Tarkan Tufan – Deniz, Firtinali Yillar

DÜNYADA 68 HAREKETİ’Nİ HAZIRLAYAN SEBEPLER 968 yılı, tüm dünyada dengelerin alt-üst olduğu, siyasal ve ekonomik açmazların yarattığı tepkimenin sokaklara yansıdığı bir milattır. Prag sokaklarında özgürlük için tankların önüne yatan üniversitelilerden, Sorbonne Üniversitesi’ni işgal eden işçi-öğrenci ittifakına kadar milyonlarca insan baskıya ve onun çeşitli biçimlerine karşı tüm varlıklarını ortaya koyuyordu. Sanayi ülkelerinin İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından iki kutuplu ve baskıcı sistemlere mahkûm edilen dünya halkları, ekonomik ve sosyal buhranların yanı sıra maruz kaldıkları baskı, kovuşturma ve yeni paylaşım savaşlarının yarattığı yok edici etkiyi kırabilmek için sokakları özgürleştirmeye yelken açmıştı. Her ne kadar hoş bir ütopya gibi görünse de bu hayalin bedeli hayli ağırdı. Fransa’nın yıllar boyunca özgürlükçü hareketleri kan ve barutla bastırdığı Kuzey ve Orta Afrika ülkeleri; ABD’nin Maoist Çin’in etkisini kırabilmek amacıyla işgal ettiği Kamboçya ve Vietnam; İngiltere’nin daha fazla güç ve kazanç amacıyla sömürüye maruz bıraktığı Ortadoğu, Arap Yarımadası, Afrika ve Güney Amerika ülkeleri; İspanyol, Portekiz, Belçika ve Hollanda’nın sömürüsüne maruz kalan onlarca halk ve ülke, bu gidişe dur deme zamanının geldiğine inanıyordu. Benzer biçimde Doğu Bloku ülkeleri de artık statükocu bürokrasinin kök saldığı Sovyet yapısının aman vermeyen baskısından kurtulmanın çarelerini arıyordu. Yani, özgürlük konusu tüm dünyanın gündemindeydi. Küba’da Ernesto Che Guevara ve Fidel Kastro önderliğinde gerçekleşen Sosyalist devrim, Arap ülkelerinde iktidarı eline geçiren Baas Partisi seksiyonları, Arnavutluk, Yugoslavya, birçok Asya ve Afrika ülkesi, Orta ve Güney Amerika çeşitli politik grupların devrimlerine ve ayaklanmalara tanık oluyordu. Dünyanın bu bulanık hali elbette Türkiye’yi de etkiliyor, Marshall yardımları projesiyle Sovyetler Birliği ve Komünizm düşmanlığı propagandaları, faili meçhul cinayetler, toplu katliamlar, tutuklamalar ve bu faaliyetlere karşı çıkan halk kesimleri arasında amansız bir mücadele devam ediyordu. İsmet İnönü’nün iktidarı Adalet Partisi’ne devrettiği yıllarda başlayan Amerikan yanlısı propaganda ve devlet kadrolarındaki Amerikancılaştırma faaliyetleri tam hız devam ediyor, özgürlük ve eşitlik talepleri kesin bir şekilde baskı ve şiddetle yanıtlanıyordu. Tarihe ‘6-7 Eylül Olayları’ adıyla geçen ve İstanbul’un Rum nüfusuna karşı organize edilen katliam ve linç provokasyonları, halkın içine ekilmiş olan kin ve nefret tohumlarının en yalın ve ırkçılığa ilişkin göstergelerini oluşturmaktaydı. ABD eliyle ve yerel hükümetlerin işbirliğiyle gerçekleştirilen bu ırkçıklaştırma ve kapitalistleştirme operasyonları, dönemin medyasının ve bürokratlarının da geniş bir desteğini almış, hatta kimi gazeteciler ve yazarlar Amerikan Büyükelçiliği tarafından maaşa bağlanmış durumdaydı. Dönemi daha iyi anlayabilmek için işin tarihsel kısmının iyice analiz edilmesi gerekmektedir. Bugün bir kahraman ya da vatan haini olarak anılan birçok insan, tüm dünyayı sarsan bu küresel krizler çağında tarih sahnesine inmişlerdir. Dönemin en çok göze çarpan özelliği, kısa bir zaman zarfında tüm dünyaya yayılıveren anti-emperyalist ve anti-kapitalist tepkimedir.


Bu tepkimenin ana dinamiklerini savaş karşıtları, sınıf hareketleri ve özgürlükçü hareketler oluşturmaktaydı. Büyük sanayi tekelleri, petrol şirketleri, maden şirketleri ve silah tüccarları tarafından desteklenen ve finanse edilen bu savaş ve mücadelelerin sonucu, kasalara giren daha fazla para ve ezilen, köleleştirilen veya yok edilen onlarca ülke ve halk olmuştur. Örneğin, Orta Afrika cumhuriyetlerinden birisinde faaliyet gösteren Fransız şirketleri, bir dönem iktidar sahibi olan askeri cuntayı desteklerken, bir süre sonra “Marksist” olduğunu iddia eden isyancı güçleri desteklemiş, bu güçlere silah yardımı yaparak iktidara taşımış ve daha önceki petrol anlaşmalarını yenileyerek kâr marjını artırmıştı. Dönem dönem değişiklikler gösteren bu gizli anlaşmalar ve oyunlarla tüm dünya kan gölüne çevrilmişti. İktidar sahiplerinin ve uluslararası tekellerin bu kanlı oyunları elbette bir tepkiyi de beraberinde getirecekti. “Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var!” ve “Güzellik Sokaktadır!” sloganlarıyla sokakları ve kamu binalarını işgale yönelen binlerce insan, tüm dünyayı kontrolü altına alan bu çılgınlığa bir dur demek için alanları doldurmaktaydı. 68 tepkimesi, genel bağlamda kapitalizmin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde bir bütün olarak dünya ölçeğinde yarattığı sosyal ve ekonomik çelişkilerin dışavurumuydu. Dünya ölçeğinde milyonlarca işçi ve öğrenci bu toplumsal tepkimenin içinde yer aldı ve yaşanan süreç birçok ülkenin siyasal, toplumsal ve kültürel hayatında önemli değişikliklere sebep oldu. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI DÖNEMDE ABD’NİN HÂKİMİYET ÇABALARI İkinci büyük paylaşım savaşının askeri cephede kazanılmış olması tek başına yeterli görünmemekteydi. ABD’nin şimdiki amacı, politik ve ekonomik dengeleri kendi lehine çevireceği planlarını yürürlüğe sokmaktı. Savaş boyunca Sovyetlerle oluşan zoraki işbirliği sona ermiş, köşe başlarını kapmak için amansız bir mücadele başlamıştı. Gizli servisler aracılığıyla yürütülen operasyonlar çağı başlamıştı. Dünyanın geri kalmış bölgelerinde Sovyet propaganda ve halk hareketleri iktidarları sarsmaya başlamışken, ABD’nin hareket alanı daralmaktaydı. İşte bu daralmanın önüne geçebilecek gizli planlar tek tek gün yüzüne çıkmaya başladı. Dünyanın yeni durumu da İkinci Büyük Savaş’tan geri kalmıyordu: Tüm kıtalarda iç savaşlar, ayaklanmalar, katliamlar ve yoksulluk salgın gibi yayılmaktaydı.

Truman’ın Komünizm Karşıtı Doktrini 1947 yılında ABD Başkanı Harry Truman tarafından Sovyet tehdidine karşı hazırlanmış ve ‘Truman Doktrini’ adıyla anılan politik plandır. Truman Doktrini, ABD’nin uluslararası politikalarının değiştiğini ve Sovyet düşmanlığının bu yeni politikada temel nokta olduğunu ilan etmiştir. Bu doktrin ile ABD iktidarı “komünizm tehdidi”ne maruz kalan devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır. Başkan Truman, 12 Mart 1947 tarihinde ABD kongresinde bu doktrini açıkladı. Başkan Truman’a göre Amerika, komünizme karşı silahlı mücadele veren ve dış ülkelerin baskısı altında bulunan devletlere parasal ve askeri yardım yapmalıydı. Bu amaçla Kongre’den 400 milyon dolar kullanma izni istedi. Kongre’nin 22 Mayıs’ta bu isteğini kabul etmesi üzerine, Türkiye’ye 100 milyon, Yunanistan’a ise 300 milyon dolar yardım yapıldı. Truman Doktrini’ni hızlandıran başlıca neden, Sovyetler’in güneye doğru yayılmasıdır. Yunanistan’da komünist gerillalarla zayıf merkezi hükümet arasında başlayan iç savaş, Truman Doktrini’nin ilan edilmesini hızlandırmıştır. Ayrıca Sovyetler’in Türkiye’den toprak ve Boğazlar’da ortak savunma antlaşması istemesi ve bu amaçla Türkiye’ye baskı yapması, diğer hızlandırıcı nedenlerdir. Almanya’nın çöküşü, II. Dünya Savaşı boyunca bastırılmış düşmanlıkları tekrar su yüzüne çıkardı. Almanya’ya karşı Sovyetlerle ittifak kurmuş olan Amerika ve İngiltere, Bolşevik Devrimi’nin ilk günlerinden beri komünizme düşmanlardı. Hatta başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra Bolşeviklerle mücadele eden Çarlık yanlısı Rusları desteklemiş ve bu amaçla Vladivostok, Murmansk ve Archangelsk limanlarına asker çıkarmışlardı. ABD’nin Nagasaki ve Osaka’ya attığı atom bombaları Japonya’nın teslimiyetine yol açarken, aynı zamanda Amerika’nın askeri üstünlüğünü de gözler önüne serdi.

Bu iki saldırıyı Sovyetler’e yönelmiş bir tehdit olarak algılayan Stalin, Batı ile arasında kendisine bağlı uydu devletler kurarak bir “tampon bölge” oluşturmak istiyordu. Bu ilke Sovyetler’in savaş sonrasında Doğu Avrupa politikasının temelini oluşturmuştur. Bu amaçla Sovyetler’in kendi ideolojisini yaymaya çalışması ve Doğu Avrupa’da komünist uydu-devletler kurmaya başlaması, Amerika’da büyük bir paniğe neden olmuştu. Bu yüzden 1947’den itibaren ABD dış politikasının temel öğesi komünizmle mücadele olmuştur. Truman Doktrini’nin en önemli sonucu, Yunan İç Savaşı’nın seyrini değiştirip, merkezi hükümetin komünistleri yenmesini sağlamış olmasıdır. Böylece Soğuk Savaş’taki ilk silahlı mücadelelerden birinden Batı Bloku savaşı kazanarak çıkmış oluyordu. Truman Doktrini, kendisinin ardından gelecek olan Marshall Planı’na öncülük etmiş ve doktrinin başarısı Marshall Planı’na da uygulama alanı açmıştır. Doktrin, yeryüzünün iki kutba ayrıldığını ve SSCB-ABD mücadelesinin başladığını ilan etmiştir. Buna ek olarak, Amerika, II. Dünya Savaşı nedeniyle ekonomisi bitme noktasına gelmiş olan İngiltere’nin bölgeden çekilmesiyle oluşan boşluğu dolduruyor, böylece Sovyetler’in güneye doğru yayılmasını engellemiş oluyordu. ABD, dünya ölçeğindeki alışılmış dış politikasını değiştiriyor ve I. Dünya Savaşı sonundaki dışa kapalı tavrının aksine, küresel siyaset içerisinde aktif bir rol üstlenme ye başlıyordu. Bu siyasetin genel çizgileriyse İngiltere’nin eski kolonyalist-sömürgeci politikasının revize edilmiş bir yansımasından başka bir şey değildi. Dünyaya özgürlük propagandası yaparken bir yandan da sosyal mücadeleleri engellemek amaçlı gizli örgütler kuruyor; para piyasalarında tartışılmaz bir kontrol sağlanarak, Sovyet bloğu dışında kalan ülkeleri ekonomik açıdan kontrol altına almaya çalışıyor; paranın yetmediği yerde paramiliter güçler oluşturarak iç savaşlar ve darbeler organize ediyordu. İşte Amerika’nın Truman Doktrini ile dünyaya vaat ettiği şey buydu: Baskı, toplu katliamlar, yoksulluk ve iç savaşlar… Bu dönemin ikinci yayılma planıysa Truman Doktrini’nin takipçisi niteliğindeki Marshall Planı’ydı.

Bu planı özel kılan şeyse ABD’nin Türkiye’yi sınır karakolu yapma planlarını içeren ilk plan olmasıdır. Marshall Planı George Catlett Marshall’ın İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa ülkelerinin ekonomisinin yeniden kurulması için hazırladığı yardım planıdır. Plan dünyaya “fakirlik, umutsuzluk, kaos ve açlığa karşı yardım planı” olarak sunulsa da bunun Sovyet etkisini kırmak için hazırlanmış politik bir manevra olduğu herkesçe malumdur. Planı uygulamaya sokan Amerika’nın hedeflerini şöyle sıralamak mümkündür: Ekonomik ve sosyal bazda büyük bir kriz yaşayan Avrupa’ya yardım ederek kapitalist ekonominin yeniden işlerliğe kavuşmasını sağlamak; Amerikan mallarının ihracatını kolaylaştırmak ve Sovyet yanlısı güçlerin Avrupa’ya yayılmasını engellemek. Marshall planı, 1948 yılında başkan Truman tarafından imzalanan bir kanunla kabul edildi. Program dört yıllık bir süreyi kapsamaktaydı. Program çerçevesinde yapılan yardımlara da “Marshall Yardımları” denmektedir. ABD, yardımları karşılığında Avrupa ülkelerinden ekonomik ve mali bağımsızlıklarını artıracak yönde çaba göstermelerini, bu amaçla gerekli iç önlemleri almalarını ve aralarında yakın bir işbirliği gerçekleştirmelerini istiyordu. Böylece Avrupa ülkelerinin ABD’ye bağımlılıkları da azaltılmış olacaktı. Avrupa onarım programının uygulandığı dört yıllık süre içerisinde ABD, Avrupa’ya 11.4 milyar dolar yardım yaptı, bunun % 90’ı doğrudan hibe şeklindeydi. En fazla yardım alan ülkeler İngiltere (% 24), Fransa (% 20), Federal Almanya (% 11) ve İtalya (% 10) idi. 12 Temmuz’da İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç’in katılmasıyla toplanan 16’lar Konferansı, 22 Eylül’de Amerika’ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladı. Bu program üzerine Amerika, 3 Nisan 1948’de Dış Yardım Kanunu’nu çıkardı. Amerika, bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16’lara 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı.

Bu yardımlar daha sonraki yıllarda da devam edecekti. ABD’nin yardım teklifi götürdüğü Avrupa ülkelerinden 16’sı yardımı kabul etmiş; SSCB ve güdümündeki Doğu Avrupa ülkeleri yardımı kabul etmemiştir. Dönemin SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri Stalin planı bir kandırmaca olarak değerlendirmiş ve tartışmaya bile gerek görmeksizin plana katılmayı reddetmiştir. ABD plan çerçevesinde 20 milyar dolarlık bir yardım hazırlamış, bu paranın paylaşımını organize etmek için de Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü kurulmuştur. ABD’nin politik hedeflerine giden yolu açan Marshall Planı, ABD’nin öngördüğü politik hedeflerine de ulaşmıştır: Avrupa savaş sonrası neredeyse yok olan ekonomik dengelerine yeniden ulaşmış, piyasa ekonomisi Avrupa’daki tabanını güçlendirmiş ve komünizm akımı Doğu Avrupa sınırları içerisinde kalmıştır. Yardım planı çerçevesinde Türkiye’ye de 1948-1952 yılları arasında 351 milyon 700 bin Amerikan Doları “yardım” yapılmıştır. Özellikle Menderes döneminde gözlenen Amerikan yanlısı politikaların meyvesi de böylece alınmış oluyor, gitgide gerilen dünya politikası içerisinde, düşman kardeşler Türk ve Yunan devletleri belki de yıllardır ilk kez bir konuda hemfikir olarak, Amerika’nın koruyucu kanatları arasına giriyorlardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir