Susanna Tamaro – Tombul Yurek

Yağmurlu ve sıkıcı bir ilkbahar öğleden sonrasıydı. Michele, okul ödevlerini ve İngilizce kursunun alıştırmalarını bitireli on dakika oluyordu. Evde yalnızdı ve pencerenin önüne oturmuş, küçük bahçele- – rinin çimenlerine düşen hafif yağmur damlacıklarını seyrediyordu. Annesinin eve dönmesine bir saat daha vardı ve o neyle zaman geçireceğini bilemiyordu. Cama vuran damlaları saymaya çalıştı; ama beş dakika sonra canının daha da çok sıkıldığını fark etti, içini çekerek pencereden ayrıldı ve kendini yatağa attı. “Bir kardeşim veya köpeğim olsa ne iyi olurdu!” diye düşündü. “O zaman hep onlarla oynardım ve bu korkunç düşünce aklıma hiç gelmezdi.” “Gelmezdi,” der demez o korkunç düşünce konuşmaya başladı. “Karnın aç,” diyordu. “Karnın aç ve miden ça7 gı . , :J :J ., � maşır makinesinin kazanı gibi boş, Kuzey Kutbu’nun 3 a buzulları kadar soğuk. Her yerin üşüyor, kendini güç- � süz mü güçsüz hissediyorsun bacakların seni ta­ � şımaz oldu, gözlerin bulanık görmeye başladı, eğer -< C• ::rı m “‘ 8 kendini kurtarmak istiyorsan tek bir şey yapabilirsin: Kalk ve mutfağa git, mideni doldur, karnını doyur!” Michele bu sese bir veya iki dakika daha karşı koyabildi, onunla mücadele edebilmek için tüm gücünü topladı; sonra bir robot gibi yavaş yavaş kalktı, odadan çıktı, koridoru geçti, mutfağın kapısında bir an duraladı ve içini çekerek kapıyı yavaşça itti.


O, oradaydı, bir köşede sessizce Michele’yi beklemekteydi. Michele yanına gitmeden önce ona dikkatle baktı: Böylesine ışıltılı, böylesine beyaz, böylesine yüksek tavanlı odanın loş bir köşesinde dururken bir buzdolabından çok, okyanusun derinliklerinde uyuyakalmış minik bir balinaya benziyordu. Çevresindeki sessizlikte sadece onun mırıltısı duyuluyordu: ZZZZ! Bzzzzz! ZZZZBZZZZ. Büyük bir olasılıkla bu karmaşık sözcükler, başka insanlar için eskice bir motorun vızıldamasından başka bir anlama gelmezdi, ne var ki Michele, buzdolabı ile uzun süreli dostluğunun sonucu olarak bu seslerin anlamını çözebiliyordu. “Gene beni görmeye mi geldin?” demişti Buzz. “Ne güzel! İçeride ne varsa ye haydi, hatta tereyağı ve yumurtaları da yutarsan can sıkıntının hemen geçtiğini göreceksin.” …. “Yememeliyim!” dedi yavaşça, buzdolabının ka- a:: � pısına yaklaşan Michele. � “Bzzzzzoot, zzzrrr! Ah, haydi, saçmalama!” diye i yanıtladı onu buzdolabı. � “Gerçekten yapamam … ” diye mırıldandı Michele yeniden. “ZZZZZZ! Kim engelliyor ki seni?” Michele tam ağzını açıp “annem” diyecekti ki sözcük ağzından çıkmadan eli buzdolabının tutacağına uzanmış ve kocaman, beyaz kapak açılmıştı bile. Ne harika bir görüntüydü bu! Unutulamaz bir görüntü! Annesi bir gün önce büyük bir alışveriş yapmıştı ve puzdolabının tüm rafları, en alttan en üste dek yiyecekle doluydu. Michele, bu görüntüyü daha iyi seyredebilmek için bir adım geri attı; evet, o kısık ışığın altında, her boydan paket ve kavanoz ile dolu olan buzdolabı gerçekten cömert ve devasa bir Noel ağacına benziyordu. Tanrı’nın bu nimetlerinin arasına dalmadan önce, duvardaki saate baktı. Annesinin gelmesine daha yarım saat vardı ve görevini yerine getirmek için elini çabuk tutmalıydı. işe mayonezden başladı, tüpün dibinden tuttu ve dişlerinin arasına soktu, derin bir soluk alarak tüpün içindeki tüm mayonezi bir dakikadan kısa bir süre içinde tüketti. Sonra sıra bir gün önceden kalan lazanyaya geldi, elbette bir çatal arayarak zaman yitiremezdi, üstünü de fazla kirletmemeliydi.

Bunun için hamur parçasını işaretparmağıyla başparmağının c C. : al 9 (/) c: . � ” ., � arasına aldı, sonra ortaparmağına sardı ve bunu ağ3 . a zına atıverdi. Bu şekilde sırayla lazanyalar, kaşar ve � dilpeynirleri de yok oldu. Köfte yapılmak için sırasını aı � bekleyen kıyma ve çikolatalı pudingler de mideye in- -< C• i!l dirildikten sonra sıra birer birer içeceklere ve sü- “‘ 10 rahide duran soğuk çaya geldi. Jambonları ve tavuk salamlarını da yedikten sonra Michele üç yumurta, yarım kilo süt ve bir parça pizza artığını da yuttu. işte o an, birden duran Michele saate baktı, annesinin dönmesine on dakika kalmıştı. Şimdi karşısında yapayalnız kalmış üç kutu yağsız yoğurt ile biriki çürük elma duruyordu. “İyi,” diye düşündü, “gerçekten iyi bir iş başardım.” Ve bir hoşnutluk geğirtisinden sonra buzdolabının kapısını kapattı. Buzdolabı onu: “Bzzzzot,” diyerek selamladı. Oğlan da ona, “Yakında görüşmek üzere!” diye seslendi ve parmaklarının ucuna basarak odasına yöneldi. Ayakkabılarını çıkarttı, pantolonunun belini gevşetti ve yatağına uzandı.

Karnındaki soğuğun yerinde şimdi müthiş bir sıcaklık duyuyordu ve bu sıcacık şefkat duygusu göbeğinden tüm bedenine doğru yayılıyordu. İnsan karnı doyunca kendini ne kadar iyi hissediyordu! Sıkıntısı elini çırpınca kuşların kaçması gibi uçup gitmişti işte. Şimdi çevresindeki tüm dünya yumuşacık, insanı kucaklamaya hazır bir kuştüyü yastık gibi gö- rünüyordu! uyuyakalmadan önce, karnındaki yağ tabakasını iki parmağının arasına aldı, bu kalın ve sert yağ tabakası bir filin can simidi bile olabilirdi. Göbeğini çimdikledikten sonra onu ekmek hamuru gibi ileri geri oynatan oğlancık kendinden ve yaşamından hoşnut gözlerini yumdu. Michele sekiz yaşındaydı ve annesi ile kentin merkezine uzak bir semtte, minik bahçesi olan bir evde yaşıyordu. Annesinin adı Angelica’ydı ve bir mayo fabrikasının yöneticiliğini yapıyordu. Babasının adı Arturo’ydu ve pek de uzak sayılamayacak bir apartman dairesinde oturuyordu. Onun da kentin merke11 ( 12 ?tıııl<‘ lıiı otıımııhıl mağtızası vardı. Michele doğduğu ‘l 111 111 lıtı lılı ı,·ılııl t,:ok st·viyorl,udı, ama yavaş yavaş, lı • ı lı ılı ııl ı lııı gıııı gdip onu goruyordu. Annesi balı ı• 111 ı, lıo1h.ısı d.ı .ııınc:sinc son derece nazik davranıyı ıı ıhı, hıı yıi1.dcn Mlchele, neden aynı evde yaşaııı.ıdıld,u ın.

ı bır turlu akıl sır erdiremiyordu. Bır pa1ar, babası ile otomobil gezintisi yaparlarken Mıchele bunu babasına da sormuş ve şöyle demişti: “Siz annemle neden birbirinizi terk ettiniz?” Babası yanıt olarak artık birbirlerini sevmediklerini söylemişti. Bunun üzerine Michele aşkın ne olduğunu sormuş; ama babası hiçbir yanıt vermeyerek ve sadece karşısına bakarak otomobili sürmeyi sürdürmüştü. O gün eve dönünce aynı soruyu, annesine de sormuştu. “Aşk, iki insanın birbirini sevmesidir,” demişti annesi, sonra da çok geç kaldığı için koşarak çıkmıştı evden. Evde yalnız kalınca buzdolabının yanına gitmiş ve “Buzz,” demişti, “birbirini sevmek ne demektir?” “Brrotzzzzzup brr, zzzzz! insanın karşısındakiyle ilgilenmesi, ona yemek vermesi ve onu ısıtmasıdır,” ve sonra eklemişti: “Zutttbrr! Ben seni seviyorum!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir