Talip Apaydın – Sarı Traktör

Arif, sap arabasının üstünde arkaya iyice yaslanmış. kasketini gözlerinin üstüne indirmiş. uyukluyordu. Atların dizginlerini yere d üşmesin diye iki kere dolayarak bileğine geçirmişti. Atlar toprak yolda kendi hallerine yürüyorlar, kocaman sap arabasını kımıldata kımıldata sürüklüyorlardı. Arkalarda başka a rabalar vardı. Uzaklardan bakı lsa sap harmanları sıraya dizilmiş gibi görülebilirdL Zor duyulur bir kımıltı ile köyün önündeki harmanlığa gidiyordu bu ara balar. Boşaltılacak, sonra tekrar Yüksekkoş dedikleri geniş tarlaların bulunduğu ekeneğe dönülecekti. Epey uzaktı burası. Şafakta kalkılır, o uzun yaz gününde akşama kadar ancak üç sefer yapı labilirdi. Erken kalkmaların verdiği uykusuzluğu çiftçiler sap a rabalarının üstünde giderirlerdi. Arif uyukluyordu. Karşıdan gelen güneş onu rahatsız ediyordu. Kasketini gözlerinin üstüne iyice indirdi. Alnı teriedi biraz sonra.


Yan değiştirdi. Buğday saplarını çıtırdatarak dirseği üstünde hafif sola doğru döndü. – Dôh . diye bağırdı atlara. Sonra başını bir kolunun üstüne dayıvarak sapiara kendini bıraktı. Keten iş urbaları güneşte kızmıştı. Pantolonu bacaklarını yakıyordu. Sıcaklık omuzlarının üstünde bir ağırlık gibiydi. Doğruldu. Rahat edememiştL Atlara baktı. Kulaklarını sarkıtmışlar, kendi bildiklarine yürüyorlardı. Arkaya uzanarak sapiara sokulu kamçıyı çıkardı. – oaaaaah . 5 Birer tane şaklattı atlara. Araba kımıldadı.

Tekerierin altından toz kalktı . Köye doğru bakındı Arif. Hayli yol vardı daha. Beyaz topraklı tepelerin önünde evler belli belirsizdiler. Sigara paketini çıkardı. Cebinde buruşmuş gitmişti paket. Sigaraların ueları boşalmıştı. Birisini çıkarıp yaktı. – Aaaah ah! . diye boşalttı nefesini. Atlara bakıyordu. Daha ilk seterde yorulmuşa benziyordu meretler. Karınları. sağrıları terden parlıyordu. Sap çekimine yeni başlamışlardı.

Bu iş yirmi gün kadar sürerdi. Sonra döğene kuvvet verilecekti. Atlar pek güçlü sayılmazdı öyle. işin altından kalkmak bu yıl kolay olmaya caktı. Babası da hastalıklıydı üstelik. Geçen yıllardaki gibi çalışacak hali yoktu. Düşündükce sinirlendi. Nefesini boşalttı yeniden: – Bu babam yok mu, bu babam … diye söylendl. On yedi on sekiz yaşlarındaydı Arif. Sarı sarı bıyıkları cıkmıştı bu yıl. Kocaman yüzü vardı. Babasının büyük oğluydu. Evin işlerini hemen hemen tek başına çeviriyordu. Iki kızkardeşiyle bir erkek kardeşi daha vardı, ama onlar kücüktüler. Hele erkek kardeşi okula bile gitmemişti.

Rüstem’di onun adı. Babası köyde varlıklı bir kişi sayılırdı. Bir zamanlar muhtarlık yaptığı icin tanımlayıcı adı c Muhtar lzzetıı kalmıştı. Köylünün çoğu a krabasıydı. Hatırı vardı heryerde. Iki yıldır kötü bir mide ağrısı çekiyordu. Ankara’ya kadar gitmişti bunun icin. Çok paralar dökmüştü. llôc icmediği gün yoktu. «Kötürüm bir adam oldum.» diye clnlenir sinirlanirdi kendi kendine. Eskisi gibi calışamıyordu. işin zorunu hep Arife yıkmıştı. Gene de işi kendisi idare ederdi. Onun dediği gibi yürüdü herşey.

Değilse bağırır cağırırdı. Arif sigarasının izmaritini yola attı . Atların dizginlerini bileğine geçirip arkaya doğru yeniden yaslandı. Güneş tepeye dikilmiş, iyice kızmıştı. Her günkü öğlelerden birisi başlamak üzereydi. insanın gözü yı lıyordu şimdiden. Ovanın ortasında tozlu yol hep aynı cizgileriyle, küçük kıvrıntılariyle gidiyordu. Başolmuyordu bir türlü. iki yanda yavşanlı d üzlükler, kırac otlaklar uzanıyordu. Beyaz tozlu bir topraktı buraların toprağı. Ve6 rimsizdi. Bunun için tarla yoktu bu tarafta. Köyün sığırları, davar sürüleri yayılırdı. Arif bir gürültüyle uyandı. Yattığı yerde gözlerine inik şapkasına bakarak ortalığı dinledi.

Bir motor sesiydi basbayağı. Doğruldu. Yakub’un Ali karşıdan traktörüyle geliyordu. O da Yüksekkoş’tan köyün önüne sap taşıyordu. Şimdi ikinci setere gidiyordu demek. – Ulan Ali, işin iş … d iye söylendi Arif. Traktör iyice yaklaşınca atak bir devinimle sağa saptı . Arkasındaki boş römorkuyle birlikte Arif’in arabasını sıyırarak geçti. Ali bir elini kaldırarak selam vermişti. Motorun «pat pat» larından sesi duyulmadı. Atlar ürküp kulakları.nı diktiler. Bir toz bulutu i çinde kaldı sap arabası. Sonra toz bulutu sola doğru eriyerek kayıp gitti. Arif atların kafaları a rasındon traktörün taze izlerine baktı.

Toprak yolda koca lastik tekerleklerin izleri diş diş duruyorlardı. Arkada motorun sesi gittikçe azalarak uzaklaştı. Ali’nin boynuna bağladığı mendil Arif’in a klında kalmıştı. O da cebinden kocaman köylü mendilini çıkarıp boynuna bağladı. Tozdan ve güneşten korunmak için iyiydi bu. i lerdeki a rabalar. harmaniara varmışlardı. Bazıları boşaltmaya başlamıştı bile. Biraz sonra karşıdan boş a rabalar göründü. iki tanesi yanlarından geçti. i kinci setere gidiyorlardı. Yorgun, yanık yüzlü köylülerini seldmiadı Arif. Bazıları akrabalarıydı. Arkadaşları, akranlarıydı çoğu. Kimisi gülümsüyordu yanından geçerlerken.

Köyün önüne gelince atların d izginlerini çekerek kendi harmaniarına saptı. Babası öküzleri döğene koşmuştu. Yorgun yorgun dönüyordu ökü2ler. Sacısı Ümmü sürülmüş arpa harmanının çevresini süpürmeye çalışıyordu. Elinde kendisi boyunda bir çalı süpürgesi vardı. Zor gücü yetiyordu zavallının. Toz içinde kalmıştı. Korunmak için yazmasının ucuyle ağzını sarmıştı. Araba harmana girince toz gitmesin diye süpürgeyi bıraktı. Çardağın a ltındaki küçük testiyi kapıp ağasına getirdi. Zayıf kolleriyle arabaya uzattı. Korayağız bir kızdı. On üç on dört yaşlarında vardı. Göğüslerinde şimdiden bir kabartı başlamıştı. Ne de çabuk gelişirdi bu kızlar.

Arif atların dizginlerini arabanın önüne bağladı. Uzatılan testiyi alıp çenesine dikti. Mahsus o kıtarak içiyordu. Serinliyordu dökülen sularla. 7 Sonra yarı boşalmış testiyi Ommü’ye uzattı. Arabanın iplerini çözmeye başladı. Babası yanına gelmişti. – In de ben boşaltayım. dedi aşağıdan. Arif duymamış gibi davrandı. – Ben boşaltırım, dedi. Arabanın üstünde sapiara sakulu dirgeni çıka rıp boşaltmaya başladı. Dargın gibi bir duruşu vardı. Yüzü yaşına uymayacak biçimde ciddiydi. Babası oğluna aşağıdan yan yan baktı.

Sonra öküzlerin yanına doğru yürüdü. Anası bakır bir sini üstünde bir iki kapalı sahanla bazlama ekmekler bulunan sofrayı getirmişti. Çardağın gölgesine koyarak yanına oturdu. Zayıf bir köylü kadındı Işte. Kırkından fazla göstermiyordu, ama çökmüştü. Serok yüzünde yılgınlık gölgeleri vardı. – Gelin ekmeğinizi yeyin gayri! diye seslendi. Arif boşalmış arabayı biraz i leri çekti. Atların kayışını gevşetti. – Su getir kız! diye bağırdı. Ommü testiyi tekrar koşturdu, ağasının eline döktü. Çardağın gölgesine oturdular. Kız tozutmamaya dikkat ederek süpürme işini sürdürdü. Öbürleri yemeklerini konuşmadan yiyorlardı. Birbirlerine yabancı gibiydi ler.

Herkes kendi işini düşünüyordu. Sessizliği baba bozdu: – Daha çok mu sap? diye sordu Arif’e. Söz olsun diye sorulmuştu elbet. Ne kadar sap geldiğini, daha ne kadar geleceğini bilmez miydi hiç? – Çok, dedi Arif. – Biraz çabuk git gel oğlum. Baksana herkes ikinci arabayı getirecek nerdeyse. Arif ağzında lokmasiyle gözlerini ağartarak babasına baktı. – N’ôpiim yahu, dedi. Yürümüyor otlar. Bunlarla iş mi görülür?. Yemeği bırakıp ayağa kalktı. Anası rahatsız olmuştu. – Ne çabuk doydun Arif? dedi. Niye kalktın hemen? Yesene ekmeğini … 8 Arif hiç duymamış gibi arabaya doi:jru yürüdü. Babası arkasından bakorak kafasını iki yana salladı: – Lôf do söylenmez oldu gayri.

dedi. – Hep sende kabahat. diye çıkıştı karısı . Ne istersin çocuktan yemek yerken? Kalkıp. oi:jlunun arkasından gitti. – Arif len. niye kalktın ekmei:jin başından? diye sordu. – Doydum. diye kesip attı Arif. Arabayı hazırlayıp üstüne atladı. Sonra birden kamçıladı atları. Kıyasıya vuruyordu. Boş sap arabosı harmanı toz içinde bırakıp Yüksekkoş yoluno doi:jru soptı. Komşu hormonların arkasında kayboldu. Babası öylece kalmıştı orada.

Sigara yakarak yan üstü uzandı. Yüzü bulanmıştı iyice. – Eşşek oi:jlu eşşek!. diye çıkıştı arkasından. At bei:jenmez. araba bei:jenmez… Benim gibi kırk yıl öküzlerle cekseydi o sapı. ne haltederdi bilmem ki? Anası ezik yürekle sofrayı topladı. Yemekierin yarısı bile yenmemişti … – Bir adam tutmadın! diye çıkıştı kocasına. Çocuğu colıştıra calıştıra öldüreceksin. – Kendine çalışıyor. diye yanıtladı lzzet ağa. Benim şurda üç günlük ömrüm var karı ! Deyyusun oğlu isterse colışmasın. Karaoğlan’ın Hüsnü gibi sersin bacaklorı caminin gölgesine. yatsın. Bana ne? – Yanına bir adam tutuver dedim sana.

Parmak kadar cocuk nasıl boşetsin senin işini? – Kendisi istemedi be! diye azarladı. Sesi sertti. Onun derdi adam mı? Döğene doğru giderken mırıldondı: – Iki yıldır imanıma yetti bu oğlanın derdi. Boşıma iş acocok benim. Döğene binip öküzlere «dôh• dedi. Arif yarı yere varmadan Ya kub’un Ali’nin traktörü ile karşılaştı. Römorkun üstünde iki a rabadon fazla sap yıi:jılıydı. Koco bir harman gibiydi,· titriye titriye geliyordu soplar. Yanına gelince Ali elini sollayorak traktörü durdurdu. – Arif. ateşin var mı? diye sordu. Sonra yere atladı. Şop9 kosı, omuzları. her yanı toz içindeydi. Terli yüzünün ortasında gözleri canlı parlıyorlardı.

Sigaraları yaktılar. Arif sordu: – Daha bitmedi mi sapın? Ali traktöre doğru giderken: – Bitti, dedi. Iki seferlik bir şey kaldı. Yarın emmim gilinkilere başlayacağım. – Sonra? – Sonra da döğen sürecegım. – Traktörle mi süreceksin? – He … – Ali, bizim sapları da cek be. Ali traktöre binmiştl. – Cekelim yavrum, diye seslendi. Parasıyla değil mi? Ben bu mereti nasıl ödeyeceğim?. Daha dört bin lira borcum var … – Bırak borcu canım. Doğru dürüst konuş, çeker misin? – Cekerim, diyorum sana! – Ne zaman? – Söyleyen co k, bakalım … – Amma yaptın ha! Arkadaşlığın böyle mi senin? Önce bizimkini cek işte. Ali gaza bastı. – Cekeriz, kolay! diye seslendi. Motorun «pat pat»ları arasında sap yığılı römork Arif’in yanından h ızla geçti. Arif arabayı yürüttü.

Sigarasından bir çekti. – Yakup’un Ali kadar olamadık … diye söylendi. Bizi yalvartıyor baksana. Vay kahbe dünya vay! Güneşin tüm sıcaklığını omuzunda duydu. Kızgın, yapışkan bir sıcak. Alaf alaf yanıyordu her yer. Toprak yola. terli atlara baktı. icinde usaiıc duyuyordu. Bir de kendisi binseydi şöyle bir motora. Sürmeli Emine’­ nin önünden gaza basıp bir gecseydi. Kolay öğrenirdi sürmeyi canım. Yakub’un Ali bile öğrendikten sonra, ne vardı sanki bunda? – Bu babam yok mu, bu babam … diye mırıldandı. Mahsus ediyor vallahi. Hepten rezil olduk köye.

Tabanca deriz almaz, motor deriz almaz. Bir sıkım kıymatımız kalmadı herkesin yanında. Tüh! . 10 Atları kırbaçladı. Karşıdan gelen sap arabalarının yanından geçti. Kızgın güneş ortalığı yakıyordu. Arif’in sarışın. kocaman yüzü sıkıntıdan kıpkırmızı olmuştu. Yol bitmiyordu bir türlü. Atlar boşuna çabalıyor gibiydiler. Burnunun üstündeki soyukları kaşıdı. Sızlıyordu orası. Kurumuş dudaklarını yolayarak ıslatmaya çalıştı. Yüzünün derisi soyulmuş gibiydi. Bomboş kırlara doğru bakındı.

Daha şimdiden susamıştı. Oysa bu taraflarda damla su bulunmaz. Boynundaki mendili çözüp yüzünü, cinını sildi. Yelpaze gibi sallayorak serinlemeye çalıştı. Boş arabanın üstünde yan dei:)iştirdi. Bir saat kadar sonra Yüksekkaş’a yaklaşmıştı. Yol, ekini biçilmiş. yığınlar yapılmış geniş tarlaların kıyılarından geçiyordu. Uzaklarda adamlar, arabalar çalışıp kaynaşıp duruyorlardı. Yerle göğün arası göz kamaştı rıcı, usandırıcı bir aydınlıktı. Koca boşluğun altına bozkır boyunca tarlalar serilmişti. Ufuklara kadar her taraf tarlaydı. Tek bir ağaç görünmezdi buralarda. Hiçbir yeşillik yoktu. Arif kendi tarlafarına geldi.

Arabayı yığına yaklaştırdı. Dirgenle kuru sap yığınlarını arabanın çardağına bir sıra yükledi. Sonra üstüne çıkıp düzeltti, çok alsın diye çiğnedi. Inip tekrar yükledi. Kan-ter içinde kalmıştı. Mendiliyle yüzünü, boynunu sildi. Herbir tarafı yanıyordu. Bu sıcakta güneşin a ltında zor şeydi çalışmak. Kızıyor. hırslanıyor, ama neye hırslandığını bilemiyordu. Bazan tepinen, sineklenen atlara bağırıp çağırıyordu. Delikanlı yüzü sıcaktan kavrulmuş gibiydi. Uzun bir urganla sapları arabaya birkoc yerinden bağladı. Iki yandan dökülebilecek olanları dirgenle tarayıp aldı. Sonra a rabanın üstüne tırmanıp dirgeni.

kırbacı sapiara soktu. Arabanın ön tarafına oturdu, – Dôôöh!. diye dizginlere asıldı. Arkada, önde başka arabalar vardı. Oremez. başolmaz yolculuk yeniden başlamıştı. Arif geriye yaslandı. Kasketinin siperliğini gözlerinin önüne indirdi. Uyuklemaya başladı. Araba, üstündeki sapları titrete titrete yürüyordu. Öğle üstlerinin kızgın sıcağı çökmüştü ovaya. i nsana nefes aldırmıyordu. Bu saatlerde bozkır canlıları nefes11 sizlikten ağızlarını acarlardı. Bir gölgeye hasret serinlik rüyası içinde her şey bitkin düşerdi. Zordu bu saatlerde yolculuk.

Arif kızgın gömleğin yaktığı omuzlarını sapiara gömdü. Boynuna batıyordu saplar. Doğruldu, aydınlıktan yarı yumulmuş gözleriyle köye doğru baktı. Dünyanın öbür ucundaymış gibi uzaktı köy. – Aaah, ah! diye bağırdı kendi kendine. Atlar korkarak biraz kımıldandılar. Sonra kulaklarını yeniden sarkıttı lar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir