Tinaz Titiz – Farzedinki Hindiyiz

Ço ğunuz ise içinden çıkamayaca ğınız durumlarda – ki pek sıktır- konuları saptırma özelli ğinize akıl diyorsunuz. Biz ise “akıl”ı daha farklı anlıyoruz. Akıl, sonsuz uzay-zaman süreklili ği içinde tüm canlı ve de cansız türlerinin varlığını koruyabilmesi için göstermesi gereken “varlığa uyum” yetene ğidir. Bu ölçüt altında biz sizlerden daha akıllıyız. Sizlerle bizler arasındaki başlıca fark, sizin içgüdü dedi ğiniz, bizlere Tanrı tarafından verilmiş ve sizlerde çok zayıf olan özelliktir. Bu özelli ğimiz, yukarıda sözünü etti ğim yüksek uyum yetene ğimizin sebebidir. İçgüdülerinizin çok zayıf oldu ğunu, bunu ise akılınızla kapattığ nızı sanıyorsunuz. İçgüdü zayıflığı sizin türünüze önemli bir sorumluluk yüklemiştir. E ğer kendinizi iyi terbiye edebilirseniz tüm canlı-cansız sistemine yüksek uyum gösteren kişilikler ortaya çıkarabiliyorsunuz. Ama ço ğunuz bunu yapamıyor ve hem öncekileri hem de tüm canlı-cansızları rahatsız edici kişilikler yaratıyorsunuz. Aslında kendi deyiminizle o kadar akılsızsınız ki, canlı ve cansızlardan oluşan evreni tahrip etmek için gösterdi ğiniz ola ğanüstü gayretin anlamsızlığını dahi idrak edemiyorsunuz. Kendinizi, Dünya’nın sahibi sanıyorsunuz. Bunları hoşgörüyoruz. Çünkü duyu organlarınızın çeşidi ve algılama alanı çok dardır. Örne ğin gözleriniz karanlıkta göremez, koku alma yetene ğiniz çok zayıftır.


Dengenizi dahi korumayıp aya ğ a kalkmışsınız. Fiziki direnciniz ve do ğaya uyum yetene ğiniz azdır. Birçok yardımcı araç kullanıyor, hatta bizim kürklerimizden yararlanmaya çalışıyorsunuz. En acı 233 olanı da dişilerinizin bizim derilerimizi yüzüp giymesidir. Erkekleriniz ise sıkıntılarını unutmak için av dedi ğiniz içkili, e ğlenceli canlı yoketme turları düzenliyor. Yine kendiniz ve etrafınızı kandırmak için bu akıl almaz sadizmi “do ğa dengesini korumak” için yaptığınızı savunuyorsunuz. Halbuki acaba kaç tane avcınız do ğanın muhteşem dengesi hakkında ufacık bir bilgi sahibidir. Bütün bunları size acıyarak izliyor ve kendi akıl sistemimizde de ğerlendiriyoruz. Eko-sistem denilen gerçeklik içinde bunların farkına birgün siz de varacaksınız. Ama belki o gün nesliniz için vakit geçmiş ve yok olmuş olacaksınız. Belki bizleri de yok edeceksiniz. Benim görevim sizi uyarmaktır. Aklınızı (kendi aklınızı) başınıza toplayın, bizimle dostane ilişkiler kurmaya çalışın. Bu sistem ancak bütünüyle yaşayabilir. Sadece size hizmet edemez.

Benden uyarması… İmza: Ayı (Ekm.’91) 234 AÇIK MEKTUP Sevgili insanlar, Oldukça uzun bir süredir hemcinslerime yönelik aşa ğılamalara artık bir cevap vermek amacıyla bu mektubu yazmak ihtiyacını duydum. Aslında, söz konusu aşa ğılamalar çok uzun süredir mevcut olmasına, birbirine hakaret etmek isteyen herkesin bizim adlarımızdan birini kullanmasına ra ğmen, son zamanlarda kazanmış oldu ğu yo ğunluk, konuya bir açıklık getirmeyi zorunlu kıldı. Yakından bildi ğiniz gibi, otobüste aya ğına basılan kişilerin “dikkat etsene ayı” ya da sinema bileti kuyru ğunda arkadan gelip kaynak yapanlara ” ayı sıranı bekle” gibi uyarılarda bulunulması dilinizin klasik deyimleri arasındadır. Sevgili İnsanlar, Kusura bakmazsanız,meseleye farklı bir şekilde bakıldığında sizlerin, daha do ğrusu bizleri aşa ğılayanların ne kadar acınacak durumda oldu ğunu sizin mantık yapınızla açıklamaya çalışaca ğım. Bütün canlı türlerinde oldu ğu gibi sizler de topluluklar halinde yaşıyorsunuz. Kendi aranızdaki ilişkiler, dil aracı da dahil olmak üzere bir kültür yaratmıştır. Aynı şekilde bütün canlı türlerinin de kendilerine özgü, ama birbirine benzemez kültürleri vardır. Bu kültürleri şekillendiren birçok faktör vardır. Örne ğin, derisi siyah insanlar ya da kısa boylu bir insan kavminin geliştirdi ği kültürler birbirinden epey farklıdır. Hatta Dünya yüzünde yaşadığınız yerlere göre, 231 birbirine hiç benzemez diller, dinler, gelenekler geliştirmişsiniz. Farklı insan toplulukları olarak bu yüzden birbirinizi anlamakta, kabullenmekte güçlük çekiyorsunuz. Hatta fiziki bir ayrılığa dayanmayan, mesela meslek, hobi, alışkanlık gibi konular dahi sizleri gruplaşmaya ve kendi dışınızdakileri dışlamaya itiyor. Bu uyum yetersizliklerinizi örtmek için kendinize “en uyumlu canlı” gibi bir sıfat da uydurmuşsunuz. Akıllı (o da ne demekse) olanlarınız bunun farkında ama ço ğunuz bunu sahi sanmakta.

Benzer şekilde, yetersiz oldu ğunuz tüm alanlarda utancınızı gizlemek için kendinizi yüceltici sıfatlar icadetmişsiniz. Türünüzün özelliklerinden başlıcası yetersizliklerinizi gizlemek için kendinizi ve çevrenizi aldatmaya kalkmaktır. Aptal olanlarınızın kaş çatıp, ciddi pozlar takınarak düşünüyormuş rolü yapmanız, ahlaksız olanlarınızın boyuna namustan sözetmesi, kimseyi sevmeyenlerin sevgi sözünü dilden düşürmeyişi, bu özelliklerinizin bazı örnekleridir. Yetersizliklerinizin bu denli fazlalığı, Tanrının sizleri hiçbir canlıda olmayan “üstün akıl” ile donattığı inancına kadar sizleri götürmüş. Halbuki, duyu organlarınız biraz gelişmiş, gözlem yetene ğiniz biraz fazla tekamül etmiş olsa pekala her canlı türünün ve de bizim kendi akıl sistemlerimize sahip oldu ğumuzu, sadece bunların birbirinden farklı oldu ğunu, bu sebeple de birbiriyle karşılaştırılamayaca ğını, sadece “oldu ğu gibi” var kabul edilmesi gerekti ğini anlayabilirdiniz. Ço ğunuz “akıl” dedi ğiniz şeyin ne oldu ğunu tam bilmiyorsunuz. Bir kısmınız enformasyon depolayabilme özelli ğini (bilgisayar dedi ğiniz aletler sizden çok depolar), bir kısmınız bunları karşılaştırabilme ve sonuç çıkarma 232 SON SÖZ YERİNE ! Gevezenin son sözü olmaz. Ama sanırım ki söylemek istediklerimin hiç olmazsa bir kısmını sizlerle paylaşabildim. Bunların bir bölümünün, hastaların eline verilen anlaşılmaz dilli raporlar gibi olduğunun farkındayım. Ama ne yazık ki bu denli karmaşık hale gelmiş sorunlarımızın bir hastalıktan pek de farkı yoktur. Bir kitabın ilk ve son konularının ayrı bir önemi olsa gerektir. İlk yazının, ondan sonrakiler hakkında bir uyarı olarak seçilmesi samimi bir tercihimdir. Son konuyu ise uzun süredir biriken duygularımı dile getirmek için seçtim. Çoğu kimse, insanların bile bunca sıkıntıya, haksızlığa hatta işkenceye maruz kaldığı bir Dünya’da, hayvanlara yönelik girişimleri bir fantezi olarak görebilir. Ama ben, sadece insanlara yönelik bir sevecenliğin büyük bir sahtekarlık ya da en azından bir zavallılık olduğunu düşünüyorum.

Canlı’nın ne olduğu bile tartışmalıdır. Fiziki reaksiyon verebilme diye tanımlanan canlılık, bitkiler ve taşı-toprağı dahi canlı sınıfına sokarken; düşünebilme yetisi şeklinde tanımlanan canlılık ise birçok insanı sınıflama dışı bırakabilir. Daha yeni yeni, yakından inceledikçe keşfettiğimiz 229 hayvanlar dünyasının üyeleri, her biri, önünde eğilinecek kadar görkemli yetilerle donanmıştır. Hele “düşünme” ye gelince, onun hiç karıştırılmaması biz insanların “menfaati icabı”dır. İyisi mi gelin, canlı cansız tartışmasını bırakıp her ne varsa onları anlamaya çalışalım. İşte bu son yazı, bir hayvanın ağzından insanlara yazılan ve bu düşünceleri kısmen dile getiren bir mektuptur. İnanıyorum ki bütün sorunları çözebilmemiz, tüm çevresiyle uyum içinde olabilen (buna sevgi de diyorlar) kişilerin ve toplumların harcıdır. Bakınız, toplumumuzda çoğu kişinin birbirini aşağılamak için adlarını kullandığı hayvanlardan birisi, o kişilere ne diyor? (Ekm.’91) 230 başlayabilmesi, birincinin tam olarak belli bir formata uymasını gerektirebilir. (Pulu eksik oldu ğu, imzası yanlış yere atıldığı, kopya sayısı yetersiz oldu ğu için geri dönen işlerinizi düşününüz!) * İki iş parçası arasında, iki parçanın sürelerinden de daha büyükçe bir süre -mutlaka-kalır. (Murphy kuralı de ğildir, ama tecrübeyle sabittir, kalır). Dolayısıyla iş süresi uzar, * İki kişi, aralarında koordinasyon kurmak zorundadırlar. Çünkü aynı bir işin parçalarını yapmaktadırlar. Koordinasyon ise bizim en zor yapabildi ğimiz iştir. “Durup dururken ba şa dert almak”, herhalde böyle becerilebilir.

Zamanı bol, şakacı bir araştırmacı, bir işin tamalanabilmesi için gereken sürenin, o işi oluşturan iş parçalarının sürelerinin toplamına de ğil, o iş için gerekli imzaların sayısına ba ğlı oldu ğunu iddia etmekte ve toplam sürenin: T = 2 n-1 formülüylü hesaplanabilece ğini ileri sürmektedir. Formüldeki (n), iş içindeki imzaların sayısıdır. Mesela 5 imzalı bir işin 16 gün, 10 imzalı bir işin ise 524 gün sürece ği iddia edilmektedir. Bu formülün başka ülkeler için geçerlili ğini bilemem, ama Türkiye için do ğru olamaz. Bizde biraz daha uzun sürebilir. Her imzanın bir yetki demek oldu ğu düşünülürse, yetki parçalanmışlığının işleri uzattığına inanmak gerekir. İş süresinin uzamasının yanısıra, yetki parçalarına sahip kişiler arasındaki sürtüşmelerin, dönerek nasıl içinden çıkılmaz sorunlara yol açtığını, bürokrasiyi bilenler kolayca takdir edebilirler. 227 Pekiyi, bu kadar olumsuz sonuçları oldu ğu kolayca görülebilen yetki parçalanmasının sebepleri nelerdir? Acaba bu, sadece sistem kurma konusundaki zaafiyetimiz den mi do ğmaktadır, yoksa başka sebeplerde mi vardır? Bakınız, bu parçalanmanın altında neler yatmaktadır: * Her yetki bir güçtür. Güce acıkmış insanlar, bundan bir parça da kendilerine kapabilmek için, bütün sayılan olumsuzlukları göze alarak ola ğanüstü bir çaba gösterirler. (Tabii ki hiç kimse bu gerçek sebebi söylemez, gerekçe olarak daima “i şlerin ancak böyle daha iyi yürüyebilece ği, aksi halde bazı milli felaketler do ğabilece ği”ni iddia ederler) * İş sahipleri, olmaz i şleri yaptırabilmek için yetkilerin parçalanmasını isterler. Olmaz i ş in belli bir bölümünü bilinen usullerle hallettikten sonra, yetkisini gerçekten do ğru kullanmaya çalışan bir görevliye çattıklarında onun, “i şi yoku şa sürdü ğünü” iddia ederek bu olumsuz (!) kişiyi elimine etmeye çalışırlar, * Yetkinin bütün olarak kullanımı, görevinin gereklerine göre iyi e ğitilmiş kişileri gerektirir. E ğitim, idarede en az önem verilen iş oldu ğu için böyle görevliler nadirdir. Dolayısıyla bu, bütün yetki ler, iyi kullanılamaz ve parçalanması yoluyla daha iyi kullanılaca ğı sanılır. * Kamu kadroları gere ğinden çok kalabalık hale geldi ğinden (politikacı, idareci ve akademik çevrelerin yeni iş yaratma yöntemleri konusundaki kısırlıkları nedeniyle), her ilave kişiye bir yetki gerekir. Bu ise ancak mevcut yetkileri parçalayarak yapılabilir.

İnsanlarımız enerjilerini, sorunları çözüp işleri yapmak yerine, yetki parçalanmışlığından do ğan, hiç bir işe yaramayan çekişmelerle hem kendi, hem de toplum ömrünü ziyan eder dururlar. İşte bu nedenle devletin küçültülüp kamu kadrolarının seyreltilmesi, hayati sorunlarımızın başında gelmektedir. (A ğu.’91) 228 Çünkü o şartları yaratanlar, böyle mükemmelliklerden çok uzakta olan kişi ve kurumlardır ve o şartları büyük ölçüde kendileri yaratmışlardır. Evet, bu işte bir iş var. Süleymano ğlu ve Pavarotti bizim şartlarımıza uymuyorlar. Ama onları bu şekilde de ğerlendirenler de ça ğa uymuyorlar. Ya Süleymano ğlu ve Pavarotti’yi (ve onlar gibileri) içimizde barındıraca ğız ya da ötekileri. İkisine birden imkan yok. Milletimizin gözünü daha çok açacak olayların, daha sık olması dile ğiyle. (Eyl.91) 225 MİNİCİK YETKİLER Kısmen yerel idarelerde ama büyük oranda merkezi idaredeki bir olguyu, daha do ğrusu bir sorunu dile getirmek istiyorum. Bu, yetkilerin ola ğanüstü derecedeki parçalanmışlığı ve böylece de işe yaramaz (ve sorun yaratan) hale gelmişli ğidir. Bu ifade ile tüm yetkilerin parçalanmadan bir kişiye verilmesi gibi bir di ğer gariplik savunulmamaktadır. O bir uçtur.

Ama bu denli parçalanmışlık da bir başka uçtur. Do ğrusu, ikisinin arasında uygun noktaları bulabilmektir. Bir devletin yönetimi için ihtiyaç olan yetkilerin az sayıdaki görevlinin eline bırakılmasındaki en büyük tehlike, “gücün kötüye kullanılabilmesi riski” dir. Uzak ve de yakın tarih (bilhassa bizimki) bunun sayısız örnekleriyle doludur. Buna karşılık, parçalanmamış yetkinin büyük avantajları da vardır. Bunu görebilmek için, örne ğin bir kişinin elinde bulunan bir yetkinin, ikiye bölünerek iki ayrı kişiye verildi ğini düşünebilirsiniz. Bu durumda bakınız neler olabilir: * Yetki parçacıkları bütünden daha ufak oldu ğu için, işin bütününü anlamak ve ona göre gerekti ğinde inisyatif kullanmak mümkün iken, bu defa ufak parçalar daha zor kavranabilir, dolayısıyla da inisyatif kullanmak güçleşebilir, * İki kişinin, yetkilerini kullanma stilleri (cesur, temkinli, çekingen vb) farklı olaca ğı için, her iki parçanın birden yerine gelebilme şansı azalır, * İki ayrı yetkinin ilgili oldu ğu iş parçaları tam olarak birbirine uymayabilir. Yani, ikincinin 226 SÜLEYMANO ĞLU – PAVAROTTİ Dünya halter şampiyonu Naim Süleymano ğlu, devam etmekte oldu ğu Gazi Üniversitesi’nde halter dersinden (bir başka dersten de ğil) sınıfta kalmış. Bir gazete haberi! Bir başka gazete haberi: Bundan 30 yıl kadar önce, ünlü tenor Pavarotti, misafir sanatçı olarak geldi ği Türkiye’de, “yetersiz” bulunarak geri gönderilmiş. Bu ikisi de gazete haberi olup, çıkaraca ğım sonuçlar, haberlerin do ğru oldu ğu varsayımına dayalıdır. Üçüncüsü ise gazete haberi de ğil. Yüzlerce kişinin (belki daha da fazla olabilir) ortak gözlem ve yargısı. 1989 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Hintli orkestra şefi Zubin Mehta, yönetti ği İtalyan senfoni orkestrasına çaldırdığı Türk Milli marşı ile, tüm salonu hayretler içinde bırakmış ve İstiklal Marşı’mızın bu denli etkili de icra edilebilece ğini göstermişti. Bu, birbirinden ba ğımsız görünümlü üç olay bir araya getirilebilir mi? Getirilmese iyi olur. Çünkü e ğer birlikte yorumlanırsa can sıkıcı sonuçlar çıkar.

İlk iki olaya konu olan ve mükemmelli ğini Dünya’ya kanıtlamış bulunan iki kişiye “yetersiz” damgası vurulabiliyorsa bunun olası açıklaması, bu de ğerlendirmeleri yapan kişi ya da kurumların evrensel ölçülerden ve dolayısıyla mükemmellikten uzak oldu ğudur. Bu takdirde tabii ki Pavarotti yetersiz, Süleymano ğlu da tembel olarak ölçülendirilecektir. Üçüncü olay da farklı gibi görünmesine ra ğmen, 223 varılabilecek sonuçlar açısından benzer niteliktedir. Başkalarını “yetersiz” olarak de ğerlendirenlerin kendilerinin yeterli ğinin bir sınavıdır. Her üç olaya da konu olan kişi ve kurumlar, bu düşündürücü olayları kendi açılarından açıklamak için gerekçeler bulabilirler, bulmuşlardır bile. Ancak, onların neler söyleyecekleri önemli de ğildir. Onlar ve onlar gibiler birer “ümitsiz vaka” dırlar ve üzerlerinde vakit kaybetmeye de ğmez.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir