nasıl buldun onu? İyi bir seçim yapmışmıyım? Bu kadar muhteşem bir güzelle karşılaşmış mıydın daha önce?“ Benedict hızla dönüp yatağındaki kadına baktı. „Yani… yani,onu sen mi gönderdin buraya?“ Kulaklarına inanamıyordu. Dane’nin kahkahalarının arasından birbirine tokuşturulan kadeh sesleri de duyuluyordu. „Ha ha!Seni nihayet şaşırtmayı başardım, değilmi? Ne diyeceğini bilemiyorsun!İlk defa! Söylemiştim dostum, birgün sana bunu yapacağımı söylemiştim. Aslında şu anda yüzünün ne hal aldığını görmek isterdim,ama ne yazıkki, bir hafta daha buradan, Wellington’dan ayrılmam mümkün değil.“ “Peki amam…“ “Mutlu yıllar,dostum. Yarınki doğum gününü şimdiden kutlarım.“ Dane’nin dolaşan dili içki sınırını epey geride bıraktığını gösteriyordu. Benedict durumu nihayet anlar gibiydi. „Yani, bu senin… bana doğum günü hediyen mi? Tanrı aşkına Dane…“ “Endişelenme, dostum. Hiçbir sorumluluk hissetmene luzum yok. Sadece keyfini çıkar. Sakın onu çok beğenip el koyacağını da sanma. Sadece, hafta sonu iççin gönderdim sana. Pazartesi sabahı yine geri alacağım. Gönderdiğim gibi de isterim. İyi davran, şefkat ve sevgi göster…“ “Ne“ Benedict şaşkınlıkla yine yatağa döndü. Esrarengiz kadın hafta sonu için geçici olarak kendisine gonderilmişti. Buna inanamıyordu. Dane yine bir kahkaha attı. „Sana hep söylüyorum, dostum. Hep iş, hep iş olmaz ki! Birazda eğlenmeye zaman ayırmamız lazım. Sakın çok yorgun olduğunu, dinlenmek istediğini filan söylemeye kalkma bana!Senin biraz canlanmaya, kendine gelmeye ihtiyacın var. O bebekle geçireceğin birkaç günden sonra kendini yeniden onsekizinde hissedeceğine garanti veriyorum.“ “Yeniden onsekizine dönmeyi en büyük düşmanım için bile temenni etmem.“ dedi Benedict dişlerinin arasından. Yatağın yanındaki duvara yaslanıp Dane ile konuşmaya devam ederken sesini farkında olmadan alçalttı. Gönderdiği o muhteşem doğum günü hediyesinin onu beklemekten yorulup uyuyakaldığını ve tasarlanan sürprizin gerçekleşmediğini söylese, Dane ne yapardı acaba? Ama bunu söyleyip arkadaşının canını sıkmak, onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu. „Bu arada, şu senin ergenlik çağı fantazilerini bozmak istemem, ama bazı gerçekleri hatırlatabilirmiyim? Böyle bir hediyenin sağlık açısından bazı sakıncaları olabileceği aklına gelmedi mi hiç?“ Dane neşeli bir kahkaha attı. „Heyecandan kalp krizi geçirmekten mi korkuyorsun yoksa? Yapma, Ben seni öldürmesi ihtimali olan bir hediye gönderir miyim hiç doğum günün için? İnan bana,endişelenecek bir şey yok. Sana göndermeden önce, ben kendim kontrol ettim. Her şeyiyle mükemmel durumda, Ondan memnun kalacaksın.“ “Tanrı aşkına Daneé“ Benedict yüzünün kızardığını hissetti. Yatağındaki kadın ya çok pahalı bir telekızdı, ya da, hiç tanımadığı erkeklerle yatmakta sakınca görmeyen, serbest seksi savunan tiplerden biriydi. Her ne hal ise bir kadından böyle bir meta gibi söz edilmesinden rahatsız olmuştu. „Dana…“ “Teşekküre gerek yok dostum. Mutlu yıllar. Keyfini çıkar onun. Ama unutma, pazartesi sabahı yine bana dönecek.“ Benedict telefonu kapatıp yatagın yanındaki komodinin üzerine bırakırken yorgunluktan sendeledi. Bir yandan seçenekleri düşünüyor, öte yandan göz kapaklarını açık tutmaya çalışıyordu. Eve gidip uyuyabileceği daha bir sürü oda vardı tabii, ama bu odada kalmanın cazibesinide inkar edecek değildi. İismsiz doğum günü hediyesi yatağın büyük bir kısmını kaplamış, sol kolunu da boşluğa serbestçe uzatmıştı. Benedict neredeyse dizine dokunan ince uzun parmaklara baktı. Sonra genç kadının bileğini tutup yavaşça ileri koydu. Eh,şimdi kendisine de yatacak kadar yer açılmıştı. Tabii, bunun esas nedeni,yapılı bir erkek olmamasıydı. Altın bukleli güzel derin bir uykudaydı. Benedict,uyumayı bile erotik bir zevk gibi gösterebilen, uykuda bile kendini cömertçe karşısındakine sunduğu izlenimini veren bir kadınla sevişmenin nasıl bir şey olabileceğini düşünmekten kendini alamadı. Az önceki öfkesi yok olmuştu. Aslında, merakını gidermenin tek yolu onu uyandırmaktı. Nasıl olsa, kendisini memnun etmek üzere buraya gönderilmişti. Benedict onun altın sarısı buklelerinin göründüğü kadar yumuşak olup olmadığını merak etti. Saç renginin boya olup olmadığını, ön tarafının sırtı kadar güzel olup olmadığını merak etti. Onu yavaşça okşayarak uyandırsa… sonra kollarının arasına alsa… sonra…sonra… Gözlerini kendisine çevirip yorgunluktan ayakta duran bedenine baktı. Sonra…hiçbir değişiklik olmadı. Beyni tahrik olmuş olabilirdi, ama bedeni o kadar yorgundu ki,hayal gücünün harekete geçmesi işe yaramıyordu. Bu gece bu yatağa girdiğinde, yanındaki kadınla birlikte uyumanın dışında yapabileceği birşey yoktu. Ama sabahleyin onunla birlikte uyanmak çok zevkli olacaktı. Evet… Bu gece iyi bir uyku çektikten sonra doğum günü çocuğu yarın sabah uyandığında yorgunluktan eser kalmayacak, bu çok pahalı beklenmedik armağanın keyfini bol bol çıkaracaktı. Patronu hızla içeri dalıp birden durakladığında, Vanessa Flynn mutfak masasında oturmuş, günün ilk kahvesini içiyordu. Parmaklarının titrediğini fark edince kahve fincanını avuçlarının arasında biraz daha sıktı. Ama gerginliğini dışarıdan bakan birinin anlaması mümkün değildi. Masanın öteki ucunda kahvaltı tepsisini hazırlayan Mrs. Riley şaşkınlıkla başını kaldırdı. “Bu sabah kahvaltınızı erken mi istiyordunuz, Mr. Savage?“ Orta yaşlı kadının bu değişiklikten rahatsız olduğunu gösteren bir ifade vardı. “Büronuzdan arayıp dün gece buraya geleceğinizi bildirmediler. O yüzden pek hazırlıklı değiliz. Az önce Vanessa haber verinceye kadar buğün bana ihtiyacınız olacağını bile bilmiyordum…“ “ Hayır… hayır…“ Benedict Savage bir el hareketiyle onun sözünü kesti. Tepsideki tek kişilik servis takımını görünce kaşları çatıldı. „Teleşlanmanıza hiç lüzum yok.“ Gözleri dikkatle mutfağın dört köşesinde dolaştıktan sonra gelip Vanessa’ya dikildi. Koyu kahverengi gözlerini hiç duraksamadan onun gözlerine diken Vanessa gerginliğini belli etmemek için bütün gücünü toplamaya çalıştı. Her zamanki gibi giyinmişti. Koyu gri eteği, kısa kollu beyaz bluzu,arkasında sımsıkı topuz yaptığı henüz ıslak sarı saçlarıyla tipik bir kahyaydı işte. Makyaj niyetine, herzamanki gibi, dudaklarına hafifçe ruj sürmekle yetinmişti. Bu kadarını da kadınlık gururunu tatmin etmek için yapıyordu zaten. Aslında, gurur duyabileceği pek fazla özelliğide yoktu zaten. Bir kadın için fazlasıyla uzun boyluydu. Zarif ve ince bir vucudu olsa, belki boyunun uzunluğu bir avantaj sayılabilirdi. Ama kemikli ve yapılı bir vucudu vardı. Pek teselli sayılmasa da, diğer her şeyi iri yarı yapısıyla orantılıydı. Çenesi köşeli, ağzı büyük, gözleri fazlasıyla iriydi. Vanessa yutkundu. İçtiği şekerli kahveye rağmen ağzının içi zehir gibiydi. Bu sabah yatakta birlikte uyandığı adamın sessiz bakışlarına aynı şekilde karşılık verdi. Kalın camlı gözlüklerin ardındaki mavi gözlerde çözemediği bir ifade vardı. Benedict Savage’nin yüz ifadesinden ne düşündüğünü anlamak hiçbir zaman kolay değildi zaten. Soğuk denecek kadar içine kapalı,mesafeli bir insandı. Zaten Vanessa için ideal bir patron olmasının en önemli sebeplerinden biri de buydu…bir de,Coromendal Yarımadası’nın doğu kıyısındaki bu eve çok seyrek gelmesi, gelmeden önce de mutlaka haber vermesiydi. Dün geceye kadar. Savage hala ona bakıyordu. Vanessa onun neler düşündüğünü tahmin edebiliyor,utançtan yerin dibine geçiyordu. Ah, neler olduğunu bir hatırlayabilseydi… Ne yazık ki, dün geceyle ilgili hafızasında kocaman bir boşluktan başka bir şey yoktu. Richard ile yemeğe çıkıp alışık olmadığı kadar çok şarap içtiğini, sonra da eve gelip kendini yatağa attığını hatırlayabiliyordu sadece. Sabahleyin, şafakla birlikte, gece yatarken sımsıkı kapattığından emin olduğu pencereden gelen kuş sesleriyle uyanmıştı. Gözlerini açtığında da, kendisini çırılçıplak patronuyla aynı yatakta, neredeyse sarmaş dolaş bulmuştu. Kolu Savage’nin beline dolanmış, bacağıysa onun iki bacağı arasına sımsıkı hapsolmuştu. Vanessa öyle bir şoka girmişti ki, bu sayede kendini kaybedip avaz avaz bağırmaması da bir şans sayılabilirdi. Memesini sımsıkı avuçlayan elin Benedict Savage’ye ait olduğuna inanamıyordu…Patronunun iki bacağının arasına sıkışan dizinde hissettiği sert erkeklik organının temasını düşünmek bile istemiyordu. Vanessa utanç ve şok içinde birkaç dakika kıpırdamadan öylece yatmış, Benedizt…yani Mr.Savage ıyanmadan yataktan çıkabilmesi ihtimali ancak ondan sonra aklına gelmişti. Gözlerini uyuyan adamın yüzünden ayırmadan,uyanmaması için sessizce dualar ederek, yavaş yavaş, her hareketini hesaplayarak kollarının arasından sıyrılmayı başarmıştı sonunda. Kahrolası Benedict Savage,masum bir hatayı fırsat bilmişti. Vanessa’yı yatağında bulunca neden uyandırmamaştı sanki?Yoksa…uyandırmış da, alkolün etkisiyle sağduyusunu yitirmiş,sadece bedeninin isteklerine kulak veren bir kadın mı bulmuştu karşısında? Sessizlik uzamaya devam edince, Vanessa daha fazla dayanamayacağını hissetti. “Beni mi istemiştiniz,efendim?” Sorduğu sorunun ne tür anlamlar çağrıştırabileceğini fark ettiğinde iş işten geçmişti.Bluzunun yakasını sıktığını,nefes almakta zorlandığını hissetti. “Ben…” Benedict Savage nihayet dikkatle ona bakmaktan vazgeçmiş,mutfakta etrafına bakıyor,ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. “Şey…bir tek ben mi kahvaltı edeceğim?” Vanessa Mrs.Riley’in yan gözle kendisine baktığını fark etti. Kadın,patronunda görmeye alışık olmadığı bu kararsız ve çekingen tavır karşısında şaşırmış,ne olduğunu anlama çalışıyordu,ama Vanessa’nın onun bu merakını gidermek gibi bir niyeti yoktu. O şu anda sadece kendi derdini düşünüyor, Savage’nin ona daha fazla ıstırap çektirmek için mi bir türlü konuşmadığını,yoksa,onu Mrs.Riley’in önünde küçük düşürmek istemediği için mi böyle davrandığını merak ediyordu. “Neden…evet. Vanessa yanınızda misafirleriniz olduğuna dair bir şey söylemedi bana.” Dedi Mrs.Riley şaşkın bir tavırla. “Hayır. Yanımda misafirlerle gelmedim bu sefer… Öyleyse,sadece ben kahvaltı edecğim…demek.Yani…” Savage sorduğu soruya bir türlü cevap alamıyormuş gibi hırsla ayağını yere vurdu. Sonra gözleri birden Vanessa’ya dikildi. “Seninle birkaç dakika kütüphanede konuşabilirmiyiz,Flynn?” Hızla dönüp yürüdü. Tam kapıdan çıkmak üzereyken döndü. “Aklıma gelmişken, Mrs.Riley,bu sabah pek aç değilim.Bir fincan çay ve bir dilim kızarmış ekmek yeter kahvaltı için…” “Ama,Mr,Savage! Sizin için nefis bir sütlü lapa hazırlamıştım bu sabah…” “Lapa mı?” Benedict Savage’nin yüzünde öyle bir şaşkınlık ifadesi belirdi ki, Vanessa bütün gerginliğine rağmen gülmekten kendini alamadı. Aynı anda, patronunun öfkeli bakışlarını yine üstünde hissetti. “Kütüphaneye.Hemen!” Benedict Savage’nin dişlerinin arasından söylenmesi,başka bir insanın öfkeyle ulumasından beterdi. “Peki,efendim” diye mırıldanan Vanessa sandelyesinin arkasına astığı lacivert ceketini telaşla sırtına geçirdi. “Bir daha asla pişirmeyeceğim!” Mrs.Riley kollarını gögsünde kavuşturmuş,başını hırsla iki yana sallıyordu. “Duyan da ona arsenik hazırladığımı zannedecek!Benim sütlü lapamı çok sevdiğini söylerdi her zaman!” Vanessa kadını teselli etmeye çalıştı. “Bugün belki de sinirleri bozuktur…” “Mr.Savage hiçbir zaman sinirlenmez.Her zaman gerçek bir beyefendidir o. Şimdiye kadar onu hiç böyle görmemiştim. Anlaşılan, onun da solundan kalktığı sabahlar oluyormuş…” Vanessa hiç durmadan söylenen Mrs.Riley’i yalnız bırakıp telaşla mutfaktan fırladı. Buz gibi ellerini ateş gibi yanan yanaklarına bastırarak uzun taş koridorda kütüphaneye doğru yürüdü. Sakin ol,sakin ol,diye kendini yatıştırmaya çalıştı.Seni işten atmaya kalkarsa sen de onu cinsel tacizde bulunmakla suçlarsın. Yoksa…cinsel taciz suçlamasında bulunmayı düşünen Benedict miydi! Dünyanın rezilliğinden kaçıp sığındığı bu sakin ve huzurlu evden uzaklaşmak zorunda kalacaktı. Peki, Richard’a ne ne diyecekti? Kahretsin,kahretsin,kahretsin! Neyse ki, Benedict Savage bahçeye açılan kapının önündeki o kocaman antika masasının arkasına geçip oturarak daha da korkutucu bir havaya bürünmemişti. Kapının hemen yanındaki kitap raflarının yanında, ayakta dikilmiş onu bekliyordu. Vanessa’nin içeri girip kapıyı kapatmasını bekledi. “Evet,efendim?” Vanessa omuzlarını dikleştirerek gelecek saldırıyı karşılamaya hazırlandı. Benedict hafifçe öksürüp boğazını temizledi. “Erken gelmem sorunlara yol açtıysa özür dilerim.Ama biraz kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı. Bunun için en uygun yerin Whitifield olduğunu düşündüm.Auckland’daki apartman dairesine gelip geçen herkes uğruyor. İnsan bir türlü yalnız kalamıyot…” Kayıtsızca omuzlarını silkti. “Mrs.Riley’in bu konularda biraz fazla titiz olduğunu biliyorum…Bu sefer,her şeyin her zamanki gibi kusursuz olmasını beklemediğimi ona…Kargaşa,teleş istemediğimi de anlat kendisine.” Vanessa hayretten neredeyse küçük dilini yutacaktı. Bay mükemmel her şeyin mükemmel olmasını beklemediğini söylüyordu! Üstelik, ortada halledilmesi gereken çok ciddi bir mesele varken,evin idaresiyle ilgili laflar geveliyordu ağzının içinde. “Söylediklerimi ona söyleyeceksin, değil mi?” Benedict parmaklarıyla trampet çalmayı bırakıp yumruğunu birden rafa indirdi. Vanessa’nın gözleri hayretle büyüdü. “Ah.evet,evet,elbette efendim” diye karşılık verdi telaşla. “Güzel.” Benedict gözlüğünü çıkardı. Pantolonunun arka cebinden çıkardığı bir mendille zaten pırıl pırıl olan camları bir kere daha temizleyip gözlüğünü tekrar taktı. “Yanımda kimseyi getirmedim buraya,” dedi. “Söylemiştiniz,efendim.Az önce…mutfakta.” “Söyledim mi? Ah,evet,söylemiştim,hatırladım…” Benedict odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı.”Pekala…öyleyse,diğer misafirimiz nerede?” Vanessa gerginleşti. “Eger söylemek istediğiniz…” Benedict derhal atılıp onun sözünü kesti. “Ne söylemeye çalışıyorum sence?” “Sizin burada olmamanızı fırsat bilip eve bazı insanları davet ettiğimi sanıyorsanız…” Diye başladı Vanessa. Benedict Savage’nin onu işten atmak için başka bahaneler uydurmasına izin vermeyecekti. Eğer kendisiyle yattığı için işten kovulacaksa,bu adamın bunu açıkça söylemesi gerekiyordu! “Yoo, yoo! Öyle bir şey demedim ben!” diye atıldı Benedict. “Sana güvenmesem,hala burada çalışıyor olmazdın, değil mi? Ben sadece…bilip bilmediğini öğrenmek istedim…” “Neyi bilip bilmediğimi?” Vanessa’nın huzursuzluğu giderek artıyordu. Konuyu onun açmasını beklemektense, belki de, kendisinin bir açıklama yapıp özür dileyerek söze başlaması daha doğru olacaktı. Ama patronunun şimdiye kadar hiçbir meseleyi ortaya getirmekte zorlandığını hatırlamıyordu. Hatta açıksözlülüğü zaman zaman acımasızlık noktasına varırdı.
Susan Napier – Hoyrat Sevgili
PDF Kitap İndir |