Tamer Korkmaz – Amerikan Iktidarinin Sonu

Tamer Korkmaz’la yapılmış nehir söyleşiden oluşan elinizdeki kitap, Türkiye’nin bir imparatorluk bakiyesi olarak iç ve dış siyaset alanlarının uzun yıllar boyunca nasıl kuşatıldığını ve Ankara’nın bir yıldır bu kuşatmayı içten içe nasıl kırmakta olduğunun çarpıcı macerasını hikâye ediyor. Bunu elbette bir “hikâye” olarak okumayacağınızdan emin bir şekilde diyebilirim ki, Korkmaz, en başta gazeteciliği, o olağanüstü arşivciliği, gözlem ve analiz gücü ve ironik diliyle bize belki de en gerçekçi Türkiye resmini sunuyor. 1940’lı yılların ilk yarısına kadar Đngiltere, sonrasında ABD’nin politik ve ekonomik çıkarlarının, ülkemizin huzur, kalkınma ve istikrarına, özgürlük taleplerine ve siyasal kültürüne ne türden hastalıklar bulaştırdığını, hangi bölgelerde ne cinsten kanserler oluşturduğunu, toplumumuzun ayaklarına hangi prangaları nasıl vurduğunu, bütün bu kâbuslara rağmen, bizi yarın nasıl bir ışıltılı şafağın beklemekte olduğunu Tamer Korkmaz’ın anlatımından ilgi ile takip edeceğinizden eminim… Türkiye’de demokratik kültüre ve politik yaşama vurulan ağır askeri darbelerin arka planını, muhtıra ve bildirilerin adresini, faili meçhullerin nerede nasıl planlandığını ve neyi vurduğunu, ekonomik krizlerin hangi merkezlerden, nasıl bir AN K AR A-VVASH I NGTO N HATTI zamanlama ile planlandığını bu büyük söyleşinin satır aralarında bulabilecek ve duyduklarınıza inanamayacaksınız… Sırasıyla Abdülhamid’in halli, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat müdahalelerinin gerçekçi analizi, okuyacaklarınız arasında. Elbette son dönemin darbe günlüğü, andıç, 27 Nisan e-bildirisi gibi güncelliğini kaybetmemiş konuları, gizli kalan yönleriyle ve ayrıntılarıyla bu röportajın içeriğine dâhil… Bütün bunlardan öte ve önemli olanı ise, ilk defa Tamer Korkmaz’ın yazdığı bir gerçeklik olarak Türkiye’de Mayıs 2006’dan itibaren yaşanan ‘Yörünge Değişikliği’ hadisesi… Ankara’yı ABD ekseninden koparan, yıllar sonra ABD’nin kontrolünden çıkaran, Türkiye’nin gerçek anlamda özgürleşmesi yönünde atılmış müthiş bir adımın başlangıç noktasından bahsediyorum… Kamuoyu henüz ayrıntılarını bilmiyor ve ne olduğunu tam olarak algılayamıyor olsa da, perdenin arkasında köprülerin altından çok sular aktı. Artık Türkiye eski Türkiye, Ankara eski Ankara değil… Bu kitap belki de bu güzelim haberi daha etraflıca verebilmek üzere vücut buldu… Nehir röportajımız, Türkiye’nin büyük sırlarına, en hayati meselesine yani arzın merkezine seyahat ediyor… Bunun için Tamer Korkmaz’a, korkusuz yüreğine, sistematik, arşivci ve analitik çalışmayı esas alan aklına teşekkür borçluyuz… Benimkisi bir elçilik sadece… Elçiye zeval olmazmış… Sadık Uçanlar “Đnsanlar gerçeğe değil, gerçek gibi görünen şeylere inanırlar.” Platon “Đyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.” Mevlana Celaleddin Rumi 1944’ten Bu Yana Türkiye’deki Amerika… Yaklaşık bir yıldır yazılarında yoğun bir biçimde, Türkiye’de 1940’lı yılların ilk yarısından itibaren egemen olan Amerika’nın denetiminde bir yapılanmadan söz ediyorsun. Bu yıllarda Türkiye’de neler oldu? 1944 yılı niçin önemli? Konuyu Türkiye’deki Amerika bağlamında ele aldığımız zaman 1944 yılı çok büyük önem kazanıyor. Đkinci Dünya Savaşı’nın sonucunu belirleyen en önemli atak Amerika’dan gelmişti. Amerika, Avrupa’daki müttefiklerini Hitler’in elinden kurtarmak için Normandiya çıkarmasıyla savaşa müdahale etti. Gidişat tamamen değişti. Sonuçta dünya bambaşka bir biçimde yeniden şekillendi. Bu şekillenme neticesinde Amerika en etkili süper güç haline geldi, ama aynı zamanda o dönem dünyada iki süper gücün meydana çıktığı bir sürecin başlangıcıydı… 2. Dünya Savaşı sona ererken bu çizgi, yani Đngiltere’nin hâkimiyetinin devre dışı kalması ve onun yerini Amerika’nın alması süreci bizim şu andaki başlangıç noktamız. Böylece AN KAR A-VVASH i NGTO N HATTI Türkiye üzerinde o vakte kadar birinci derecede etkili olan Đngiltere’nin yerini Amerika’nın aldığını, bir bakıma Türkiye’nin Đngiltere’den ABD’ye “devredildiğini” görüyoruz… ABD-Türkiye ilişkilerinin gayr-i resmi tarihi 11 Haziran 1944’tür.


Resmi tarihi de 17 Temmuz 1944. Arada çok az bir fark var. 11 Haziran 1944 başlangıcı söyleşimizin değişik yerlerinde bize lazım olacak. 1944’ün Türkiye’sine baktığımız zaman, Atatürk vefat edeli altı yıl olmuş; ‘Milli Şef iktidarı yaşanıyor, yani Đsmet Paşa hükümranlığını sürdürüyor… O dönemde hayli baskıcı bir yönetim anlayışı Türkiye’de egemen. Daha sonra 2. Dünya Savaşı’nın sonuçlarıyla bağlantılı olarak ve genel anlamdaki gelişmelerle bağlantılı olarak Türkiye’de de bazı önemli değişiklikler oluyor… O tarihte Türkiye üzerinde etkili olan birinci derecedeki güç Amerika olduğu için 1946’da Türkiye’de çok partili hayata, görece demokrasiye geçilmesi gibi bir neticeyi bununla bağlantılı olarak görüyoruz. Amerika’dan önceki dönemde ingiltere’nin dünyada’ki hegemonyasına bağlı olarak Türk iç politikası da bir tür ingiltere etkisinde ve gölgesinde gerçekleşiyor diyorsun… Tabii ki… Türk modernleşmesinde Fransa’nın yanı sıra Đngiltere’nin de merkezi bir rolü var o halde? Fransa’nın Türkiye’deki paradigmanın referansı olma temelinde önemi söz konusu, Đngiltere ise daha çok Osmanlı AMERĐKAN ĐKTĐDARININ SON bakiyesi coğrafyada sömürgeci, yayılmacı emelleriyle ve yeni devletin içinde son derece kritik bir politik etkinlik yürütmesi açısından önemli… Tabii bu sürece biraz daha önceki bir tarihe gidip bakmamız gerekir: Yani, hadiseyi 1908-1909’da Abdülhamid’in halliyle birlikte düşünmek durumundayız. Osmanlı Đmparatorluğu’nun fiilen bittiği tarih 1908’dir; bu anlamda “Abdülhamid son padişahtır” diyebiliriz! 1908 bir final olduğuna göre o vakit Osmanlı’ya yapılan büyük “dış operasyon”un bu tarihten önce başlamış olduğu da açıktır… Abdülhamid’i kimler indirdi? Burada Đttihat Terakki’nin içeride en önemli rol oynayan faktör olduğunu görüyoruz… Bununla birlikte Đttihat Terakki’yle bağlantılı dış unsurlar açısından meseleyi ele almak durumundayız. Bunun için birtakım tarihsel dokümanlar üzerinden çok şeyler söylenebilir. Ancak biz güncel bir örnek, daha doğrusu güncel bir itiraf üzerinden konuya yaklaşalım… Geçtiğimiz Şubat’ta mason locasının önemli üstatlarından kabul edilen Celil Layıktez’in Bugün Gazetesi’ne verdiği bir demeç var. Orada diyor ki,”Abdülhamit’i tahttan biz masonlar indirdik!” Devam ediyor: “Selanik’teki Hareket ordusu’nu organize eden Đttihat Terakki, Emmanuel Karasu’nun başkanı olduğu locada organize oluyordu.” Şimdi bakınız bu, geçmişte örneklerini gördüğümüz üzere Đslamcı tezleri savunan kimselerin ileri sürdüğü bir iddia değildir. Ya? Đçeriden çok açık bir itiraftır! Yani, böyle konuşmalar EL ANKARA-WASHiNGTON HATTI genelde Đslamcılardan beklenen ifadelerdir ve bu tür ifadeler komplo teorisi diye yaftalanmıştır. Tu kaka edilmiştir… Ama bu kez içerden bir kişi bunu bir itiraf olarak ortaya koyuyor. Đttihat Terakki üzerindeki etki, sadece masonlara bağlı olarak ele alınabilir mi? Elbette hayır… Çeşitli iddialar, tezler vardır ama genel anlamda bunların hepsi bir şekilde o dönemde hâkim olduğunu düşünürsek, Đngiltere’ye bağlanır.

O dönemde dünyadaki Yahudi hareketi de gelişiyor. 1896-1904 yılları arasındaki dönemde özellikle Siyonizm’in kurucusu olarak kabul edilen Theodor Herzl’ın dünya çapında yaptığı çalışmaları hatırlıyoruz ve özellikle Abdülhamit’ten Filistin’i istediği dönemin aynı döneme denk gelmesini hiçbir şekilde tesadüf olarak göremeyiz… Abdülhamit’in de bu teklifi reddettiğini hatırlıyoruz. Bununla ilgili çalışmaları, Theodor Herzl’ın hatıratı ekseninde Doç. Dr. Yaşar Kutluay yapmıştır. Yaşar Kutluay 1960’lar sona ererken hala çözülemeyen bir şekilde hayatını kaybetmiştir. Yani faile meçhule kurban gitmiştir. Bunu da unutmamak gerekir. 1944’den önce Türkiye’nin kaderinde, Osmanlı’nın son döneminde Đngiltere odaklı bir uluslar arası konsorsiyum daha çok etkindi. Đngiltere dışında tabi diğer ülkeler de vardı içinde. Bu konsorsiyumlar ne zamandan itibaren Osmanlı’nın kaderinde etkili olma~ ya başladı? Aşağı yukarı Tanzimat’tan itibaren diye telaffuz edebiliriz. 1839’da başlayan Tanzimat, ardından 1856’da Islahat Fermanı. Daha sonra 1876’da Abdülaziz’in hayatını kaybetmesi! Yani Abdülaziz’in intihar ettiğine dair resmi görüşün değil, öldüAMERĐKAN ĐKTĐDARININ SONU JB! rüldüğüne dair bir gerçeğin var olduğunu düşünmemiz gerekiyor bu olayları izah etmemiz için… Osmanlı içerisindeki hareketlerin, yaşanan yenileşme hareketleriyle başlayan süreçle bu söyledikleriniz aslında aynı şey. Asıl başlangıcı oradan itibaren görmek lazım… Abdülhamid’in devrilmesinden itibaren bu süreç hızlanmıştır. Osmanlı’nın dağılmasından sonra ülkemizi işgal eden devletler, egemen güçler; Kurtuluş Savaşımızı müteakip Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte, bu defa da yeni devletin içinde etkili olan bir yapı oluşturmaya başladılar… Aslında halkın iradesini yansıttığı demokratik bir rejim olarak düşünülen Cumhuriyet bizde kısa sürede “tek parti, tek ideoloji, tek tip halk” gibi tepeden inmeci bir model haline getirilmiştir… Bunun böyle olmasında elbette Đsmet Đnönü’nün kayda değer bir rolü vardır.

Atatürk’ün son yıllarında Đnönü ile büyük bir ihtilaf yaşadığı tarihi bir gerçek. Đnönü’nün CHP diktası ile birlikte sahte bir Atatürkçülük başlamış, bir anlamda “Đnönü Atatürkçülüğü” icat edilmiştir… Yıllardır süren “bize özgü laiklik” uygulamasına işte o noktadan yani “Đsmet Paşa Rejimi”nden geldik. Bizdeki uygulama, laikliğin evrensel özüne aykırı bir laikliktir… Tekrar Osmanlı’ya dönersek; bir yandan Osmanlı kendini yenileme ihtiyacını duydu doğal olarak. Fa~ kat bu yenileme sürecinde de uluslararası güçler siyasal ve ekonomik çıkarı olan güçler bunu bir sömürgeleştirme faaliyeti olarak kullandılar… 19. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde Osmanlı’nın içinde bağımsızlık hareketleri ortaya çıkıyor. Mesela Yunanistan bağımsızlıAN KARA-VVASH i N GTO N HATTI ğını kazanıyor. Oradan itibaren artık Osmanlının parçalandığı döneme giriyoruz. Yüzyılın ikinci yarısına girilirken içerden yönetim mekanizmasını yavaş yavaş ele geçirmeye başlayan bir yapı ortaya çıkıyor. Osmanlı’nın son dönemdeki yönetimine geldiğinizde ise kabinelere bakıyorsunuz. Orada kimi veziriazamlar, maliye nazırları vesaire incelediğiniz zaman bunlar dışarıyla bağlantılı kimseler olarak, örneğin masonluklarıyla öne çıkan kimseler olarak görünüyor. Bunlar Đttihat Terakki’nin güçlendiği ve baskın olduğu dönemde devlet mekanizmasında çok ileri noktaya geliyorlar. Theodor Herzl’ın hatıratında da bu bağlantı var yani açıkça “Bize yakın” diye ifade ettiği kimseler bunlar! Evet, bunları orijinal hatıratında görmek mümkün… Ama zaten birçok tarih kitaplarında buradaki mekanizmaların dışarıdaki güçlerle çok yakın ilişkilerde bulunduğu, özellikle Đngilizlerle çok yakın ilişkiler içerisinde bulunduğu artık bilinen bir gerçek… Bakınız, Abdülaziz’in öldürülmesinden sonraki süreçte Osmanlı hanedanının başat simaları Đttihatçılar tarafından öldürülmek istenmişti. Abdülhamit başta olmak üzere hanedan bir daha toparlanamayacak biçimde tasfiye edilmek istenmişti. Abdülhamit uzun bir süre direndi ancak yalnız kaldı ve sonunda tükendi. Dışarısıyla ve onunla bağlantılı içerideki gayri milli unsurlara karşı mücadeleyi kaybetti, sonuçta… Şimdi, burada Đttihat Terakki operasyonuyla birlikte Osmanlı imparatorluğu’nun çökertilmesi arasında bir bağlantı olduğu ortaya çıkmış durumdadır.

Özellikle “Arabistanlı Law-rence” operasyonunun bununla ilgili belki en spesifik örnek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü orada Đttihat Terakki’yi yönlendiren güçlerle Lawrence’ı Arabistan coğrafyasında operasyon yapmak için gönderenlerin aynı güçler olduğu ortada… AMERĐKAN ĐKTĐDARININ SONU Đttihat Terakki’nin Osmanlı coğrafyasında, Đslam topraklarındaki davranışları, uygulamaları o topraklardaki Araplar başta olmak üzere farklı etnik unsurları rahatsız etmiştir. Çünkü Đttihat Terakki milliyetçi politikalar uyguladı, kuşatıcı olmak istemedi. Osmanlı’nın çimento olma vasfını terk etti… Bir defa böyle bir politikanın uygulanmasının arkasında Đngiltere var. Öteki tarafa baktığımız zaman Lawrence’ın Osmanlı’ya karşı Arap kitlelerini milliyetçilik ekseninde kışkırtmasını (Şerif Hüseyin vesaire Araplık davası adına Türk ordusuna karşı Đngilizlerle beraber hareket ettiler) esas alırsak, aynı anda iki operasyonun birden işlemiş olduğunu görürüz… Biri sol el, biri sağ el gibi işliyor ve iki operasyon doğal olarak Đslam dünyasında bir karşıtlık meydana getiriyor. Böylece Türkler ve Araplar arasında çok uzun sürecek bir husumetin temeli atılmış oldu… Batılı egemenlerin Yahudileri Filistin’de hâkim kılmayı başarmasında çift taraflı kurgulanan bu ayrı düşmenin, bu büyük kırılmanın çok önemli bir etken olduğu açıktır. Türkiye ile Arap dünyası arasındaki kopuş o kadar uzun sürdü ki ta günümüze kadar devam etti. Ama artık bunun son bulduğunu söyleyebilecek durumdayız. Son Arap Birliği Zirvesi’nde Türkiye’ye tarihte ilk kez özel bir muamele yapıldı. Bu şekli bir iş değil, temeli var… Uzun yıllar sonra ilk kez Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında Türk-Arap kardeşliği vurgusu yapılmasının gerçek bir anlamı var. Yine son dönemde tarihte ilk kez bir Suudi kralı, yine tarihte ilk kez bir Suriye Cumhurbaşkanı Türkiye’yi ziyaret etti. Bütün bunlar yeni bir dönemin başladığının göstergesidir. AN KA RA-VVASH i NGTON HATTI Araplara yönelik, gündelik dilimize bile girmiş olan çok olumsuz şeyler oryantalistik çabaların sonucu… Tabii ki… “Paranoyak olmanız izlenmediğiniz anlamına gel’ mez” sözünü hatırladım. Fehmi Koru’nun Beyan’dan çıkan bir kitabı vardı, CIA raporlarından yola çıkarak oradaki bilgilerden yazdığı bir kitap. Mesela Çorum’un bir ilçesinde yayınlanan mahalli bir mevkutenin bile Amerikan istihbarat birimleri tarafından izlendiğini, içeriğinin dökümünün yapıldığını, yani bu kadar ayrıntılı izlendiğini yazıyordu.

Oryantalizm, bu bağlamda, sömürgeciliğin keşif kolu olarak üretilmiş… Kesinlikle. Çok önemli bir parçası… O zaman 1944 yılı bir kırılma mıdır? Bir milat diye-bilir miyiz? Evet, kesinlikle. Türkiye’nin gayr-i resmi biçimde Amerikan hâkimiyetine girişi 11 Haziran 1944’tür. Bu Amerikan hâkimiyetine geçişi şu şekilde algılarsak yanlış olur. Bu uzaktan Amerika’nın Türkiye üzerinde hâkimiyeti gibi bir şey değildir. Ya? Amerika’nın Türkiye’nin can damarlarında dolaşması anlamında bir hâkimiyettir. Herkes 1952’de Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle Amerika’nın Türkiye’de önemli bir rol aldığını düşünüyor. Bu da bir yanılgıdır. Bu da bir dezenformasyondur. Bundaki amaç, 1952’nin milat olarak gösterilmesindeki amaç Türkiye’deki Amerikan etkisinin varlığı ve pratiği ile ilgili olarak tarihsel gerçeği göz ardı ettirmektir. AMERĐKAN ĐKTĐDARININ SONU Nasıl? 1952 yılında NATO süreciyle başlatırsanız, bütün faturayı Menderes’e çıkartmış olursunuz! Yakın tarihimizdeki en büyük yanılgılardan bir tanesi, “Menderes Amerika’nın cici adamıdır” yargısı ucundan kıyısından değil, tümüyle geçersizdir… Ama kamuoyuna o kadar büyük bir kirli propaganda yapılmıştır ki yıllardır, psikolojik harekât o kadar uzun sürmüştür ki bu kesin bir yargı olarak konmuştur. Ben tam tersini söylüyorum. Menderes, Amerika’nın etkisine, “Đçimizdeki Amerika”nın bizi yönetir hale gelmesi gerçeğine ilk itiraz eden ve sırf bu itirazı yüzünden hayatını kaybeden kişidir. Buradaki temel gerçek şudur. “Kontrolden çıkan” Menderes’in infazına 27 Mayıs darbesinden önce karar verilmişti.

Aynı dönemde bir de John F. Kennedy var… Evet, ona da geleceğiz. O dönemi ben çok detaylı bir şekilde anlatmak istiyorum. Özal’ın Amerikancı olarak nitelenmesi de benzer bir dezenformasyon mudur? Kesinlikle… Kimler yapıyor bunu? Türkiye içerisindeki devlet yapısında hâkim Amerikancı bir çizgi var. Bunlar yapıyor. Bu çizgiye, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde itiraz eden iki lider var. Kategorik anlamda itiraz eden ama tabi ki bu itirazını doğal olarak açıktan ortaya koyması mümkün değildir. Çünkü zaten bu itirazı yapan kişiler hep yalnız bir şekilde mücadele etmişlerdir, Amerikan varlığına karşı. AN KARA-VVAS H i NGTON HATTI Bu çizgide birinci kişi Menderes, ikinci kişi Özal’dır. Mesela Ecevit’in zaman zaman Amerikan menfaatlerine karşı çıkışı göz ardı edilmemelidir Ancak bu kategorik olarak bir çıkış anlamında değildir. Bunu bir kenara ayırıyoruz. “Gerçeklik, yanılsama olduğu unutulan yanılsamadır” Jacgues Derrida “27 Mayıs’ın Arkasında Tümüyle ABD’nin Çıkarları Vardı…” Yazılarında, Türkiye’nin yakın tarihinin, bir bakıma gizli bir Amerikan yapılanmasının provokasyon ve manipülasyonları ekseninde geliştiğini dile getiriyorsun. Başka bazı yazarlarda da bu yönde imalar var veya resmi tarih tezlerinin dışında olan Đdris Küçükömer gibi, Aybar gibi vatansever olan, Türkiye üzerinde de ciddi tezler üretmiş insanlarda da bu analizleri okumak mümkün. Özellikle Küçükömer’de var bu. Kıvıl-cımlı’da da rastlamak mümkün.

Türkiye’de derin bir Amerika örgütünden söz edilebilir o zaman, fiilen. Yani adını koymak gerekirse Amerika’nın ekonomik, siyasal, ulusal çıkarlarını kollamak üzere Türkiye’yi karıştırmaya çalışan, ekonomik ve politik kanallarını tıkayan, bozan, çarkına çomak sokan, Türkiye’nin normalleşmesine, olumlu seyrine refah ve demokrat bir toplum olması yönünde engeller ortaya koyan bir derin Amerika örgütünden söz edebilir miyiz? AN KARA-VVASHĐ N GTON HATTI Türkiye’deki Amerikancı çizgideki hâkim devlet yapısının varlığını şu şekilde ifade edelim. Ama tabii ki bu 1944-2006 yılları arasında geçerli. 2006’da ne olduğu sorusunu daha sonraya bırakıyoruz… Şimdi, buradaki yapı Türkiye’deki darbelerin arkasında destekleyici olarak değil bizzat bunun can damarlarında dolaşan bir yapı. Mesela 27 Mayıs’ı yaptı. 27 Mayıs’ta Menderes’in infaz edilmesine karar veren bu yapı 27 Mayıs’ı neden yaptı? Tarihsel ezberi bozuyoruz. Menderes “uçak kazası”ndan (Şubat 1959) kurtulmasaydı, -o bir kaza değil, suikasttır- 27 Mayıs olmayacaktı. Bu tamamen Menderes’e yönelik bir infaz projesidir. Menderes içimizdeki Amerikan etkisine veya Amerikan varlığına karşı çıktığı için hayatını kaybetti… Böyle bir infazı meşru göstermek için hukuk dışı, insanlık dışı kanlı bir senaryo yazıldı. Türkiye 27 Mayıs nifakı ile ateşe atıldı. 27 Mayıs diğer darbeleri de doğurdu. Çünkü yapı aynı; Amerikancı bir yapı… Türkiye’nin potansiyeline uygun olarak büyümesine engel olan, Türkiye’yi dizginleyen, kanını emen bir yapı… Menderes’in elbette başlangıçta iktidara gelirken bu işin nasıl döndüğünü algılaması, görmesi mümkün değildi. On yıl iktidarda kaldı; yolun yarısında diyebileceğimiz bir zaman dilimi içerisinde gizli yapıyı gördü. Menderes’in üzerinde Cumhurbaşkanı Bayar vardı. ABD’nin çizgisinde hareket eden de Bayar’dı… Yani Türkiye’nin damarlarındaki Amerikancı yapılanmanın resmini gördü… Evet… Menderes’in bu resmi gördükten sonra da Amerika’nın etkisi altında kalan bazı icraatlar yaptığı söylenebilir.

AMERĐKAN ĐKTĐDARININ SONU Ancak, mecbur kaldığı için yapmıştır. Çünkü yapayalnızdır. Bu derin ve güçlü örgütlenmeye karşı tek başına karşı koyabilecek durumda değildir, maçı çevirebilecek durumda değildir. Bunu unutmamak gerekir. Hele ki Celal Bayar faktörü varken…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir