Tomris Uyar – Kitapla Direniş – Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar

Sevdiğiniz bir yazarın kaleminden ne çıkmışsa okumak istersiniz. Bu kitabın macerası da böyle başladı. Önce öykülerinden, sonra günlüklerinin göz önüne serdiği yazar dünyasından etkilenmiştim Tomris Uyar’ın. Yayımlanmış her şeyini okumuştum. Bazı araştırmalar için eski dergileri tararken orada burada yazılarına rastlıyor, bunları da okuyor, kopyalayıp biriktiriyordum. Sevdiğim yazarlar üzerinde çalışmak, onların yarım kalmış kitaplarını tamamlamak, yazılarını derleyip yayımlamak, haklarında yazılmışları toplamak, armağan kitaplar oluşturmak … Bunlar, hem yazanının dünyasına biraz daha sokulma hazzı veriyor bana, hem de araştırmalarımı başka okurlarla paylaşma keyfi yaşatıyor. Tomris Uyar’ın kitaplaşmamış yazılarını toplarken niyetim öyküleri kadar etkileyici olan hayatını ve iç dünyasını ortaya çıkaracak bir biyografi yazmaktı. Bu çaba usul usul yol alırken dosyadaki yazılar da giderek birikti. Nihayet bu yazıları bir kitap oluşturma önerisiyle YKY’ye ilettim. Elinizdeki derleme böylece vücut buldu. Tomris Uyar, Türk öykücülüğünün gerçek bir ustası, seçkin bir temsilcisidir. Buna rağmen öykülerinin henüz gereği gibi değerlendirilmediğini düşünüyorum. Türkçenin ışıldadığı bu öykülerin sıkı dokusu, okuruna ilettiği duyarlılıklar, hayatın en hoyrat sahnelerinde bile hüznün yanına yaşama sevincini katabilen aydınlanma anları … Evet, bütün bunların Türk edebiyatına, öykü türüne kazandırdıkları yeterince konuşulmadı, incelenmedi. Tomris Uyar, edebiyat zevkinden hiç ödün vermeyen öyküler 13 yazarken toplumsal sorunları da ustalıklı bir yazar sezgisiyle yerleştirir satır aralarına. Derinlikli bir okumada, yaşadığı günlerin şaşırtıcı dikkatlerle yoğunlaştırılmış eleştirisini de bulabilirsiniz onun öykülerinde.


Tam da has edebiyatta olması gerektiği gibi. Oysa, Tomris Uyar’ın öyküleri, ışıltılı kişiliğinin gölgesinde kalmıştır. Yakın çevresindeki şairlerle ilişkileri bir yandan, “uyumsuz”, “hırçın” kişiliği üzerine aktarılan anekdotlar diğer yandan, yazarı yazdığının önüne geçirmiştir sanki. İkinci Yeni’nin gölgesi düşmüştür üzerine Tomris Uyar’ın. Onun için kurulan cümlelerin İkinci Yeni şairleriyle paylaştığı aşk ve dostluk ilişkileriyle başlaması başka nasıl açıklanabilir? Halbuki özellikle günlüklerinde ve bu kitapta derlenen yazılarında ne kadar derin, özgün bir yazar vardır karşımızda. Tomris Uyar’a yapılacak en büyük haksızlık onu İkinci Yeni şairlerinin biyografisine ekleyerek düşünmektir. Çok gerekirse, bu eklemlenme Tomris Uyar’ın öyküleriyle İkinci Yeni şiirinin dönemsel bağları açısından düşünülebilir belki, ama bu da eksik kalacaktır. Tomris Uyar, 1965’de R. Tomris imzasıyla çıktığı öykü yolculuğunda, yayımladığı her kitapla bir dönemeçten kıvrılıp ilerlemiş, farklı denemelere hep açık durmuş, birbirine bağlı olduğu kadar bağımsızlığını da koruyan öykülerle kendi evrenini yaratmış bir yazardır. Bununla birlikte, Tomris Uyar’ı sadece öykücü olarak değerlendirmek de yetersiz görünüyor bana. Gerek daha önce yayımlanan günlüklerinde gerek bu kitapta derlenen yazılarında açıkça izlenebileceği gibi o, Türkçenin en önemli deneme yazarlarından biri olarak anılmayı da hakeder. Bu tür yazılarında Tomris Uyar, yaşadığı günleri keskin zekasıyla derinlemesine gözlemiş, benzersiz bir duyarlılıkla ve yer yer çok sert de olabilen bir ironiyle kaleme dökmüştür. Bu kitabın açığa çıkaracağı bir başka yönü, Tomris Uyar’ın eleştirmenliği olacaktır. Türk ve dünya edebiyatının belli başlı şair ve yazarları hakkındaki incelemeleri, öykü türü üzerine kuramsal denemeleri, edebiyatın okur-yazar bağlamında genel meselelerine eğildiği yazılarıyla Tomris Uyar, dikkate değer bir edebiyat eleştirmeni olduğunu da gösterir. Elinizdeki derleme, Tomris Uyar’ın çeşitli gazete ve dergilerde çıkmış yazılarını, söyleşilerini, anket ve soruşturmala14 ra verdiği cevapları, yani geride bıraktıklarını bir araya getiriyor.

Ancak her derleme çalışmasında olduğu gibi, eksikleri her an bulunabilecek bir çabadır bu da. Kitabı hazırlarken, Tomris Uyar’ın edebiyat dünyasına girdiği tarihten ölümüne kadar geçen süreçte yayımlanmış dergileri taramaya çalıştım. Bununla birlikte bütün yazılarını topladığımı iddia edemem. Bulduğum yazıların bazılarını da ister istemez dışarıda bırakmak zorunda kaldım. Bunların en önemlileri Elelc dergisinde kadın-toplumçocuk çerçevesinde kaleme aldığı denemeler oldu. Kendi başına bir kitap oluşturacak kadar farklı atmosferi olan bu yazıların ayrıca değerlendirilmesi gerek. Bazı çok kısa kitap tanıtmalarına, katıldığı panel ve açıkoturumlara ise sayfa sınırının zorlaması yüzünden yer veremedik. Tomris Uyar, düzenli olarak günlük tutmuş, makaleler yazmış, bunları hemen her ay çeşitli dergilerde yayımlamıştır. Bu yazılardan seçtiklerini daha sonra çeşitli kitaplarda bir araya getirir. YKY, 2003 yılından beri, Tomris Uyar’ın öykü dışındaki kitaplarını Bir Uyumsuzun Notları/Gündökiinıleri 1-11 başlığı altında toplu olarak yayımlamaktadır. Kitapla Direniş’te yer alan yazılar, Tomris Uyar’ın “dışarıda bıraktıkları”dır. Bunların bir kısmı edebiyat incelemesi, bir kısmı deneme, bazıları polemik niteliğindedir. Kitabın önemli bir bölümününü de söyleşileri ile anket ve soruşturmalara verdiği cevaplar oluşturmaktadır. Bu kitapla birlikte Tomris Uyar’ın bütün yazıları okuruna ulaşmış oluyor. Başka bir ifadeyle, sevdiği yazarın kaleminden ne çıkmışsa okumak isteyenler için, Tomris Uyar’ın dünyasına bir pencere daha açılıyor.

Kitapta, Gülten Akın’dan söz eden bir yazısına şairin dizesiyle başlamış Tomris Uyar: “Sığlıkta O Kadın Tek Başına” … Sanırım, onu anlatmak için de bundan daha isabetli bir cümle kurulamazdı. O da yaşamı boyunca sığlığa karşı koymaya çalışmış, gerek yaşama biçimiyle, gerek yazdıklarıyla bunu adeta direnişe dönüştürmüştür. Bir yazısının adı olan Kitapla Direniş başlığının bu yüzden Tomris Uyar’ın yazınsal varoluşunu çok iyi ifade ettiğini düşünüyorum. Onun geride bıraktıkları da yoz ve sığ hayatlara karşı edebiyatın diliyle, yani “kitapla direniş”ten başka nedir ki! Handan İnci 15 YAZILAR Elleri Var Özgürlüğün Her fiskede çın çın ötecek denizin sırçası Oktay Rifat şiirimizin diri ve beklenir kalmayı bilen pek az şairinden biri. Ne yapıp yapıp kendini yeniliyor, şiirin yeni olanaklarını gözden geçiriyor. Diyebiliriz ki yalnız onun şiirlerini izleyerek yeni şiirimizin geçirdiği aşamaları görmek mümkün. Bundan, Oktay Rifat’ın Türk şiirindeki bütün akımlara öncülük ettiğini ileri sürdüğüm sanılmasın. Ben şunu diyorum: Son yirmi beş yılda şiirimizden genişlemesine bir kesit alınca Oktay Rifat’ın keskin, oynak ve tutarlı şiir beğenisi hep ya dorukta ya da doruğa yakın bir yerlerde kalıyor. Şiirlerinde kendi kendini kuran, işleyen bir şiir dili ve yapısı göze çarpıyor: Her ayrılık döneminde, bir ırmak Bıılıır pencerede, yüzer usulca Yüzer bana doğru; gelir ve gider. mısralarında ara sıra kendini yeniden bularak, yeniden kollayarak genişleyen bir şiir yapısı var. Eski bir zamana doğru gerisin geri, Uçtuklarını devşiren kuş mısralarında bu yapının özü doğrulayışını görüyoruz. 1 9 Demek ki Oktay Rifat’ın en belirgin özelliklerinden biri, şiirindeki zeka öğesini “başka türlü olamaz” hale getirişidir. Uyur öliimle açarız aramızı. * * * Bir gelincik kanaması ovada içte11 içe. * * * Umutsuz öpüşlerle sarar sarmalar Gergefinde işlediği yaramızı.

Elleri Var Özgürlüğün’de yer yer doyurucu, değiştirici mısralar var ama kitabın genel havasına aykırı düşüyor bu incelikler. Oktay Rifat en güleç şairlerimizden biriyken bakıyoruz somurtmuş bu kitabında, belki de somurtma gereğini duymuş. Çocukluğundan utanır bir hali var. “Tuzun saat gibi işleyişi” diyeceğimiz şiirlerini açıklamaya kalkışıyor, özet çıkaran titiz bir öğrenci gibi. Üstelik bu açıklamaları toplumsal şiirin “mazmun”larıyla yapıyor: “Mutlu günlerin ışığı”, “gökyüzü kardeşçe mavi”, “donsuz bebeler”, “toplumun az gelişmiş dağları boz”, “kara somun”, “ilk cemre”, “sizinle acıkıyorum, susuyorum”, “sizden mi yeşil bu ağaç?”, “Gel yurdumun insanı, görün artık.” Kitabın bir aksayan yanı da İkinci Yeni diye adlandırılan akımın yürürlükte olduğu süreden kalan birtakım ipin ucunu kaçırmış görüntülerin kullanılması bence. Şiirlerimiz: çalgılı fosiller, * * * Saçımız memesiz bir zamanın başı gibi. “Agamemnon” şiiriyse uzun şiir üstünde bir kere daha düşünmeye itiyor insanı. Gerçi bu ayrı bir yazı konusu, ama şunu be20 lirtmeden geçmeyelim: Uzun şiir gereçleriyle kısa şiirin soylu görüntüleri, usta mısraları arasında kesin bir ayrım yapmak gerekli. Ne var ki bu kadarı yetmiyor. Uzun şiirin rahatladığı durgun-akışlı bölümlerde düz bir anlatıma ulaşayım derken yavanlaşarak şiirden uzak yerlere düşmek sakıncası çıkıyor ortaya. Bir kargaşa başlıyor. Eski alışkanlıkla kurulmuş seçkin mısraları “avare” kelimeler izliyor. Mısraya karşı çıkarken yine mısradan hareket ettiği için yalnızca mısra kurmamış olmakla yetiniyor şair, oysa ortaya eşit işlevi olan bir şeyler yerleştirmeli. Oktay Rifat bu konu üstünde çok düşünmüş.

Yine de halkların şarkısı olmasını istediği şiir, aynı şairin aynı konuda yazdığı (şiirlerde belli bir şiir mantığı ve zamanı olduğu halde) bağımsız şiirlere benziyor. O kadar ki bir bölümden öbürüne taşınan özenli uzlaşımlar bile yeteri kadar demlenmemiş gibi geliyor insana. Bir aceledir gidiyor. Bu arada bir gerçeğe parmak basmak gerek: Oktay Rifat bu şiirlerinde kendi eski kişiliğine aykırı bir yola sapmamış, gerçek bir sanatçı olduğu için hiçbir tutarsızlığa düşmemiş. Gelgelelim sahnede eski oyunlarının seyircide yarattığı güven ve saygı kontenjanından harcayan bir oyuncu gibi davranıyor. Oktay Rifat’ın kontenjanı öylesine geniş ki ömrü boyunca tükenmez belki de. Ama ondan yeni atılımlar beklemek, yapacağını bile bile beklemek bizim hakkımız değil mi?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir