Toktamış Ateş – Yaşasın Cumhuriyet – Konferanslar

H er şeyden önce şunu söylemek istiyorum ki; Türk Devrim Tarihi Araştırma Merkezi olarak biz, bu yıl, Türk devrim tarihi dersini, kırk yedi ayrı section’da veriyoruz. Bu kırk yedi ayrı section’da, on altı öğretim üyemiz görev yapıyor. Öğretim üyelerimiz, temel çizgilerde farklılık olmamakla birlikte, ‘her yiğidin yoğurt yiyişinin farklı olması’ gibi, konuyu farklı farklı açılara ağırlık vererek anlatıyorlar. Ben de, bu yıl ve bundan sonra umarım her yıl, Türk devrim tarihinin içeriğini belirleyen konuları, bu konferansıarda toplu olarak ele almayı; hem okulumuz öğrencileri, hem de bu konulara ilgi duyan herkes için, bir tartışma ortamı yaratmayı umut enim, bu nedenle bu işe giriştim. Bildiğiniz üzere, Cumhuriyetimize yönelik tehditler var. Benim ‘şer cephesi’ diye adlandırdığım bir cephe, Cumhuriyetimize veryansın saldırıyor. Değerli arkadaşlarım, Bu cephe, üç ayrı gruptan oluşuyor. Birincisi, ‘laik düzen’imizi, bir ‘İslam şeriatı’na dönüştürmek isteyenlerden oluşan grup. İkincisi, ‘misak-ı milli’ sınırları içindeki ülkemizi, etnik temele dayanan bir par- 14 1. konferans çalanmaya götürmek isteyen grup. Ve nihayet üçüncü grup ki; ben, bunlara, ‘süper zekalılar’ diyorum. Bu grup, aslında, Türk aydınlanmasının bir ürünü olan; bu toplumun zor koşulları içinde, belli yerlere gelmiş kimi arkadaşlarımızdan oluşuyor. Bunlar Cumhuriyetimizi özgürlükler adına eleştiriyorlar. İlk iki grubu anlayabilirim. Bir şeriatçı, İslam şeriatı kurmak isteyen bir insan, elbette Cumhuriyetimiz ve Mustafa Kemal’e düşman olacaktır.


Aynı şey, etnik parçalanmayı arzu edenler için de geçerlidir. Ancak, doğrudan doğruya Atatürk aydınlanmasının ürünü olan insanların, doğrudan doğruya Atatürk aydınlanması sayesinde bu düşünsel düzeye ulaşmış olan insanların, Atatürk’e karşı olmalarını, Cumhuriyetimize karşı olmalarını anlayabilmem gerçekten mümkün değiL. Daha ilerideki konferanslarımızda tüm bunlara değineceğiz. Ancak, şimdiden şu kadarını söyleyeyim ki; bu üçlü şer cephesinin saldırılarını göğüslemek durumunda olan gençlerimize, bir anlamda ve bir ölçüde ışık tutabiirnek amacıyla, ‘Yaşasın Cumhuriyet’ başlığı altında, -biraz provakatif bir başlık tabii bu- konferanslarımıza başlıyoruz. Bugünkü konumuz, ‘bilim’, ‘sosyal bilim’, ‘ideoloji’ ve ‘Türk devriminin felsefesi’. İstanbul Bilgi Üniversitesi, bir sosyal bilim üniversitesi. Biz, İstanbul Bilgi Üniversitesi olarak, yalnızca tDplumsal bilimlere ilgi duyuyoruz. Farklı alanlarda, özellikle fen bilimleri, sağlık bilimleri, mühendislik gibi alanlarında yokuz. Sosyal bilimciler olarak, neredeyse kompleks sahibi olacağımız bir dünyada yaşadığımızı söyleyebilirim. Doğal bilimciler, bizim yaptığımızın bilim olmadığını iddia ediyorlar. Bizim yaptığımızın, ‘dedikodu’ çerçevesinde kaldığını düşünüyorlar. Aslında, son deprem sarsıntıları içinde, doğal bilimlerin de ne derecede bilim olduğu konusunda hepimizde ciddi tereddütler hasıl oldu. Ama gene de yaptığımız işe inanıyoruz. Önce, bu konuda ne tür bir yaklaşım içinde olduğumuzu ortaya koyalım. Doğa bilimlerini şöyle tanımlıyoruz; doğa bilimleri, doğadaki ‘değişim’i, ‘neden-sonuç’ ilişkisi içinde incelemek, anlamak, bu değişimin ‘yasa’larını bulmak ve değişimi denetlernek amacıyla girişilen her türlü faaliyete verilen isimdir.

Yani, doğal bilimci doğadaki de- bilim-ideoloji ve türkiye cumhuriyeti’nin felsefesi 15 ğişimi incelemek amacındadır. “Hangi değişimi?” Doğadaki değişimi. Doğal olarak, bu değişimi, neden-sonuç ilişkisi içinde incelemek durumundadır. Ve inceledikten sonra da, değişimin yasalarını bulmak, denedemek durumundadır. Şimdi, böyle bir yaklaşım içinde olan bilim insanı -önceden bilim adamı derdik ama şimdi bilim insanı diyoruz- ‘kuşkucu’ olacaktır. Olaya kuşkuyla yaklaşacaktır. Belli varsayımlardan yola çıkacaktır, sürekli olarak deneme ve sınamalar yapacaktır. Bunları elbette bir ‘laboratuar’da yapacaktır. Çalışmalarının sonucunda da, zamandan ve mekandan bağımsız olarak, her zaman ve her yerde aynı sonuçları yakala dığı zaman, bunu bir ‘yasa’ olarak ortaya koyacaktır. Doğal bilimci değişimin yasalarını bulur. Doğal bilimcinin bulduğu yasalar, zamandan ve mekandan bağımsızdır. Örneğin, yerçekimi yasası uyarınca, eğer ben, bu bardağı yere bırakırsam -ki bırakmayacağım; kırılmasın- bu bardak, belli bir hızla yere düşer. Bundan bin sene evvel de düşerdi, bundan bin sene sonra da düşecek. Kuştepe’de bırakırsam da düşer, Beyazıt’ta bırakırsam da düşer, Çin’de bırakırsam da düşer. Yani, zamana ve mekana bağımlı değildir.

İşte, bu bir yasadır. Toplumsal bilimlerde yasalara ulaşamıyoruz. Ancak, yaptığımız, bilim dışı bir çaba değiL. Yaptığımız şey, yadsınacak ya da önemi küçümsenecek bir şey de değiL. Biz de ‘değişimi’ inceliyoruz. Bizim incelediğimiz değişim, toplumdaki değişim. Doğal bilimci, doğadaki değişimi inceliyor, biz toplumdaki değişimi inceliyoruz. Biz de olayları neden-sonuç ilişkisi içinde ele almaya çalışıyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Ancak, değişimin yasalarını değil, ‘eğilim’lerini, ‘temayül’lerini bulmaya çalışıyoruz. Konuya ‘kuşkucu’ olarak yaklaşıyoruz. Elbette, bazı varsayımlardan yola çıkıyor ve elbette sürekli denemeler, sınamalar, yapıyoruz. Bizim laboratuarımız, doğal bilimlerde gördüğümüz türden bir laboratuar değiL. Bizim laboratuarımız, bizzatihi toplumun kendisi. Biz, toplumu laboratuar olarak kullanıyor, deneme ve sınamalarımızı bu laboratuarda yapıyoruz. Belli varsayımlar üretiyor, olaylara kuşkucu olarak yaklaşıyor ve sonunda da yasalara değil ama eğilimlere, temayünere ulaşıyoruz.

16 1. konh”,,”s Bizim ulaştığımız eğilimler, zamana ve mekana bağımlıdır; çünkü bizim laboratuarımız olan toplum, sürekli değişir. Bugün, belli nedenler, belli sonuçlara yol açıyor; ancak, dün, aynı nedenler, farklı sonuçlara yol açabiliyordu. Ya da yarın, aynı nedenler, daha farklı sonuçlara yol açabilir. Aynı biçimde; bir ülkede, belli nedenler, belli sonuçlara yol açıyor; ancak, bakıyorsunuz, bir başka ülkede aynı nedenler, aynı sonuçlara yol açmayabiliyor. Bu bakımdan; biz, zaman ve mekandan bağımsız yasalara ulaşamıyoruz. Ancak, zamana ve mekana bağımlı olsa bile, eğilimleri saptıyoruz. Bu noktada, bizim bir başka sorunumuz daha ortaya çıkıyor. Çünkü, bir ülkede, belli nedenler belli sonuçlara yol açarken, bir başka ülkede aynı nedenlerin, neden aynı sonuçlara yol açmadığının açıklaması da yine bize düşüyor. Ya da, belli bir zamanda, belli bir neden, belli bir sonuca yol açmışken, farklı bir zamanda, farklı sonuçlara yol açıyorsa, bu farklılığın nedenini açıklamak da yine bize düşüyor. İşte, konuyu böyle ele aldığımız zaman; toplumsal bilimciler olarak, herhangi bir komplekse kapılmamızın gereği olmadığını düşünüyorum. Biz de bilim yapıyoruz, bizim yaptığımızın da değeri var, bizim yaptığımızın da yaşadığımız topluma ışık tutma, yaşadığımız topluma yararlı olma özelliği var. Laf dönüp dolaşıp depreme gelecek ama, bugün Marmara Denizi’ndeki faylarla ilgili farklı varsayımlar üreten bilim insanları, ne kadar bilim insanıysa, hiç kuşkunuz olmasın, buradaki akademisyenler de, en az onlar kadar, belki onlardan daha fazla bilim insanıdır. Değerli arkadaşlarım, Toplumsal bilimleri böyle ortaya koyduğumuz zaman, ‘tarih’in önemi hemen ortaya çıkıyor. Toplumsal bilimlerin anahtarı, özellikle zaman boyutunda karşılaştırmalar yapabilmemiz için, tarihtir.

Ben, tarihçi değilim. Ben, iktisatçıyım ve siyaset bilimciyim. Bazı, çok değerli arkadaşlarımız, toplum bilimi kökeninden gelip, kendilerini tarihçi olarak değerlendiriyorlar, tarihçi olarak görüyorlar. Ben öyle değilim. Ben, toplumsal bilimciyim. Tarihi, yaşadığım toplumu daha iyi anlaya- bilim-ideoloji ve tOrkiye cumhuriyeti’nin felsefesi 17 bilmek için okuyorum. Tarihe olan merakım, tarihe olan tutkum, geçmişte neler olduğunun öyküsünü dinlemek, geçmişte neler olduğunu bilmek istemekten kaynaklanmıyor. Benim derdim, bugünü anlamak, benim derdim; yarını denetlemek. Bugünün Türkiye’sinin, bu halde olması, iyi ya da kötü, hangi nedenlere bağlıysa; ben de, eğer Türkiye’nin durumdan memnunsam, bunu sağlayan faktörleri kollamak, korumak zorundayım. Eğer, varolan durumdan memnun değilsem, bu kez de, bu memnuniyetsizliğimi ortaya çıkartan faktörleri bertaraf etmek durumundayım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir