«Beni öldürecekler!» Telefondaki ses ısrarla bu iki sözcüğü yineliyordu: Beni öldürecekler, beni öldürecekler! «Kimler» diye soruyorum: , «Siz tanımazsınız, bunlar çok tehlikelidir!» Telefonun öbür ucundaki ses, adının İbrahim Telemen olduğunu bildiren bir kişiydi. Birkaç gündür, İstanbul’dan gazeteye ve evime telefon edip, sormaktaydı: «Benimle görüşmez misiniz?» Görüşmesine görüşürdüm, ama kimdi bu adam? Ve ne amaçla benimle konuşmak istiyordu? Gerçi kim olduğunu daha ilk telefon edişinde açıklamıştı. «Ben silâh kaçakçısı İbrahim Telemen.» Bu açıklamadan sonra küçük bir düzeltme de yapmıştı: «Yani, eski silâh kaçakçılarından Telemen.» Anlatacakları vardı; elinde belgeler olduğunu bildiriyor, bana bu konuda bir mektup yazdığını, mektubu alıp almadığımı soruyordu. İlk telefon ettiği gün mektup henüz elime geçmiş değildi, mektup, daha sonra geldi; okuduklarım, ilginç ama çok ilginçti. Telemen, mektubu elime geçmeden ettiği telefonların birinde soruyordu : <;Mit müsteşarını tanıyor musunuz?» «Hayır, tanımıyorum.» «İçişleri Bakanını?» «Tanırım.» Ecevit hükümetinin içişleri bakanı Hasan Fehmi Güneş, benim, Ankara Hukuk Fakültesi’nden arkadaşımdı. Bizler birinci smıfdayken, Güneş, son sınıf öğrencisiydi 5 \/e aynı zamanda Hukuk Fakültesi öğrenci derneği başkanıydı. O tarihlerden bu yana Güneş ile yakın dosttuk. «Beni, Bakanla tanıştırın.» «Once, ben sizi tanımıyorum, kaçakçıyım diyorsunuz, size nasıl güven duyayım? Kendiniz gelin görüşün.* Telemen, ısrarlıydı. «Beni» diyordu, «polis emniyet altına alsın, çok şey açıklayacağım.» Ve sonra ısrarla yeniden soruyordu : «Benimle görüşmeyecek misiniz?» Ankara’ya gelmesini istedim. «İstanbul’a gelmem» dedim, «gelin, burada görüşelim.» Ve telefonu kapattım. İki gün sonra mektubu gelmişti. Telemen mektubunda, silâh kaçakçılığına karışan birçok kişinin adını veriyor; ilginç açıklamalarda bulunuyordu. Mektubu aldığım akşam telefon çaldı, karşımdaki ses yine Telemen’-in sesiydi : «Mektubum elinize geçmedi mi?» «Evet, bugün geldi, okudum, ilginç.» «Sizinle buluşalım.» «Gelin buraya görüşelim.» «Gelemem.» «Niçin?» «Takip ediyorlar. Öldürecekler.» «Ben ne yapabilirim?» «Benimle görüşürseniz, ne yapacağımızı birlikte kararlaştırırız.» «Kardeşim, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı’na başvur, namuslu adamdır, seni korur, seni dinler, ben ne yapabilirim, tek başıma?» «Beni MİT müsteşarı ile görüştürün.» «Kardeşim ben özel kalem müdürü değilim ki, nasıl görüştüreyim sizi MİT müsteşarı ile? Geçen sefer de söyledim, tanımıyorum Adnan Paşa’yc» «İçişleri Bakanını tanıdığınızı söylediniz.» «Evet tanırım, verin adresinizi, gelsin polis alsın, bakana getirsin sizi.» 6 «Polis içinde adamları vardır.» «Kimler onlar, adlarını verin.» «Uğur Bey, buradan ayrılamam, beni öldürürler, ben onların arasındayım. Bunların kanunlarını iyi bilirim. Öldürecekler beni, buradan ayrılamam.» «Peki, bu iş için bana başvurmak nereden aklınıza geldi, ben sizi hiç tanımıyorum.» «Ben. sizi tanıyorum, yazılarınızdan tanıyorum.’ Taa Yeniortam’dan beri.. Geçenlerde televizyonda silâh kaçakçılığı konusuna değinmiştiniz, bundan cesaret aldım.» Bu konuşma 1979 yılının Şubat ayının son günlerinde geçmekteydi. O sıralar, televizyonda düzenlenen bir açık oturumda, silâh kaçakçılığı ile terör arasındaki ilişkiye değinmiş, o tarihte ele geçen silâh ve mermi sayısını açıklayarak sormuştum: «Bu değirmenin suyu nereden geliyor?» Telemen, bu konuşmayı kastediyordu. Ve yine ısrar ediyordu. «Ne olur benden şüphelenmeyin, herşeyi, herşeyi anlatacağım.» O günlerde, İstanbul Nişantaşı’nda. Akademi Kitap-evi’nde okurlarıma kitaplarımı imzalayacaktım. Gereken. önemleri alır, Teiemen’le burada görüşebilirdim. Karar verdim, görüşecektim. «Peki,.) dedim, «geleceğim.» Buluşma yerini bildirdim. • Mektubu okur okumaz Hasan Fehmi Güneş’e telefon ettim, durumu anlattım, «hemen bir adam yolluyorum, sen mektubu ver» dedi. Biraz sonra kapım çalındı. Güneş’in TBMM’nde polis memuru olan kardeşi gelmişti. Mektubu verdim. On dakika geçmemişti ki, telefon çaldı. Güneş mektubu okumuş, beni arıyordu: «Üstad yarın bakanlığa gel de şu işi biraz görüşelim. Eğer doğruysa bu açıklamalar, peşini bırakmam.» 7 Ertesi sabah İçişleri Bakanlığındaydım. Bakan Güneş, Emniyet Genel Müdürü Haydar Özkın’ı da çağırmıştı. Birlikte konuyu görüştük, ne yapabilirdik?. Telemen kimdi, neciydi? Önce bu konu araştırılmalıydı. Konu araştırıldı, Telemen, İzmir’de Alman uyruklu bir kaçakçı ile birlikle yargılanmış ve mahkûm olmuş; adı devletin güvenlik birimlerince çok iyi bilinen bir kaçakçıydı. Ancak izini kaybettirmeyi başarmıştı. Yapay kimliklerle dolaşıyordu. Kendisini bulmak çok güçtü. Ertesi gün yeniden toplandık. Bu kez, Telemen’in «beni şu telefondan arayın» dediği telefon numarasını çevirdik. Telefon hiç yanıt vermedi. Birkaç gün, sabah, akşam, gece, geceyarısı bu telefonu aradık, telefona yanıt veren yoktu. Güneş, bu telefon ile beraber, Telemen’in ihbar mektubunda adı geçen kişilerin telefonları üzerinde bir araştırma yaptırttı. Telefon faturalarında, Almanya ile uzun telefon görüşmelerine rastlanmaktaydı. Öyle anlaşılıyordu ki, bu telefonlar Almanya ile bazı iş ilişkilerinde kullanılmaktaydı. Ama bunlar nasıl kanıtlanabilirdi? Yeterince şüphe vardı; ihbar mektubu da eldeydi, . ama şüphe, kanıta nasıl dönüşecekti? Bunun için Telemen ile görüşmek ve araştırmalara Telemen ile başlamak gerekecekti. Evet ipuçları Telemen’e, Telemen’in açıklamalarına bağlıydı. Ama düşünmeliydik, Telemen, bizlere de bir oyun oynuyor olamaz mıydı? Ya da bir başka olasılık: Telemen, bizimle görüşmeden önce, ihbar ettiği kaçakçılar tarafından öldürülemez miydi? Hele ben, bir gazeteci olarak, bu tehlikeli işe niçin karışıyordum? Bu soruların herbirini kafamda uzun uzun tarttım. Sonra kararımı vererek buluşma yerine gittim. Fakat Telemen gelmedi. Yanımda bulunan polis ekibi ile birlikte, ertesi gün, Akademi Kitabevi’nden sonra kitaplarımı imzalayacağım Kartal’da bir pasajın içindeki bir başka ki-tabevinde yine Telemen’i bekledim. Akademi Kitabevi’ne 8 gelmemişti, belki, ertesi gün çıkar gelirdi. Ama gelmedi. Ya korkmuştu ya da kaçakçılar tarafından yakalanmış, dışarıya bırakılmamıştı.. Bugün, Telemen olayı ile ilgili bunca gelişmelere karşın bir başka olasılık üzerinde de durmuyor değilim. Acaba, kalmakta olduğu otelin üst katından atlayıp intihar eden kişi, gerçekten Telemen’in kendisi miydi, yoksa, bir başka kişi öldürülüp, «bu Telemen’dir» diye gömülmüş müydü?. Olaydan sonra Telemen’in cesedi otopsi için aranıp da bulunmayınca, aklıma bu olasılık da gelmedi değil.. Değil ama bu gibi konular kesin kanıt ister. Kanıt olmayınca da bu sav kolay kolay ileriye sürülemez. Olasılık diyorum, yalnızca, küçük bir olasılık! Telemen’in Mektubu Kaçakçı İbrahim Telemen’in mektubu «ben 7-8 yıldan beri silâh kaçakçılığı yapan, daha doğrusu yapmaya itilmiş ve de içinden çıkamayan ve daha fazla yapamayacağı için zorlanan bir yurttaşım» diye başlıyordu. Telemen, daha sonra, silâh kaçakçılığının onbeş yıldan beri, Abuzer Uğurlu, kardeşleri, Mustafa, Sabri, Ahmet Uğurlu’lar, Nedim Dişkaya, Seyfi Dadaş, Kürt Aziz, Salâ-hattin Güvensoy, Sarı Avni, Hayrettin Yağcı, (Sındırgılı Mustafa) diye bilinen Mustafa Aydemir, Oflu İsmail tarafından yapıldığını belirten, sonra bunların bazılarının sağcı bir siyasal parti ile ilişkileri olduğunu ileri sürmekteydi. Telemen, Abuzer Uğurlu’nun «hücre usulü» çalıştığını, poliste, gümrüklerde – Haydarpaşa ve Mersin gümrüklerinde belli atamaları yaptırdığını, bu amaçla bir milyon ile on milyon arasında para harcadığını yazıyor ve istanbul polisinde Mafya ile ilişkili iki kişinin adını veriyordu. Mektup şöyle devam ediyordu: «… Bulgcrlar, her çeşit silâhı Türkiye’ye TIR’lar veya Varna’dan, Burgaz’dan deniz yolu ile gönderilmekte9 dir. Bu da Abuzer’le en yakın adamı Nedim Dişkaya tara* fından Bulgaristan ile Türkiye arasında sağlanmaktadır. Bu birinci kaynak. İtalya, İspanya, Fransa ve Çekoslovakya. Bu ülkelerden ise silâh siparişleri organize etmekte idim. Çünkü Bulgarlar, hiçbir kayıt aramadan her türlü silâhı Abuzer’e vermektedirler, Nedim vasıtası ile. Nitekim geçen gün ikibin cdet uzun menzilli tüfek geldi. Abuzer’in adamı Aziz onları Anadolu’ya göndermekle meşgul. Ama İtalya, İspanya, Fransa ve Çekoslovakya silâh verirken lisans istemektedirler. Ben Arap emirliklerinden veya Afrika’da bir devletten 25-30 bin dolar ödeyerek lisans alıyorum ve o lisansla 10 bin 20 bin her cins tabanca ve 1-2 milyon mermi satın almaya gidecektim.» Telemen, aldığı tabanca ve mermileri, Abuzer Uğurlu’-nun gönderdiği gemiye yüklediğini, «denize açıldıktan sonra Haydarpaşa gümrüğünden müdür Gelip ve adamları tarafından Abuzer’e verildiğini;) belirttikten sonra şunları yazıyor: «Veya Ayvalık açıklarında Sındırgılı Mustafa Ayde-mir’e ve onun vasıtası ile Anadoluya sevk edilmektedir. Bundan gümrüklerin ve jandarmanın haberi oluyor. Bir ay kadar önce Abuzer, Sarı Avni ve Hayrettin Yağcı hücresi çok miktarda tabanca ve mermiyi Ayvalık açıklarında Mustafa Aydemir’e teslim ettiler. İstanbul’da sıkıyönetim olduğu için bu kere orasını yeğlediler. Haydarpaşa Gümrük Müdürü Galip, Abuzer’in Meci-diyeköy’deki hücresi ile her akşam işbirliği yaptığı kısa bir takipten sonra anlaşılır.» İbrahim Telemen. Abuzer Uğurlu ile son uyuşmazlığını şöyle anlatıyor: «… Şimdi bana ağır baskı yapıyorlar. Daha evvel Çekoslovakya’ya 15 bin tabanca ve 4 milyon mermi siparişi ve kaporası verilmişti. Hemen gidip yüklememi isteye10 rek ağır tehdit etmektedirler, tabiî ölümle.. Ve 20 bin tabanca daha sipariş etmek için, beş milyon da mermi. Çekoslovakya’dan ise onların direksiz bîr çeşit özel vapurları var, onlarla Tuna’dan Karadeniz’e açılarak Karadeniz’de açıkta bekleyen Abuzer’e ait gemiye hemen teslim edip geri dönüyorlar. Mersin açıklarından da silâh soktukları oluyor. Yani özetlersek, kaynaklar, Bulgarlar ile yukarıda isimlerini yazdığım lisans ile silâh satan ülkelerdir. Kanalları İse Marmara, Karadeniz ve İskenderun’a kadar uzanan Ege ve Akdeniz sahilleri, Haydarpaşa gümrüğü, TIR’larla Kapıkule ve İpsala gümrük kapılarıdır.» Telemen, bunları açıkladıktan sonra bazı önerilerde bulunuyor ve bir başka konuya daha değiniyor: Pasaport yolsuzluğu. «Şimdi gelelim silâh kadar zararlı ve yurt için tehlikeli diğer bir konuya. •« Birincisi, sahte pasaport ve her türlü sahte mühür, araç ve gereçler.. Bunlar da Abuzer’in elinde. Beni İzmir Buca Cezaevinden Abuzer kaçırdı. Hemen üç adet pasaport. Biri Bora adına, tüccar her an yurt dışına çıkıp, girebilir. Çok girdim, çıktım. Şimdi o pasaport Abuzer’dedir. İkincisi: Kemal. Almanya’da çalışan bir işçiyim. Gene her an girip çıkabilirim. Bu pasaport da bende. Abuzer. istedi. Kaybettim diye vermedim. Üçüncüsü ise kendi adıma, o da tüccar. Pasaport İtalya’da..» Telemen şöyle yazıyor: «…Sahte pasaportla en azılı katiller, kaçakçılar ve anarşistler istedikleri an yurt dışına gidip, gelirler. Ve silâh dolu TIR’ları istedikleri yerde boşaltıp, hiç oradan ayrılmadan sanki buraya gidip gelmiş gibi giriş-çıkış damgası ve mühürün duruma göre arap vizesi, Arap vizesi ve damga, hepsi sahte olarak Abuzer’in elindedir. İkincisi, o da silâh kaçakçılığını kolaylaştırması bakımından ve yurt ekonomisine hele şu dönemde verdiği 11 zarar bakımından çok önemli. Döviz kaçakçılığı. O do Abuzer’in elinde ve himayesinde yapılıyor..» Telemen, döviz kaçakçılığı için de bir ad veriyor: Dö-vizci Celâl.. «Sirkeci’de Büyük Postahanenin hemen karşısında «Dövizci Celâl» vardır ki, bütün Sirkeci bankalarından daha çok döviz toplar». Telemen, bundan sonra Abuzer Üğurlu’nun İstanbul’da bazı polis şefleri ile arasının iyi olduğunu söylüyor ve yeni açıklamalarda bulunuyor: «…Yeşilköy gümrüğünden her an elinde 3-5 milyon-dolu çanta ile hiçbir engelle karşılaşmadan adamları girer çıkar. İsterse pasaportuna damga vurdurur, isterse vurdurmaz. Ben, böyle birkaç kez girdim, çıktım. Eri çok girip çıkanlar ise Salâhattin Güvensoy. Zira bizim hücrede dil bilen ben ve Salâhattin. Ben Abuzer ile ilişkilerimi Seyfi Dadaş ile yürütürüm. Çok ender görüşürüz. Kendi evinden ve yazıhanesinden hiçbir zaman telefon etmez ve ettirmez. Telefon ev: 58 30 60, yazıhanesi 38 17 50 ve Harbiyedeki yazıhanesi 46 25 95, Dadaşın: 76 52 24..» İbrahim Telemen daha sonra şu açıklamayı yapıyor: «…Ağustos 1978’den yılbaşına dek 46 52 26 no’ lu telefondan Çekoslovakya – Prag’dan İtalya – Milano’dan 63 9518 Kemal Bey, 66 64 41 genel Milano karşılıklı ne kadar görüşülmüş, bu durumu İstanbul telefon müdürlüğü kayıtlarından çıkarılabilir. Daha evvel Abuzer’in Bü-yükçekmece’deki yazlığından görüşüyordu, numarasını unuttum.» İbrahim Telemen’in mektubunun 11 inci sayfasındaki şu «itirafsı da çok ilginç: «…Beni İzmir Buca Cezaevinden kaçırdığı güne dek yurda soktuğum silâhların ve mermilerin sayısını unut12 turn. O kadar çok. Bir de Nedim Dişkaya ve Aziz ikilisinin Bulgaristan’dan soktukları var ki, düşündükçe de korkunç bir düşünceye ve üzüntüye kapılıyorum.» Telemen, mektubunun bir yerinde bir de «Örfi» adında bir kişiyi açıklıyor: Örfi Çetinkaya: «Nedim, Yeşilköy’de oturur. Serbesti sokak. Ve aynı adreste oturan en büyük yardımcısı Örfi vardır.» Sabıkalı kaçakçı, bundan sonra Balıkesir çevresinde çalıştığını ileri sürdüğü «Sındırgılı Mustafa» nın (Mustafa Aydemir) fort arabaları olduğunu bu arabaların «500 ile 1000 tabanca alacak şekilde zulalı» bulunduğunu yazmaktadır. Telemen mektubunda şunları da yazıyor: «Ben iki aydır düşünüyorum. Kaçakçılık yapmayacağım. Beni serbest bıraktılar. Fakat çok sıkı takip ve tehdit altındayım. Her an beni öldürebilirler. Bunları sana yazmaktaki gayem, eğer fırsat bulup sana postaiayabiiirsem ve eline geçerse gerekli yerlere ulaştırmandır. Bunu senden rica ediyorum. Mit müsteşarlığına mı olur, içişleri bakanlığına mı olur, artık orasını şana bırakıyorum. Ben ayrıca Devlet Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine de bir mektup yazdım, tabiî atabilirsem. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına da yazacağım. Ve sahte pasaportumu mektupla birlikte göndereceğim. Hattâ fırsat bulursam gidip teslim olacağım. Fakat bir an peşimi bırakmıyorlar. Her an gölge gibi takip ediliyorum. Hem benim teslim olmam hiçbir anlam taşımaz. Önemli olan Abuzer ve etrafındaki birkaç kodamanın yakalanmasıdır. Bundan sonra teslim olurum. Ve gerektiği şekilde her yardımı devlet görevlilerine yapmaya ve elimdeki delilleri vermeye hazırım. Şimdi teslim olursam, onlar artık ortalık yatışınca-ya kadar Avrupa’ya kaçacaklar, ve ellerindeki her türlü 13 delil, araç ve gereçleri yokedip veya bir-iki fedailerini öne sürecekler. Seyfi Dadaş gibi.. Zira Dadaş, «ben yaptım, Abuzer’in haberi yoktur, telefonlarda ben konuştum vs.» İbrahim Telemen’in adını verdiği kaçakçıların nasıl ele geçirilmesi gerektiği konusunda bazı düşünceleri ve kaygıları da var. Tabii bazı önerileri. Şimdi bu önerileri öğrenelim; Telemen «peki bu durum önlenemez mi?» diye sorup, «derhal önlenir» yanıtını veriyor ve şu önerilerde bulunuyor: «1 — Kapıkule, İpsala, Haydarpaşa, Mersin ve İstanbul Yeşilköy gümrük müdürleri, muavinleri ve sivil muhafaza âmirleri hemen değiştirilmeli ve bu gümrük kapıları müfettişlerce sıkı denetilmeli. 2 — Hükümet diplomatik yollardan çok etkin girişimlerde bulunmalı. Nitekim Ecevit, yeni iktidara geldiği zaman böyle bir girişimde bulunmuş olacak ki, Bulgarlar 6 ay kadar silâh sevkiyatını durdurmuşlardı. 2-3 ay evvel tekrar başladılar. 3 — Lisansla silâh satan ülkelerden yalnız lisans değil, lisansa şu açıklamayı ve sorumluluk yükleyecek tümceyi koydurmak için gene diplomatik girişimlerde bulunmalı. Uluslararası antlaşmalarda Reekport yasağı (silâh için) olduğunu sanıyorum, (and use certificate not reexport) İthali için lisans verdiğimiz silâhları kendimiz kullanacağız, tekrar başka bir ülkeye ihraç etmeyeceğiz. Bu şu bakımdan çok önemli ki, o zaman her ülke 25-30 bin dolar için lisans vermeyecektir. Bunun yüzdeyüz yararı olacağına uzun tecrübelerime dayanarak inanıyorum. 4 — Lisansları zaten naylon lisans. Örneğin Arap emirliklerinden birisi şöyle bir yazı veriyor: «Sayın Bay, ithali için yaptığınız müracaat uygun görülmüştür. Cins ve miktarları yazılı silâh ve mermileri, döviz talep etmediğiniz için ithal izni verilmiştir.» İşte böyle bir yazı ile Çeklere, İtalyanlara, ispanyollara ve Fransızlara gelip anlaşıyorlar. Ve parayı da bir İsviçre bankasından gönderdiniz mi istediğiniz kadar, her 14 marka silâh ve mermi Abuzer’in göndereceği gemiye hemen yüklenmek üzere istediğimiz serbest limana gönderiliyor.» Telemen’in daha sonra yazdıkları da şunlar: «…Sayın Mumcu, bütün bunlara ve şeytanca tedbirlere rağmen bir önyargı ile yazmıyorum. Polis istesin, bütün maddî olanaksızlıklara rağmen, Türkiye’nin üzerinden kuş dahi uçurtmaz. Bütün olup bitenlerden polis ve gümrükler haberdardır ve bu işi yapanlarla işbirliği içindedir. Abuzer ve arkadaşları iyi bir sorgulamadan geçirilsin, yurt için çok tehlikeli boyutlara ulaşan silâh kaçakçılığını kimlerden yardım görerek yaptıklarını, silâhları kimlere verdiklerini ve sahte pasaportları kime ve kimlere yaptırdıklarını anlatacaklardır. Ve böylece silâh kaçakçılığı en az bir iki yıl tamamen önlenecektir. Tabii bu arada, yukarıda yazdığım gibi diplomatik yollardan Bulgarlardan ve diğer ülkelerden silâh işinin uluslararası anlaşmalara uyularak etkin bir biçimde istenmelidir. Hükümet ağırlığını koymalıdır. Senin «kaynağına inmek» ten benim anladıklarım bunlar. Başka türlü kökenine inemezsiniz ve yurdumuz milyarlar yitirir ve 15-19 yaşlarında delikanlılar da çok kolay tabanca buldukları, yani satın alabildikleri için en küçük bir tartışmada karşıt görüşlü arkadaşlarını öldürür. Nitekim durum budur. Yukarıda yazdım, fakat tekrar etmekte fayda umuyorum. Abuzer hücre usulü çalışır. Ayvalık sahillerinden, Sındırgın Mustafa Aydemir, Sarı Avr.i, Hayrettin Yağcı, Karadeniz açıklarında olan da Samsunlu İsmail ve Dursun kardeşler ve Akçakoca’dan bazı nüfuzlu kişiler.» İbrahim Telemen’in bana yazdığı, ayrıca, Millî Güvenlik Kuruluna ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına yazdığı mektupların içerdiği konular, aşağı yukarı bunlar.
Uğur Mumcu – Silah Kaçakçılığı ve Terör
PDF Kitap İndir |