Theodor Fontane – Effi Briest 3

Üç gün sonra oldukça geç bir saatte Innstetten Berlin’e geldi; saat dokuzu bulmuştu. Effi, Eff i’nin annesi, kuzeni, hepsi gardaydı; karşılaşma içten oldu; en içten Effi davranıyordu. Bindikleri araba, Keith Caddesi’ndeki yeni yapının önünde durduğu zaman, havadan sudan bir sürü şey konuşmuşlardı. Innstetten hole girince: “O! iyi bir ev seçmişsin, Effi!” dedi. “Artık köpekbalığı, timsah ve umarım hortlak da yok.” “Hayır, Geert, artık bunlar geçmişte kaldı. Şimdi başka bir dönem başlıyor; artık korkmuyorum, eskisinden daha iyi olmak, daha çok senin istediğin gibi yaşamak isteğindeyim.” Bütün bunları, kilimle kaplı merdivenlerden ikinci kata çıkarlarken kocasının kulağına fısıldadı. Dagobert ile Bayan von Briest de arkadan geliyordu. Yukarıda daha bazı eksikler vardı; ama rahat bir ev izlenimi yaratmak için çalışılmıştı: Innstetten bundan duyduğu sevinci dile getiriyordu. “Effi, sen gerçekten de küçük bir peri gibi beceriklisin” dedi; ancak Effi, kocasının kendisini övmesini kabul etmeyerek annesini gösterdi; asıl övgüyü hak edenin annesi olduğunu söyledi. Her eşyanın nereye konması gerektiğini tek tek annesi belirleyerek hep11 sine en uygun yeri bulmuş, böylece doğal olarak çok zaman kazanılmış ve iki kadının neşesi hiç bozulmamıştı. Sonunda Roswitha da beyi selamlamak için geldi; bu sırada “Küçük Bayan Annie bugünlük kendisini bağışlamanızı rica ediyor” diyerek şaka yaptı – Roswitha’nin gurur duyarak yaptığı ve beklediği ilgiyi gören bir şaka. Kurulmuş olan sofranın çevresine oturdular; Innstetten kendisine bir kadeh şarap koydu; “mutlu günler” dileyerek kadehini herkesle tokuşturduktan sonra Effi’nin elini tutup: “Şimdi anlat bakalım, Effi” dedi; “hastalığın neydi?” “Ah! Bunu bir yana bırakalım, canım! Sözünü etmeye bile değmez. Bana biraz ağrı çektirdi; planlarımızı altüst ettiği için dc bize hayli sıkıntı verdi; ama daha fazla bir etkisi olmadı.


Şimdi de geçti. Sanırım, sana yazdığım gibi, ince zekâlı, sevimli bir yaşlı olan Rummschüttel beni çok iyi tedavi etti. Doktorlukta pek parlak bir ün sahibi değil ama annem bunun daha iyi olduğunu söylüyor. Her şeyde olduğu gibi, annemin herhalde bunda da hakkı var. Bizim iyi doktorumuz Hannemann da herkesçe tanınmış bir doktor olmamasına karşın, tanısında hiç yanılmazdı. E, söyle bakalım: Gieshübler ne yapıyor? Bütün ötekiler ne alemde?” “Bütün ötekiler de kim? Crampas, hanımefendimize saygılarını sundu…” “Lütfetmişler…” “Papaz da aynı biçimde saygılarını sundu, yalnızca kent dışındaki soylu aileler oldukça soğuk davrandı; esenleşmeden ayrılmış olmandan beni sorumlu tutmak ister gibi görünüyorlardı. Dostumuz Sidonie iğneli anıştırmalar bile yaptı. Yalnızca, önceki gün özel olarak gittiğim Ba12 yan von Padden, selam ve sevgilerine içten bir sevinç gösterdi. “Çok güzel bir kadın olduğunu, ama benim seni iyi korumam gerektiğini söyledi. Ben: “Zaten Effi beni bir kocadan çok eğitmen olarak görüyor” diye yanıt verince, hafif bir sesle ve neredeyse dalgın bir halde: “Kar gibi beyaz küçük bir kuzu” dedi. Sonra da bu konuyu kapadı.” Kuzen Briest gülüyordu. “Kar gibi beyaz küçük bir kuzu… İşitiyorsun ya, kuzinim!” dedi. Amcasının kızıyla alay etmeyi sürdürmek istiyordu; ancak onun sarardığını görünce bundan vazgeçti. Genellikle geçmişteki olaylar üzerindeki konuşmaları bir süre daha sürdü.

Sonunda Effi, Innstetten’ın sözlerinden, Kessin’deki bütün ev halkından yalnızca Johanna’nm Berlin’e gelmek istediğini anladı. Johanna da doğal olarak daha orada kalmıştı; iki üç gün sonra kalan eşyayla birlikte gelecekti. Innstetten, Johanna’nın kararından hoşnut olmuştu; çünkü adamlarının içinde en çok işe yarayan oydu; sonra Johanna, üstüne başına her zaman büyük kentlerin gerektirdiği biçimde özen gösterirdi. Belki biraz fazla bile şıktı. ChristelTe Friedrich, çok yaşlı olduklarını ileri sürmüşlerdi; Kruse konusunuysa zaten açmaya bile değmezdi. Innstetten: “Burada arabacıya ne gerek var?” diye sorarak sözünü tamamladı: “Artık at ve araba tempi passati; (*) Berlin’de bu lüksün yeri yok. Bir kez, kara tavuğu bile barındıracak yer bulamayız. Yoksa evimizi olduğundan küçük mü görüyorum?” (*) Tempi passati: Latince geçmiş zaman anlamına gelir. Innstetten, at ve arabanın kendileri için bir lüks olduğunu düşünerek geçmiş günlerde kaldığını söylemek istiyor. (Çev:) 13 Effi başını salladı; konuşmada kısa bir ara olunca, genç kadının annesi saatin on bire yaklaştığını ve epeyce yolu olduğunu ileri sürerek ayağa kalktı; araba durağı yakın olduğu için de kimsenin eşlik etmesine gerek görmediğini söyledi. Kuzen Briest elbette bu görüşü kabul etmedi. Az sonra, ertesi gün öğleden önce yeniden bir araya gelmek üzere sözleşerek birbirlerinden ayrıldılar. Effi oldukça erken kalkmıştı; hava hemen hemen yaz gibi sıcak olduğu için kahvaltı sofrasını açık duran balkon kapısına değin yaklaştırmıştı; Innstetten da gelince, onunla birlikte balkona çıkıp dedi ki: “Ee, ne dersin? Bitki bahçesinden ispinoz kuşlarını, hayvanat bahçesinden de papağanları işitmek istiyordun. Bilmem artık, her iki yandan da istediğin olacak mı? Ama bu olasılık içinde. Bak, işitiyor musun? Bu ses karşıdan, küçük parktan geliyor.

Asıl bitki bahçesi değil ama, aşağı yukarı orası sayılır.” Innstetten hayran olmuş bir durumdaydı; aynı zamanda, bütün bunları kendisine bizzat Effi yaratmışçasma ona minnet duyuyordu. Sonra sofraya oturdular; biraz sonra Annie de geldi; Roswitha Innstetten’ın çocukta büyük bir değişiklik görmesi gerektiğini söyledi; Innstetten da çocuğun gerçekten çok değişmiş olduğunu kabul etti. Sonra sırayla Kessinlilerden, Berlin’de yapacakları ziyaretlerden ve sonunda bir yaz yolculuğundan söz ederek konuşmalarını sürdürdüler. Ama randevularına zamanında yetişebilmek için sözlerini yarıda kesip kalkmak zorunda kaldılar. Î\: ~\: Sözleşmiş oldukları gibi “Kırmızı Saray”m karşısındaki Helm’de buluşarak değişik mağazalara girdiler; Fiiller Lokantası’nda yemek yedikten sonra, vakitlice eve dön14 düler. Hep birlikte iyi bir gün geçirmişlerdi; Innstetten büyük kent yaşamına yeniden katılıp o yaşamın etkisini duyabilmekten içten içe son derece hoşnutta. Birkaç gün sonra, 1 Nisan’da, özel deftere adını yazdırmak üzere başbakanlığa gitti. (Çekindiği için kendisini başbakana kabul ettirmekten vazgeçmişti.). Sonra görevine başladığını haber vermek amacıyla bakanlığa uğradı. İş ve tören bakımından çok yoğun bir gün olmasına karşın kabul edildi; üstü tarafından özel bir iltifatla karşılandı. Üstü: “Onun ne denli değerli olduğunu bildiğini, bu tahmininde hiç yanılmayacağına emin olduğunu” söylemişti. Evde de her şey yolundaydı. Bayan von Briest’in, daha önceden tahmin ettiği gibi, hemen hemen altı hafta tedavi gördükten sonra Hohen-Cremmen’ e dönmesi Effi için gerçek bir üzüntü oldu; Johanna’nm o gün Berlin’e gelmesiyle bu üzüntü bir ölçüde hafiflemişti.

Bu yine dc bir avuntuydu; sarışın ve güzel Johanna, kendi çıkarını hiç düşünmeyen, çok iyi yürekli Roswitha kadar Effi’nin sevgisini kazanmamışsa da, son derece hünerli bir kız olması ve erkeklere karşı da bilinçli olarak çok sakıngan davranması dolayısıyla gerek Innstetten ‘in, gerekse genç hanımının gözünde aynı saygınlığa sahipti. Bir Kessin dedikodusuna göre, o aslını, Pasewalk garnizonunun uzun zamandır emekliye ayrılmış bulunan bir büyüğünden almıştı; Johanna’nm kibar hali, güzel, sarı saçları, bütün tavır ve davranışlarındaki sıradışılık bununla açıklanmak istenirdi. Gelmesiyle herkesin duyduğu sevinç onu da sevindirdi; eskisi gibi orta hizmetine ve Effi’nin işlerine bakma görevini üzerine almaya hoşnutlukla razı oldu; aşağı yukarı bir yıl boyunca Christerden göre göre yemek pişirme 15 sanatını bir hayli öğrenmiş olan Roswitha ise mutfak işlerine bakacaktı. Annie’nin bakımı da Effi’ye düştü; Roswitha doğal olarak buna gülüyordu. Çünkü o genç kadınları tanırdı. Innstetten kendisini tümüyle işine ve evine vermişti. Effi’nin daha taşkın neşeli ve şen olduğu gözünden kaçmadığı için, o da Kessin’de olduğundan daha mutluydu. Effi kendisini daha özgür hissettiği için taşkın bir neşe gösterebiliyordu. Gerçi geçmiş, genç kadının yaşamında hâlâ etkisini sürdürüyordu; ama artık onu korkutmuyor, korkutsa bile bu, eskisinden çok daha seyrek ve geçici oluyordu; dahası, içini ürperten bir anı, ona özel bir çekicilik katıyordu. Her davranışında, bağışlanma diler gibi üzünçlü ve acılı bir eda vardı; bütün bunları daha belirgin bir biçimde gösterebilse daha mutlu olurdu. Ancak hiç kuşkusuz buna olanak yoktu. Nisanın ilk haftalarında kan koca ziyaretlerini yaparlarken, büyük kentin toplum yaşamı henüz bitmemişse de, sona ermek üzereydi. Bu nedenle toplantılara doğru dürüst katılamadılar. 15 Mayıs’tan sonraysa çağrı ve şölenler tümüyle kesilmişti. Öğleyin Innstetten bakanlıktan geldiğinde, bitki bahçesinde buluşmak ya da öğleden sonra Charlottenburg Sarayı’nın (*) bahçesine doğru bir gezinti yapabilmek, onları eskisinden daha hoşnut ediyordu.

Eff i, sarayla portakal ağaçlannın yetiştirildiği limonluk arasındaki ge- (*) Charlottcnburg, 1920’de Berlin’le birleştirilerek ilçe haline getirilen bir kenttir. Birinci Frederik’in eşi Kraliçe Sophie Charlotte’nin adını alan Charlottenburg Sarayı’nın bahçesinde Prusya kral hanedanının anıtkabri bulunmaktadır. Kraliçe Luise, Kral Üçüncü Friedrich Wilhelm, İmparator Birinci Wilhem ve Kraliçe Augusta burada yatarlar. (Çev.) . Ifi niş önyüzün önünde bir aşağı bir yukarı gidip gelirken, Roma imparatorlarının oradaki görkemli yontularını tekrar tekrar seyreder, Neron (*) ile Titus (**) arasında dikkate değer bir benzerlik bulur, çamlardan düşmüş kozalakları toplar, sonra Spree ırmağı (***) tarafında tek başına duran “Belvedere”ye değin kocasıyla kol kola giderdi. Effi: “Burada da bir zamanlar hortlaklar görünmüş” dedi. “Hayır, hortlaklar değil, yalnızca ruhlar gözükmüş.” “ikisi de aynı şey.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir