Theodor Herzl – Yahudi Devleti

Şimdi ben, ‘Yahudiler…’ diye cümleme başladığımda, özellikle geçtiğimiz yüz yılı göz önüne alarak bu sözü açtığımda herşey den bahsediyor olabilir miyim? Yani 20. yüzyıl içinde olup biten herşeyden… Geçtiğimiz yüzyıl içinde tarih sayfalarınca bize ezberletilen her olayda, iyi ya da kötü her vakıada Yahudi parmağı olduğunu dillendirsem acaba Anti-Semitik olur muyum? Acaba, Avusturya sınırları içindeki meşhur soykırım şehrinin varlığından şüphelendiğimde çok mu dikkat çekerim? Güneydoğudaki (ülkemizin güneydoğusu) arz-ı mevud’a dahil edilmiş topraklar üzerinde oynanan oyunların bizim öldüğümüz teröre sebebiyet verdiğini düşündüğümde komplo teorisyenlerinin taklasına mı gelmiş olurum? Spielberg’in filminin gri zemininde koşan kırmızı hırkalı kız çocuğunu gördüğümde şairane bir gülümseyişle mi bakmalıyım, ya da gözyaşımın tuzundan gözlerim kıpkırmızı olması şart mı? Neden söz konusu tema, ulusların kaderi olduğunda, sinema ve edebiyat ürünlerinin birçoğu Nazilerin Yahudileri Avrupa’dan çıkarması ya da onları öldürmesi üzerine? Pekala, Paris’in bir cafe’sinde sesli şekilde düşündüğümde, yanımdakilerle bunların ne düzeyde gerçekliği olduğunu tartıştığımda tutuklanır mıyım? Ya da teneke Trampeti okuduğumda, Paris’in bir meydanında… Cumhuriyetimizin ilanının hemen arkasından gerçekleşen üniversite reformuna katkıda bulunmak için Nazi Almanya’sından ülkemize kaçan Yahudi öğretim üyelerine ve çağcıl bir neslin yetişmesi için gece uyumayan Yahudi dadılara, mürebbiyelere tek tek teşekkür mü etmeliyim? Peki, Jön Türklerin Siyonizm’le ilişkisi neydi? Hangi Padişahlar ve Krallar masondu? Pekala, biz Türkiye’de yaşayanlar Yahudiler hakkında ne düşünmeli? Türk Musevilerle aramızda Theodor Herzl’in söylediği gibi bir Yahudi Meselesi de yok! Var mı? Bilmiyorum! Ne var ki, keyifle okuduğumuz bir edebiyatçının ya da fikirlerini hararetle savunduğumuz düşünürün Yahudi olduğunu öğrendiğimizde duraksıyoruz ve vitrinlerde çokça yer alan, başlığında ‘Siyonizm’ ifadesiyle zihnimizde farklı bir anlam bulan; kuru kafa, pergel, güneş, piramit gibi şekillerle bezeli kitapları gördüğümüzde biraz olsun ürpermiyor muyuz? Yahudi deyince aklımıza kısa boylu; geniş, korkak, zeki ya da kurnaz bir suratla gözlerimizi kovalayan; her zaman sanki yeni ürettiği mamulü, hizmeti uzatıp cebimize kollayan bir adam canlanmıyor mu? Bu adam her zaman gizli işler yapan, bizi kandıran ya da ‘işte bu adam Yahudi’dir’ diye kandırıldığımız bir simge olabilir mi? Bilmiyorum! Pekala, biz bunları niye düşünüyoruz? Yahudilerden korkmalı mıyım? Ya da onlardan korkutuluyor muyum? Bu kimler tarafından sağlanıyor? Bazı çevreler onların bunu sağladığını söylüyor. Belki sosyal bilimler ve metotlar yardım eder ama modern dönemlerde sadece sosyal bilimler değil bir çok disiplinde onların parmağı var. Yargısallıktan uzaklaşıp olgusallığa nasıl sığınabilirim şimdi! Bu durumda kimden, nasıl, ne kadar şüphelenmeliyim? Ancak Theodor Herzl’in kitabının en başında yaptığı şu açıklama biraz ipucu veriyor görünüyor: “Yeni ürünlerin üretimiyle dünyayı ciddi bir şekilde değiştirmek için Rip Van Winkle’ın uykusuna benzeyen derin uykumuzdan uyanmamıza gerek yok. Teknik gelişme, bu harika dönem boyunca zeka düzeyi çok sınırlı ve dar görüşlü bir adamın bile çevresindeki bütün yeni mamullerin dış görünüşünü şaşı gözleriyle fark etmesine imkân tanıyor… İşte bu adamları yatırımın, ekonomik girişimin ruhu meydana getirdi!” (Yahudi Devleti, Theodor Herzl) Gog ve Ben Rubi’nin Akıl almaz Sohbeti… Edebi metinler arasında kısa bir gezintide Yahudi karşıtı söyleme çok az rastladım; sanırım en etkili –ya da eğlenceli demeliyim- olanlarından birisi de Papini’nin Gog’u. Gog, sayısı yüzü geçen tarihi simayla ya da belirginleştirilmiş tiplemeyle sohbet ediyor: İşte Ben Rubi geliyor ve Gog, ona neden zeki ve korkak olduğunu soruyor, cevabı bizim çelişkimizi de ortaya koyuyor: “Korkak mı [!] Herhalde vücut cesaretinden, maddi, hayvani cesaretten bahsediyorsunuz. Yahudiler sadece cesur olmakla kalmazlar, pervasızdırlar. Yahudiler zannedersem Dâvut zamanında bile barbarların anladığı manada kahraman olmuş değillerdir, fakat bütün milletler arasında ilk defa, insanın hakiki kıymetinin, benzerlerini öldürmekten ziyade zekasını kullanmakta olduğunu anlamışlardır. Sonra dünyaya dağılışlarından beri, Yahudiler daima hükümetsiz, ordusuz olarak kendilerinden nefret eden bir kalabalık arasında yaşamışlardır. Nasıl olur da onlarda Haçlıların ve Kondottilerini’nin kahramanlıklarının görünmesini istersiniz? En sonuncusuna kadar imha edilmemek için, onlar da savunma araçlarını icada mecbur kaldılar. İki tane buldular: Para ve zeka… Ayaklar altında çiğnenen, suratına tükürülen Yahudi, düşmanlarından intikam almak için ne yapabilirdi? Goyimlerin [Goy da denir] ideallerini alçaltmak, kıymetten düşürmek, içyüzünü meydana vurmak ve Hıristiyanlığın ayakta durabilmek iddiasıyla dayandığı kıymetleri mahvetmek! Hakikaten, iyi dikkat ederseniz, Yahudi zekası, bir asırdan beri, düşünce binanızın dayandığı sütunları, en aziz inançlarınızı baltalamak ve kirletmekten başka bir şey yapmamıştır.” (Gog I-II, Ben Rubi’nin Fikirleri, Giovanni Papini, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 2000, s. 69-70) Devam ediyor Ben Rubi konuşmasına, bu ‘en aziz inançları baltalayan ve kirleten’ Yahudilerden; Heine’nin, Marx’ın, Nordou’nun, Freud’un, Bergson’un isimlerini anıyor ve diyor ki ‘daha da devam ediyor [bu liste ve], ‘politikadan hiç bahsetmiyorum.’(…) ‘Asırlardan beri imbikten süzdüğümüz bu zehirlerin yıprandırıcı, parçalayıcı tesirleri, Grek, Latin ve Hıristiyan aleminden Yahudilerin büyük intikamıdır. Grekler bizi gülünç hale soktular, Romalılar parçalayıp dağıttılar, Hıristiyanlar bize işkence edip yağma ettiler, fakat biz kuvvetle intikam alabilmek için çok zayıf olduğumuzdan, Eflatun’un Atina’sı, imparatorların ve papazların Roma’sından doğan medeniyetin dayandığı temelleri çürütecek bir saldırıya geçtik.


Şimdi intikamımız tam kıvamındadır. (…) Yahudi kendi nefsinde en korkunç iki ucu birleştiriyor: Madde sahasında despot, fikir sahasında anarşisttir. Ekonomik cihetten hizmetçimiz, fikir cihetimizden kurbanımızsınız. (…) Şimdi intikamımız tam kıvamındadır…’ Gog I-II, Ben Rubi’nin Fikirleri, Giovanni Papini, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 2000, s. 73) Pekala nedir Ben Rubi’nin tarihi? Herkesin bildiği tarih… Yahudilerin varolduğu tarih içinde binlerce yıl çilesi çekilen bir sürgünün izleri yer alıyor, tıpkı Ben Rubi’nin dediği gibi. Bu tarih içinde soyları tükenmeden varlıklarını sürdürmek için geliştirdikleri davranış biçimleri ve manevralar yeni, eski tüm tarihçileri şaşırtmış; Tacitus bile buna parmağını ısırmış: “Yahudilerin sarsılmaz mukavemetleri, özelikle de, ok yağmuru altında bile dini ayinlerini sürdürmeleri karşısında hayrete kapılmıştı. Sanki kente ‘derin bir huzur hakimmiş gibi’ Tanrı onuruna, günlük kurbanlar, ölülere yapılan adaklar ve diğer tüm ibadetler titizlikle sürdürülüyordu. Tapınak ele geçirilip mihrabın etrafında boğazlanırken bile günlük ayinlerini terk etmediler. Ama içlerine kapanıklılıkları, -Gentile’lerle [Yahudi olmayanlar. Goy ya da Giyom da denir] temasın kendilerini kirlettiği inancı- düşmanlarını çileden çıkarıyordu. Yahudiler artık Filistin sınırlarının dışına taşmışlardı: Grek- Roma Dünyasının büyük kentlerinin pek çoğunda ve Fırat’ın ötesindeki Pers İmparatorluğunda önemli Yahudi Cemaatleri bulunmaktaydı. İskenderiye’ de daha İ.Ö. üçüncü yüzyılda Yahudilerin içlerine kapanıklılıkları eleştirilmekteydi. Pagan kültlerine katılmama konusunda benzersiz muafiyetler ve Şabat’a uyma izni kazanmış oldukları Roma’da Cicero, Profallaco (Flakus savunması) adlı yapıtında bir kabile halinde yaşamalarından ve hak etmedikleri bir nüfus sahibi olmalarından Tacitus ise, ‘Historia’de (Tarihler), Yahudilerin, kendi yorumuna göre, insan sevmezliklerinden yakınır: “Diğer tüm halklara karşı yalnızca nefret ve düşmanlık besliyorlar, yemeklerini ayrı yiyor, ayrı uyuyor ve ırk olarak şehvete eğilimli olmalarına rağmen, yabancı kadınlarla ilişkiye girmekten kaçınıyorlar; ama kendi aralarında hiç bir şey gayri meşru değil.

” (Tapınak Şövalyeleri, Piers Paul Read, Dost Kitabevi, 1999, s. 20) Bu satırları okuduğumuzda hemen aklımıza bölünen ya da yiten Roma karşısında o dönemin Yahudilerinin şen gülüşleri, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl milliyetçiliğini körükleyen nedenler ve bugünkü savaşlar akla geliyor: “Din ile mezhep farkları ile birlikte, milliyetçilik, batı Avrupa dışındaki toplumları parçalayıp yönetmenin yöntemi olmuştur: ‘böl ve yönet’ yöntemi. Kavmi milliyetçilik Kuzeybatı Avrupa’da Germen dillerini konuşan toplumlar ile İsrail kavminin kendilerine mahsusu tarihi, coğrafi, iktisadi ile milli şartlarının verisi olduğunu söylemiştik. Kavmi milliyetçiliğin ideolojileştirilmiş iki ucu, milli toplumculuk ile Siyonculuk (fr. Sionisme) doğal sonuçlardır. Bunu, Germen ile İsrail toplumlarının dışına taşınması, özellikle de Müslüman aleme ‘ekilmesi’ doğal olmayan sonuçlar yaratmıştır. Arap ile Türk milliyetçilikleri, bu doğal olmayan duruma örnek teşkil ederler.” (Çağdaş Küresel Medeniyet, Ş. Teoman Duralı, Dergah Yayınları, 2000, s. 162) Yine Ben Rubi’nin o bilgece duran sözlerinin arkasında bu manevralarla varolmalarının haklı gururu ve diğer ırklara, kavimlere karşı üstün olma duygusu var; ama acaba ırki bir üstünlükleri var mı? Çok ünlü tarihçi Will Durant şöyle bir şey diyor: “İbrani ırkından olanlar ancak Samidir ve Asya’nın diğer Sami ırklarıyla kıyaslandığında göze çarpan hiçbir farkları yoktur diyebiliriz. Ne olduysalar onu tarihleri yaptı. Kendi tarihlerini kendi yapmadılar. Daha ilk bakışta birkaç ırkın karışmasından oldukları göze çarpar. Bir mucize söz konusu olmadıkça, yakın doğuda bu kadar sayısız karışmadan sonra, saf bir ırkın varlığı kabul edilemez.” (Yahudiliğin Tarihi ve Siyon Liderlerinin Protokelleri, Will Durant-Roger Lambelin, Okumuş Adam, 2004, s.

17) Üstünlük meselesi antropolojik düzeyde kısaca böyle yanıtlanıyor ve Siyonizm ülküsü etrafında gezinen devlet teorisi, Ben Rubi’nin intikam olgusunu müşahhas kılabilir ancak. Ya da şöyle demeliyiz intikam olgusunu gerçekleştirebileceğiniz bir mevzi, bir toprak seçmelisiniz; en azından şöyle diyebiliriz: İsrail’in Filistinli Müslümanlarla ve dünya düzeniyle çatışması Theodor Herzl’in kastettiği doğrultudan çıkıp, özellikle son elli yıldır olaylar intikam mevzisine yerleşti. Yahudi Devleti proje olarak, Moses Hess ve Leon Pinsker gibi Siyonist düşünürler tarafından Herzl’den daha önce düşünülmüştü. Ancak Theodor Herzl’in üzerinde durmamızın nedeni, bu konuyu en üst düzeydeki diplomatik ve politik çevrelere taşıyarak dünya kamuoyu çerçevesine oturtmuş olması. Ya da yine eğer Yahudi dönüştürücülüğünden bahsedecek olursak, Herzl’in “Yahudi meselesi, ulusal bir meseledir ve bu sorunu gidermek için büyük milletler tarafından düzenlenmiş bir konsey dahilinde tartışılarak, bunun bir dünya meselesi haline dönüştürülmesi gerekir” sözünden hareket edecek olursak I. Dünya savaşı sonrasını ve Will Durant’ın şu paragrafını hatırlamalıyız: “… bu barış, savaşan devletlerin iktisadi kalkınmasına engel olmak suretiyle Yahudilerin idare etmekte olduğu büyük bankalara savaş zenginleri yüzünden şen milletler arası tröstlere ve dünyanın ihtiyat paralarını elde tutanlara elverişli oldu. İsrail Zangwill’in ‘Milletler Topluluğu Yahudi ilhamının ürünüdür’ demiş olmasında hayret edilecek bir şey yoktur. Yahudi Cemiyetleri yetkilisi Lucien Wolf da, Cenova’da Milletler Topluluğu toplantısına iştirak ettikten sonra bu cemiyetin Yahudiliğin en aziz ve kutsal geleneklerine uygun olduğunu ve bütün Yahudilerin, mümkün olan her vasıta ile bu cemiyeti korumayı kutsal bir vazife gibi telakki etmek zorunda olduklarını tekrarlamaktan hiç de çekinmedi.” (Yahudiliğin Tarihi ve Siyon Liderlerinin Protokolleri, Will Durant-Roger Lambelin, Okumuş Adam, 2004, s. 88) Yani, Yahudi Devleti’nin kurulma aşamalarından birisi para ile yönlendirilmiş Birleşmiş Milletleri’in kurulma aşamasıydı. Yahudi Devleti ve Herzl… Herzl, Neue Freie Presse Gazetesinin Paris muhabiri olarak çalışırken Dreyfus Davası’na tanık olur ve Yahudi Meselesinin ancak Yahudi bir ülkenin kurulmasıyla çözülebileceğine inanır. Ardından Herzl, bu projesini tartışmak üzere Baron Maurice de Hirsch (sanırım kitapta geçen Baron, Hirsch’in ta kendisi) ile görüşür ancak bir netice alamaz. Ve oturup bütün tasarılarını kağıda döker ve bu tasarılar ‘Yahudi Devleti’ kitabına dönüşür. (Herzl’in yine tasarılardan oluşan bir kitabı daha vardır: Altneuland /Eski-yeni Vatan) [1] Yahudi Devlet’inin en başında Herzl, bir Yahudi anavatanı bulma harekatının basit bir ütopik teori olmadığını, Yahudilerin çok kötü koşullarda sıkıntı çektikleri, yaşadıkları baskıları sonucunda doğan gerçekçi bir teklif olduğunu öne sürer. Bunu tek bir Yahudi’nin savunması, bu planın uygulanabilirliğini azaltacaktır.

Ancak bir çok Yahudi bunun önemli olduğuna karar verirse, uygulanması da tamamen olası olabilecektir. Pinsker gibi Herzl de, Yahudi sorunun ancak Yahudilerin tek bir ulus olarak birlik olmasıyla çözülebileceğini düşünerek çağrısını yapar: “Bizler, her yerde onurumuzla toplumsal yaşama karışıp kendi halimizde bir birlik oluşturmaya ve atalarımızın itikadını, inancını korumaya gayret ediyoruz. Ancak ne yazık ki, bunu yapmamıza izin verilmiyor. Bizler boş yere, bulunduğumuz ülkede sadık biçimde vatanseverlik gösteriyoruz; sadakatimiz bazı durumlarda aşırı noktalara gidiyor, boş yere mülkiyete ve hayata aynı fedakârlıkları veriyoruz; yaşadığımız ülkenin bilim ve sanattaki şanını ya da ticaret yaparak ve iş sahası oluşturarak zenginliğini arttırmak için boş yere çalışıyoruz. Yüzyıllardır yaşadığımız ülkelerde biz hâlâ yabancılar gibi oturup ağlıyoruz ve bu ülkeler, Yahudilerin acıyı çok önceleri tecrübe ettikleri topraklar ve onların, bu ülkelerin sahiplerinin ataları bu topraklara çok sonraları yerleşmişler. Kamuoyu biraz düşündüğünde, kimin bu toprakların yabancısı olduğuna karar verebilir (…) Ben burada, birey olarak kendi adıma bu beyanda bulunurken, haklarımızın herhangi bir kısmından vazgeçecek değilim. Yeryüzünde şimdi olduğu gibi, herhangi bir zamanda da muhtemel haklarımız kalıcıdır, önceliği vardır. Bu yüzden bir zamanlar göçe zorlanan Fransız Protestanları gibi bizim için de sadık birer vatansever olmamızı düşünmek pek akıllıca değildir. Ancak bunun gerçekleşmesi için bir şartımız var; eğer ancak huzur ve barış içinde kalabilirsek iyi birer vatandaş olabiliriz…Ancak bu şartın gerçekleşeceğini düşünmek aşırı iyimserlik olur; doğrusu ben, huzur içinde kalabileceğimizi düşünmüyorum.” (Yahudi Devleti, Theodor Herzl) Herzl, bütünüyle Avrupa’daki ve bütün dünyadaki Yahudileri ülkeye, oraya çağırıyor. Herzl düşünsel aşamada ön koşulları hazırlanmış bir göçün, bir ülkenin ilk çağrısını yapıyor ve aslında harici bütün meselelerin giderildiğine, Yahudilerin kendi içindeki dayanışma gerekliliğine atıfta bulunuyor. O an itibariyle varolan sorunlardan birisi olan Yahudilerin kendi aralarında bulunan farklı tabakalaşmaya değiniyor; farklı düzeydeki ulusunun vatandaşlarına kaynaşmaları gerektiğini söylüyor kitap boyunca. Ulusu, ya da herhangi bir ulus koca bir çocuk onun için. “Bir ulus, daima ve her yerde eğitilebilecek koca bir çocuktur. Ancak bu koca çocuğun eğitimi en uygun şartlarda bile, daha önce ifade edildiği gibi, çok zaman alacaktı, ki başarıyla tamamlanmış metotlardan önce diğer vasıtalarla biz kendi güçlüklerimizi ortadan kaldırabilelim.

” (Yahudi Devleti, Theodor Herzl) Herzl’in bölümlerden, aşamalardan oluşan kitabı, bir Yahudi Devleti kurma ülküsünün planı etrafında heyecanla genişliyor, serpiliyor. Zekice bir tonla kendi ulusuna seslenen Herzl, aynı zamanda bütün ipuçlarını ele veriyor. Bu kitap yazıldıktan ve okunduktan kısa bir süre sonra Herzl hayata gözlerini yumuyor. Bu kitaptan bir yıl önce Herzl Sultan II. Abdülhamit’ten büyük bir meblağ teklif ederek Filistin’i istemişti.Bu kitaptan yaklaşık elli yıl sonra, tıpkı Herzl’in dediği ve istediği gibi İsrail Yahudi Devleti kuruluyor ve tüm dünyanın canını yakan İsrail-Arap mücadelesi başlıyor. Bu kitap yazıldığı sıralarda, Herzl ‘Birinci Dünya Siyonist Kongresi’ne başkanlık yapıyor ve Kongre’den beş yıl sonra Filistin’e ilk göçler gerçekleşiyor. Herzl, yaşadığı sıralarda Yahudiler Amerika’da yaşayan halklar arasında en yoksul grup. Fakat Birinci Dünya Savaşı ve kaosunu takip eden dönem içinde, spekülasyonlar dahilinde ‘sigorta ve emlak’ krallarına, dünyanın en zengin insanlarına dönüşüyor Yahudiler; tıpkı Herzl’in tarif ettiği gibi. Elbette bir kahin değil Herzl; disiplinli, sistemli, bütün Yahudiler gibi yeryüzünü ve onun insanlarını tanıyan bir Yahudi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir