Talat Paşa – Talat Pasa’nin Hatiralari

Talât Paşa bu hatıralarını, mütarekeden sonra memleketi terke mecburiyet hissederek Almanya’ya çekilmiş olduğu sıralarda kaleme almıştır. Meşrutiyet devrinin en yüksek simalarından biri olan Talât Paşa bize çok alakaya şayan bu mühim zamanlar hakkında pek önemli malumat verebilirdi. Fakat haller ve şartlar onun tam bir ”hatırat” yazmasına imkân bırakmamıştır. Böyle olmakla beraber, temas ettiği bahsi tamamıyla tenvir etmiş (aydınlatmış) ve bize mühim bir vesika bırakmış olduğu şüphesizdir. ”Tanin” gazetesinde Talât Paşa’nın hatıralarını neşretmek istediğimiz vakit, bunun zaman itibarıyla münasip bir hareket olup olmayacağını epeyce düşünmüştüm. Çünkü Meşrutiyet devrinin sadrazamı o devrin en acı vakalarından birine temas ediyordu. Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmiş, bunun harabeleri arasından yepyeni ve diri bir milli Türk Cumhuriyeti çıkmış olduğu için, eski hatıralar üzerinden sünger geçirerek maziyi unutmak ve yeni devrin kardeş vatandaşları halinde yaşamak şartlarını kuvvetlendirmek bir vazife idi. Fakat tarih ortadan kaldırılamaz. Onun her tarafını aydınlatmaya çalışmak istikbali daha emin surette hazırlamak hususunda faydalı olur. İşte bu mülahazaya mebnidir ki bu (düşünceye dayanaraktır ki) bugünkü mesut neticelere varıncaya kadar ne zor ve karanlık yollardan geçtiğimizi ortaya koyan bu vesikayı matbuata tevdi etmekte (vermekte) tereddüt etmemiştim. O günlerde tamamen mazi demek olan bu hatıralar, bu günün şartları içinde tam bir aktüalite halini aldı. Zamana, tarihe, eski günlerin hallerine ve şartlarına bakılmaksızın, Türk şeref ve haysiyetine düşmanlar tarafından hücumlar, Türkün hakkını gasp için iftiralı faaliyetler başlamış bulunuyor. Bu durum içinde, Talât Paşa’nın hatıraları hususi bir ehemmiyet ve kıymet kesbediyor. Talât Paşa vatanını çok seven, vatanının hayrı ve selameti uğrunda nefsine varıncaya kadar her şeyini feda etmeye hazır bulunan bir şahsiyetti. Bıraktığı hatıralar bu noktadan da bizi tenvir edebilir.


Memlekete yaptığı hizmetler arasında bu hatıralar bugünün en takdir ve şükran ile yadedeceği bir eserdir. 19 Şubat 1946 Hüseyin Cahit Yalçın GİRİŞ HATIRALARIMI NEDEN KALEME ALDIM? Birçok kimse hatıratımı yazmak için beni teşvik ettiler, muhtelif cemiyetler bu maksatla bana müracaat, hatta bu hususta maddi menfaat teklif ettiler. Meşrutiyetten önce ve sonra ”İttihat ve Terakki Fırkası’nın” kurulması hakkındaki hatıralarımı ve o zamanki iç ve dış siyasete müteallik (ilişkin) hadiseleri siyasi bir hatıra defteri şeklinde değil, fakat tarihi bir tenkid halinde sonradan yazmayı tasavvur etmiştim. Ancak, asırlardan beri devam edegelmiş sinsi bir siyasetin bugün Osmanlı devletine arzu ettiği şekli vermek üzere ileri sürdüğü haksız ithamlara tahammül edemeyeceğimden aşağıdaki izahları mufassal (ayrıntılı) hatıralarıma giriş ve aynı zamanda da haksız ithamlara cevap olarak yazmaya karar verdim. Bildiğim hadise ve hakikatleri burada tam olarak sıralamaya imkân yoktur. Fakat söyleyeceklerimin hepsi hakiki hadisattan ibarettir. Şark meselesi gösterildiği gibi bir insanlık ve Hıristiyanlık meselesi değil, bilakis bir nefret ve menfaat meselesidir. Türk devletinin dahili işlerine yapılan müdahaleler hep buna müstenittir (dayandırılmıştır). Filhakika Türk devletinin, Türkler de dahil, bütün tebaasına iyi muamele temin eden muntazam bir idare kurmaya muvaffak olduğunu iddia etmek bir cürettir. Fakat bu husustaki hatayı yalnız Türklere yüklemek de doğru değildir. Rusların Yahudilere ve Müslümanlara ve hatta, müstebit Çarlığa karşı gelen Hıristiyanlara yaptıkları vahşet her ne kadar insanlık hislerini galeyana getiriyorsa da Avrupa’nın insaniyetperver diplomatları bu hususta en küçük bir söz söylemek cesaretini gösteremediler. Rusya hakkındaki en ufak bir şikâyetin harbe sebebiyet verebileceğini biliyorlardı; bunun için susmayı tercih ettiler. Hürriyetin hamisi rolünü takınan, hukuku beşer (insan hakları) beyannamesini neşreden Fransa, vahşi ve müstebit Çarlığa her türlü yardımda bulunmaktan utanmadı ve 1871 harbinden sonra bu müstebit devletle bir ittifak dahi yaptı. Almanya’ya karşı kuvetli bir Rusya kurulacaktı. Çarlığın istibdadı sağlamlaştırıldı.

Rusya’nın Türk ıslahat teşebbüslerine karşı çıkardığı manilere göz yumuldu. Türkiye’nin ıslahat yapması hiçbir zaman ciddi olarak arzu edilmedi. Muahedelerde adı geçen ıslahat mahiyet itibarıyla birer müdahaleden başka bir şey değildir. Bir devletin idaresindeki terakki ve ıslahat onun siyasi ve iktisadi istiklaline tâbidir (bağlıdır). TÜRKİYE’YE YAPILAN HAKSIZLIKLAR Bir taraftan Türkiye ıslâhat yapmaya zorlanırken diğer taraftan da müdahale ve himayeyle siyasi ve kapitülâsyonlar vasıtasıyla da iktisadi istiklalini büsbütün ortadan kaldırabilmek için Türkiye’ye tâbi olan milletler ayaklanmaya teşvik ediliyordu. Bir Türk şairine göre bu gibi ıslâhat tavsiyeleri, elleri kolları bağlandığı halde koşması istenen bir insana benziyordu. Buna mukabil, İngiltere, ancak siyasi menfaatlerinin zoru ile Türkiye’nin ve bilhassa İstanbul’un Ruslar tarafından işgalini önledi; Ayastafanos muahedesinin Berlin muahedesiyle tadili ancak bu sebebe müstenit idi (dayanırdı). Fakat Almanya’nın askeri ve iktisadi bakımlardan gösterdiği şayanı hayret derecede çabuk terakki, Bismark tarafından ittifakı müsellesin tesisi (üçlü ittifakın kurulması) ve bilhassa Alman deniz kuvvetlerinde büyük İngiliz donanmasına tehlikeli bir rakip olacak derecede görülen inkişaf, İngiltere’nin az sevilen Çarlıkla birleşmesi neticesini doğurdu. O günden itibaren Türkiye, Avrupa devletlerinin hiçbirinden velevki onun menfaat için dahi olsa, en ufak bir yardım görmedi. Birleşmiş olan taraflardan her biri şark meselesini kendi maksatlarına uygun bir şekilde halletmeye çalışıyordu. Babıâli mevcudiyetini temin için o zamana kadar siyasi tezatlardan istifade ederken devletler arasındaki muvazene (denge) ve ayrılıklar artık kendi aleyhine dönmüştü. Üçlü ittifak ile ikili ittifakın münasebetleri ve bilhassa üçlü ittifakın kendi âzası arasındaki münasebetler o derece gerginleşmiş ve görüşlerde o derece ayrılık başgöstermişti ki, devletlerden hiçbiri şark meselesi siyasetinden vazgeçmiyordu. Devletler gruplarından her biri belki başka bir şekil altında olmak üzere kendi menfaatlerini temin etmeye çalışıyordu. Türkiye’nin Paris ve Berlin muahedeleri ve devletlerin garantisi ile temin edilmiş olan mevcudiyetine bu muahedeleri imzalamış olan devletlerden hiçbiri riayet ve hürmet etmiyordu. I MEŞRUTİYETİN İLANI 1908 senesinde Jön Türkler tarafından Meşrutiyet ilan edildiği zaman Türkiye’nin Avrupa karşısındaki siyasi durumu bu vaziyette idi.

İhtilâl, hükümet şeklindeki değişiklik, memleket içinde bir çok mücadelelere ve karışıklıklara sebebiyet vermişti; muvakkat bir zayıflık baş göstermişti. Abdülhamid’in keyfi idaresi merkezde ve vilayetlerde hususi bir zümre yetiştirmişti. Bunlar geniş mikyasta kendi menfaatlerini temine çalışıyor, bu esnada da zavallı halk tamamıyla eziliyordu. Bu zümre mensuplarını müşterek menfaatleri birbirine bağlıyordu. Hükümet merkezinde nazırlar ve saray mensupları İstanbul’daki hempalarıyla nasıl sıkı sıkıya birleşmiş ve karşılıklı olarak birbirlerine yardım etmekte idiyseler, vilayetlerdeki zenginler ve eşraf da nazırlar ve saray mensuplarıyla sıkı temasta olup halkı istismar etmekte devam ediyorlardı. Bu zümrenin bir kısmı da muhtelif ekalliyetlerden (azınlıklardan) müteşekkildi. Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Ermeniler, Araplar, Kürtler ve Arnavutlar; Türkiye’yi inhitata (yıkılışa) ve ölüme sürüklemekte olan Abdülhamit hükümetinden iki türlü menfaat teminine çalışıyorlardı. Bir taraftan Yunanlılar bu hükümetin devamının devletin muhakkak olarak çökmesiyle neticeleneceğini anlıyor ve kendilerini de bilhassa Rumeli’de onun mirasçısı olarak görüyorlardı (1). Diğer taraftan da patrikhanenin elde ettiği imtiyazlar ve askeri hizmetten muafiyetleri sayesinde manevi bir istiklâl de kazanmışlardı. Büyük mikyasta rakipsiz olarak ticaret yapabiliyor ve bu seretle de büyük servetler temin ediyorlardı. Bulgarlarla Ermeniler bir Avrupa müdahalesiyle kendi istiklâllerini temin etmek maksadıyla Abdülhamid’in keyfi idaresini ileri sürüyorlardı. Kürtlerle Arnavutlar ise, sarayın himayesine sığınmışlar, hükümet yüküne iştirak etmeksizin şahsen büyük istifadeler elde ediyorlardı. Araplara gelince, bunlar kendi menfaatlerini içlerinden Hıristiyan ve Müslüman olanların büyük mevkilere geçmesinde ve birçok hususi imtiyazlar elde etmelerinde görüyorlardı. Bu suretle menfaatlerini temine çalışan Arnavut, Kürt ve Araplar da yukarıda bahsettiğim zümreye dahildi. Hıristiyan halkının sefaleti Müslümanlarınkinden farksızdı.

JÖN TÜRK HAREKETİ Jön Türk hareketi memlekete müsavat (eşitlik) hürriyet ve adalet getirmek emeliyle ortaya atılmıştı. Bu prensibi temin maksadıyla Jön Türkler, Araplar, Yunanlılar, Arnavutlar, Türkler vesaire gibi yurttaki bütün milletleri birleştirmeyi, bu suretle de sevgili vatanın selamet ve terakkisi için birlikte çalışabileceklerini zannediyorlardı. Fakat ihtilâli takip eden hadiseler maalesef bambaşka bir çehre gösterdi. Yunanlılar, İttihat ve Terakki’nin asıl niyetlerinin tahakkuk etmemesi için bu birliğe şiddetle muhalefet ettiler; müsavat ve hürriyet onların maksat ve menfaatlerine mugayirdi (karşıydı). Müsavat demek, bütün vatanperverlerin menfaat ve mesaide (çalışmada) müsavatı demekti. Fakat Meclis’te umumi askeri hizmete karşı şiddetle mukavemet eden Yunanlılar olmuştu. Tabiidir ki, müsavat ile hususi imtiyazların telifi kabul değildi. Osmanlılık fikri ise Elenizm için bir tehlike idi. ”Osmanlı” tabirinden asabileşen Serfiçe Mebusu Boşo Efendi, Meclisin hitabet kürsüsünden alenen onun için Osmanlılığın ”Osmanlı Bankası”ndaki ”Osmanlı”dan fazla hiçbir şey ifade etmediğini söylemek küstahlığını gösterdi. Bu itibarla Yunanlı mebuslar bu gibi işlerde daima hükümet projelerine muhaliftiler ve mürtecilerle (gericilerle) birleşiyorlardı. İLK ERMENİ ve BULGAR HAREKETLERİ Ermenilerle Bulgarlar kendi gayelerini tahakkuk ettirmek için başka bir yola tevessül ediyorlardı. Kanunu Esasi’nin bahşettiği hürriyet sayesinde ilk müsait fırsatta hükümete karşı gelmek ve Avrupa tarafından yapılacak bir müdahale neticesinde kendilerine muhtar bir idare ve nihayet istiklâl temin maksadıyla bir kısmı Anadolu ve bir kısmı da Rumeli’de asabi bir süratle ve gayet açık bir şekilde milli varlıkları için çalışıyorlardı. Jön Türklere karşı tamamıyla Kanunu Esasi’ye sadık ve müttehit (birlik içinde) bir tavır takınıyor, Avrupa’ya karşı ise eski ve yeni hükümetten şikâyet ediyor ve Türk vahşetinin elân (şimdi de) devam ettiğini ispata uğraşıyorlar, iddialarının delillerini siyasi komiteler vasıtasıyla elde etmeye çalışıyorlardı. Adana hadiseleri, Rumeli’deki galeyan ve cinayetler sırf onların eseridir; bunlar sonradan Müslüman halka atfedilmiştir (yüklenmiştir). Bununla Müslüman halkın katliama iştirak etmediğini söylemek istemiyorum; niyetim bu teşvik ve tahriklerin Ermeni ve Bulgarlar tarafından sırf siyasi maksatlarla yapılmış olduğunu ispat etmektir.

Adana hadiselerini müteakip dahiliye nazırı oldum. Bütün arzu ve hedefim muhtelif milliyetleri, bilhassa Ermeni ve Türkleri bir dostluk bağı ile birleştirmek idi. Adana hadiseleri hakkındaki tahkikat evrakını dikkatle tetkik ettim. Hadiselerin Ermeniler tarafından tahrik edilmiş olduğu, tahkikat komisyonu azası olan Ermenilerin şahadeti ile de teeyyüt ediyordu. (doğrulanıyordu) Komisyon azasından biri olan Agop Babikyan Efendi bunu bizzat bana da itiraf etti. Tahrik edilmiş olan halkın zalimane cinayetlerde bulunduğu da tahakkuk ediyordu. Adana hadiseleri 31 Mart’ta ve irtica günlerinde vuku bulmuştu. Takip edilen maksadın halk kitlelerinin taassubunu tahrik ederek, katliama sebebiyet vermek suretiyle Avrupa’nın dikkat nazarlarını üstlerine çekmek ve Kilikya’da muhtar bir Ermeni birliği vücuda getirmek olduğunda şüphe yoktu. Ben bu işte bitaraf bir devlet adamı sıfatıyla siyasi maksadımı unutmak ve Müslüman olsun, Ermeni olsun, katliam faillerini müstahak oldukları cezaya çarptırmak istiyordum. Bu hadiseler sırasında Müslüman halkı katliama teşvik etmiş olan müftü ve diğer Müslümanların da cezalandırılmalarında ısrar ettim. Bunun üzerine mahkeme müftüyü ve şeriklerini (ortaklarını) idama mahkûm etti. Ve bu idam kararının nazırlar heyetince tasdikini temin eden yine ben oldum. Hafifletecekleri kanaatinde idim. Komitelere karşı daima azami müsamahayı gösterdim ve onların hakiki maksatlarını bilmiyormuş gibi hareket ettim. Fakat hükümetin bu hareket tarzı komitelerin ihtiraslarını hififletmek şöyle dursun, onları bilakis takviye etti.

Hülasa, Jön Türkleri mutaassıb, nüfus sahibi ve yalnız kendi menfaatlerini düşünen ve muhtelif milliyetlere mensup olan kimselerin siyasi sebeplerle dahilde Jön Türklerin serbest hükümetine karşı çıkardıkları güçlükler ve manilerle mücadele ederken hariçten de mevcut muahedeler (anlaşmalar) ayaklar altına alınıyordu. Hakiki bir sebep gösterilmeksizin bazı hükümetler tarafından emri vakilerle Türk devletinin bazı parçaları gasp ediliyor ve bu muahedeleri birlikte imza etmiş olan devletler de bu hususta sükûtu muhafaza ediyorlardı. TÜRKİYE’DEN KOPARILAN TOPRAKLAR Bir taraftan Bulgaristan 1908 senesinde, İstanbul’daki maslahatgüzarı Bay Eşşof’un bir ziyafete davet edilmediği bahanesini ileri sürerek Şarki Rumeli’yi Bulgaristan’a ilhak ile krallığı ilan ederken, diğer taraftan da Avusturya ortada hiçbir sebep olmaksızın Bosna-Hersek’i ilhak ettiği halde, her iki devlet grubu da bunu protesto etmek cesaretini gösteremedi. Bu sırada Belçika’nın bitaraflığını garanti eden bir muahedeyi ihlal ettiği için Almanya’ya harp ilan etmiş bir kabine olan Asquith kabinesi mevkii iktidarda bulunuyordu. Bu arazi ilhakları ve muahede ihlalleri bundan ibaret değildi. 1906 senesinde Fas hakkındaki anlaşmadan sonra İtalya hiçbir sebep olmaksızın Trablus’a hücum etti. Berlin muahedesine imzalarını koymuş olan devletler, bu gasp karşısında sükûta büründüler. Türkiye sırf bu gasp ve emrivakileri protesto maksadıyla İtalya’ya karşı harbe başlamaya mecbur kaldı. Bir maksadı da başka devletlerin iştihalarını kapamak ve yeni ”emrivaki”lere mani olmaktı. Maatteessüf bu gayret ve fedakârlıklar o ihtiras ve hevesleri durdurmaya muvaffak olamadı. Harbin uzun sürmesi yüzünden ve fırka ihtilafları dolayısıyla dahilde başgösteren kargaşalıklardan istifade temin etmek maksadıyla bize karşı Balkan ittihadı (birliği) vücut buldu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir