Uğur Mumcu – Terörsüz Özgürlük

Batılıların «chronique» dedikleri köşe yazarlığı, bizde öteden beri büyük bir gelişme göstermektedir. Aradaki ayrım birincilerin daha çok yazın kroniği, tiyatro kroniği, müzik kroniği, politika kroniği gibi uzmanlık dallarına ayrıldığı ve bu «fööşe» lerde boy gösteren yazarların en fazla haftada bir iki kez kalem oynatmalarına karşılık bizimkilerin hemen her gün çeşitli konulara değinmeleri ya da değinmek zorunda kalmalarıdır. Toplum yapımızın henüz yerli yerine oturmuş olmamasının bir sonucu olsa gerektir bu. Hemen her gazetede üç, dört, beş belki daha çok köşe yazarımız tanrının günü çeşitli konuları koltuklayarak okurların karşısına çıkmakta, okurlar da bunu beklemektedir. Ne var ki düzinelerle köşe yazarı arasında kendini okura gerçekten sevdirmiş olanların sayısı bir elin parmaklarını aşar mı, bilemem. Aşsa da aşmasa da Uğur Mumcu bunların ilk akla gelenlerinden biridir bence. Sağlam hukuk bilgisi, temelli hukuk kültürü, ödün vermez cesareti, yorulmak bilmez çalışkanlığı ile Uğur Mumcu, her gün Türk toplumunun aksayan yanlarından birini ele almakta, böylece sorumlu yöneticileri uyarmaya gayret etmektedir. Yazılarında ele aldığı 5 kişilere karşı Uğur’un hiç bir kişisel hesabı yoktur. Onlara toplumsal sorunlarımızın birer pürüzü diye bakar. Güçlü belgelere dayanmaksızın kimseye ima yoluyla da olsa sataşmaz. Bir konuyu aydınlatmak, kanayan bir yaraya parmak basmak için kimi zaman günlerce belge peşinde koştuğu, dosylar arasında gece yarılarına kadar çalıştığı olur. Bu bakımdan Uğur Mumcu’nun Türk Köşe Yazar-lığı’na yep yeni bir hava getirdiğini rahatça söyleyebiliriz. Keskin bakışlı bir gözlemci, belgesel bir eleştiricidir o. Güçlü hukuk mantığını çok kez ince bir mizah çizgisi ile çerçevelediği için yazıları ne denli ağır olsa da okura ferahlık verir. Bu kitapta okuyacaklarınız yaşadığımız olağanüstü dönemin gerçek tablosunu yansıtmaktadır: Uğur Mumcu’nun yazıları bugün günceldir.


Bunlar, yarınki kuşaklar hesabına kuşkusuz ibret alınması gereken bir tarih dersi yerine geçecektir. Nadir Nadi 6 TERÖRSÜZ ÖZGÜRLÜK… 27 Mayıs ihtilâli ile 12 Mart Muhtırası, yakın geçmişimizin ders alınacak deneylerle dolu iki büyük siyasal olayıdır. 27 Mayıs ve 12 Mart’a, bugün, bir ölçüde, serinkanlı gözlemlerle bakma olanağı vardır. Yaşadığımız ortamda, toplumsal olaylara «yaşasın» ya da «kahrolsun» edebiyatı ile yaklaşmak çok yanıltıcı olur. Şu son yirmi yılın acılı serüvenlerinde görüldü ki, bu «yaşasınlar» bir süre sonra «kahrolsunlar», kahrolsunlar da «ya-şasınlar»a dönüşür. Yaşasınların sevinci kahrolsunların öfkesini, kahrolsunların öfkesi yaşasınların sevincini birkaç yıl içinde silip süpürünce; geriye yalnızca, evet yalnızca gerçeğin kendisi kalır. Tarihi yazan da gerçeğin kendisidir. 12 Eylül günü emir-komuta zinciri içinde yönetime el-koyan silâhlı kuvvetlerimizin her rütbedeki komutanları, 27 Mayıs ve 12 Mart deneylerini yaşayarak bugüne gelmişlerdir. Ve hem 27 Mayıs, hem 12 Mart, yandaşları ve karşıtlarınca özgürce tartışılmış ve yakın tarihimizin bu iki olayında yaşanan yanlışlar, tutulan yollar, izlenen tutumlar en ince ayrıntılarına kadar gözler önüne serilmiştir. Bu iki olayın gerçekleri, doğruları ve yanlışları, özgürlük ortamında en duyarlı terazilerde tartılmış, değer yargıları bu ağırlıklarla oluşmuştur. 27 Mayıs ihtilâli, ihtilâl ile kaldırılan Millet Meclisi’-nin Demokrat Parti Grubu ile bu partinin hükümetini yargılamıştır. Yassıada’da yapılan yargılamalar sırasında. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar için «köpek davası», Başbakan Adnan Menderes için «bebek davası» gibi gereksiz soruşturmalarla ihtilâlin anlamı gölgelenmiş, amacı saptırılmış. Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüş7 tü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan haklarında verilen ve uygulanan ölüm cezaları ise toplumda derin yaralar açmıştır. Siyasal suçlarda ölüm cezalarının hiç bir toplumsal sorunu çözmediği, bir parti grubunun toptan ceza görmesinin siyasal gelişmeleri engellemediği yaşanan gerçeklerle, çok açık biçimde kanıtlanmıştır.

Devlet, Genelkurmay ve Millî Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren, 12 Eylül günü yaptığı Radyo-Televizyon konuşmasında: «Parlamento üyeleri siyasî faaliyetlerinden dolayı suçlanmayacak ve yeni yönetime karşı suç teşkil edecek tutum ve davranışlarda bulunmadıkları sürece haklarında herhangi bir işlem yapılmayacaktır» derken, çok gerçekçi bir yaklaşımı sergilemiş bulunmaktadır. Eğer, tutum ve davranışlarıyla, terör odaklan ile örgütsel bağ içinde bulunan parlamento üyeleri varsa, elbette bunlar, Sayın Evren’in verdiği bu güvenceden yararlanmayacaklardır. Bu da doğaldır. 12 Mart Muhtırası, çok başka potalarda kaynadı, çok başka kanallarda yürüdü. Bu dönemin herhalde en büyük yanlışı, devlet gücünün, silâhlı sağ eylemciler için hiç kullanılmayıp, yalnızca sol eylemler için kullanılması ve de yaygın bir «ihbar kampanyası» eşliğinde «solcu avı»na çıkıp, silâhlı eylemlerle uzaktan yakından ilgisi olmayan insanların gö2altına alınıp, tutuklanmasıdır. Bu tür devlet öfkesinin, öncelikle devlete zarar verdiği anlaşılmış, bu anlaşılıncaya kadar da iş işten geçmiştir. 12 Eylül ortamı, 27 Mayıs ve 12 Mart’tan çok başka türlüdür. Böylesine kanlı ortamda devletin ilk ve başlıca görevi, yurttaşları, «korkusuz yaşama özgürlüklerine» ka-vuşturmasıdır. Bunun da ilk koşulu, terör odaklarını, arkalarında karanlık karargâhları ile birlikte ortaya çıkartmaktır. Terörün olduğu yerde. Anayasadan, hukuk devletinden, serbest seçimlerden, bağımsız yargıdan söz etmenin olanağı yoktur. Terörün bu kanlı ipoteği kaldırılmadıkça, özgürlükçü demokrasiye dönülmüş sayılmaz. Terörün hüküm sürdüğü ülkelerde. Anayasa, kâğıt parçalarından, 8 Parlamentolar, taş yığınlarından başka bir işe yaramaz. Yaramadığı, ülkemizdeki acı deneyle görüldü… Türk Silâhlı Kuvvetleri, 27 Mayıs’ta da, 12 Martta da kalıcı bir askerî yönetim kurmak istemedi.

Yeni yönetim de «özgürlükçü, demokratik, lâik ve sosyal» nitelikli bir «sivil yönetim» kurma amacını taşıdığını ilân etti. Şimdi hepimizin bir tek amacı olmalıdır. Çok yönlü kışkırtmaların, kurt kapanlarına kapılmadan, terörsüz özgürlüğü, kansız demokrasiyi kurmak ve sivil yönetimi sağlıklı yöntemleri ve kalıcı çözümleri ile yeniden oluşturmak… 15 Eylül 1980 DOSYALAR NEREDE? Önceki gün «İşte Dosyalar» başlıktı yazımda, Ecevit hükümetinin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Dr. Faruk Sükan’ın elkoyduğu dosyaların bir kısmına değinmiş ve bu dosyalar hakkında işiem yapılmasını istemiştim. Bu yazının çıktığı gün, Ankara Bürosu görevlilerinden arkadaşımız Erbil Tuşalp, Dr. Sükan ile görüşmüş ve bu konu hakkında bir diyeceği olup olmadığını sormuştu. Dr. Sükan’ın, arkadaşımıza yanıtı şöyle olmuş: — Bu dosyaların sonunu ben de merak ediyorum. Bu dosyaları, bu dosyaların izleyicisi bile merak ediyorsa, vay bu devletin haline! Neyse efendim, Dr. Sükan’ın el koyup da «Sonlarını merak ediyorum» dediği öteki dosyaları da sunalım mı? Sunalım: Daha önce sunduğum dosyalar, özellikle Demirel ailesi ile Tercüman Gazetesi Sahibi Kemal llıcak’ın şirketleriydi. Bugün Sükan’ın izlediği öteki dosyaların başlıklarını verelim: Dr. Sükan, Garanti Bankası, Türk Ticaret Bankası, Yapı ve Kredi Bankası, Akbank ile ilgili incelemeler de yaptırmış, bu incelemeler sonucunda, bankaların, banka 9 sahiplerinin aile şirketlerine kredi sağladıkları kanısına, ulaşılmıştır. Raporda, Adapazan’nda işadamı Ömer Kuriş ile bu kişinin kurduğu «Kur Yonga Levha San. ve Tic. A.

Ş. SUN-TAŞ Sünger ve Plastik San. A.Ş. Kuriş Yedek Parça Tic. Ltd. Şti.» ile ilgili kredi yolsuzlukları ve Ömer Kuriş’in bir siyasal partiye yaptığı yardımlarla ilgili bir soruşturmadan da söz edilmektedir. Dr. Sükan’ın raporundan, Bağ-Kur, Sosyal Sigortalar ve Kızılay mevduatları, SEKA ¦eski Genel Müdürlerinden Aziz Gümüş hakkında incelemeler yapıldığını da öğreniyoruz. Devam ediyoruz: NETAŞ (Northern Elektrik Telekominikasyon A.Ş.). Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun dışalımları, Türkiye Demir ve Çelik İşletmeleri eski Genel Müdürlerinden Cavit Mutuş ile ilgili soruşturma, Pendik – Alaybey Tersanesi ile ilgili yolsuzluk iddiaları, MKE Kurumu, Hanomag ve Mototrak A.Ş.

arasındaki ortaklık ile 1969 yılından bu yana Hanomag traktörleri ile ilgili dosya, Maliye eski Bakanlarından Ziya Müezzinoğlu’nun kardeşi Atilla Müez-zinoğlu’nun adının karıştığı TIR kaçakçılığı. Dr. Sükan’ın ¦elkoyduğu dosyalar arasındadır. Bitmedi; daha da var: Dinarsu, Yunsa, Gümüşsüyü firmaları, SASA, Suni ve Sentetik Elyaf Sanayi A.Ş. INSA, İstanbul Naylon Sanayi A.Ş., Tekstil İplik Sanayi ve Ticaret ile AKSA Akrilik Kimya Sanayi A.Ş.’nin keyfî zam yaptıklarına ilişkin iddialar, KöyKoop’a usulsüz kredi kullandırıldığına ilişkin iddialar. Maliye Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcılarından Sekip Altay’ın yeterli diploması olmadığı halde, yüksek öğrenim derecesi isteyen görevlere getirildiğine ilişkin iddialar, AfşinElbistan Termik Santralı ihaleleri, demir dışalımı, kamu iktisadî teşebbüslerinin bazı basın-yayın araçlarına malî yardım yaptıklarına ilişkin iddialar, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu hakkında bazı yolsuzluk iddiaları, Yapı ve Kredi Bankası’nın Ayhan Şahenk’in bulunduğu «Doğuş İnşaat Şirketi»ne usulsüz kredi verildiğine ilişkin iddialar, Orhan Sorguç, Kadir Has, Sırrı Yır10 cali ve Fuat Süren ile ilgili çeşitli ihbarlar. Dr. Sükan’ın elkoyduğu başlıca dosyalar arasındadır. «Devlet» diye bir tüzel kişi varsa, «devletin devamlılığı» diye bir ilkeye inanılıyorsa, işte dosyalar. Evet, iki olasılık söz konusudur: Ya bu şirket, ya da kişiler, boş yere tedirgin edilmiştir; o zaman bu kişi ve şirketlerden devlet adına resmen özür dilenmelidir ya da bu iddialarla ilgili soruşturmaları sonuçlandırarak, yolsuzluk yapanın yakasına yapışılmalıdır.

Bu işin başka yorumu var mıdır? 7 Kasım 1980 KİMMİŞ, KİM? Baba adı: John, ana adı: Anna, doğum yeri: Froson-İsveç, doğum tarihi: 24.6.1936, uyruğu: ABD, medenî hali: Evli, ikamet no: 1/73627, pasaport no: z3220861, pasaport tarihi: 19.10.1978, bildiği diller: İngilizce, Fransızca, devamlı ikametgâhı: 5925 Townley Ave Glendole, Arizona-USA, eşinin adı: Charlote, doğum yeri: Viyana, doğum tarihi: 24.10.1929. «Kim bu?» diyeceksiniz? Açık kimliğini tanıttığımız bu kişinin yalnızca adını yazmıyorum. Bu kişi, çok uluslu ünlü bir şirketin Türkiye temsilcisidir. Bu temsilcinin biri Ankara, biri de İstanbul’da olmak üzere iki evi bulunmaktadır. Bu evlerde sık sık partiler düzenlenmektedir. Ve bu temsilci birçok kişiyle bu evlerde uzun görüşmeler yapmaktadır. Adı ve soyadı dışında açık kimliğini verdiğimiz bu Amerikan yurttaşı, temsilcisi olduğu şirketin merkezine de sık sık gidip gelmekte ve Ortadoğu bölgesini kapsayan bir telekomünikasyon yatırımları üzerinde yoğun çalışmalar yapmaktadır. Anna’dan doğma, John’dan olma bu Amerikan yurttaşı. 1973 yılından önce İran’ın başkenti Tahran’da da aynı görevi yapmıştır.

Şah rejimine yakinlığı bilinen bu Amerikan yurttaşı, İran bürokrasisi ile ele içli dışlıydı. Kah11 romanımız Tahran’dayken, Ortadoğu ile Afrika ülkelerine elektronik aygıt satmış, bu bölgede oldukça yaygın bir ün sağlamıştı. Bu arada bir değişiklik olmuş; kahramanımızın temsilcisi olduğu çok uluslu şirkete bağlı bir yan şirket, Türkiye’de de yatırım yapmak için girişimlerde bulunduğu günlerde Fransız hükümetince kamulaştırılmıştır. Bundan sonra, bir başka çok uluslu şirket, Türkiye’de yatırım yapmaya hazırlanan bu şirketin pay senetlerini satın almıştır. Sonra ne görüyoruz? Kahramanımız, bu kez, bu yeni şirketin temsilcisi olarak, yeniden Türkiye’de üst düzeydeki temaslarına devam etmektedir. Kahramanımız, bir gün Ankara’da, bir gün İstanbul’dadır; işi başından aşkındır… Bu çok girişken Amerikalı, Tahran’da başladığı girişimleri, Türkiye’de de sürdürmektedir Kahramanımıza, Türkiye de az gelmektedir. Bu yüzden, Kuzey Kıbrıs’ta da bir yatırım alanı seçmekte, buradan Ortadoğu ülkelerine, elektronik aygıtlar satmayı planlamaktadır. Bu yabancı, bu temaslarını yürütürken hiç de yabancılık çekmemektedir. Yabancı, ilişkilerinde, Türkiye’den çok ünlü bir işadamını kullanmaktadır. Bu işadamının çok gelişmiş siyasal ilişkileri söz konusudur ve bu işadamı, bu ilişkilerin açığa vurulmasından son derece tedirgin olmaktadır. Şimdi diyeceksiniz ki, «bu Amerikalının da, ortağının da, şirketlerinin adlarını da yaz». Yazmasına yazarım ama günün modası böyle. Biraz üstü kapalı yazacağım. Anlayan, anlayacak! Kimimiz Dallas dizisinin sonunu merak eder, kimimiz de yerli «J.R.

»ları. Aman telefonu açıp, bunu bana sormayın, kahramanımızın elektronik aygıtları çok gelişmiştir, belki telefonları da dinler! Aman sakın! 25 Kasım 1980 12 1TT RÜŞVETİ… ITT şirketini bilmeyen yoktur. ITT (Uluslararası Telgraf ve Telefon Şirketi) dünyanın en güçlü çok uluslu şirketlerinden birisidir. Bu şirketin Türkiye’de de temsilciliği bulunmaktadır. ITT şirketinin Şili’de sosyalist Devlet Başkanı Allen-de’nin devrilmesi olayında etkin görev aldığı da bilinmektedir. Aynı şirketin dünyanın birçok ülkesinde rüşvet dağıttığı da yapılan soruşturmalar sırasında ortaya çıkmıştır. Şirketin sorumluları, bu arada Türkiye’de de rüşvet dağıttıklarını açıklamışlardı. O tarihten bu yana, ITT şirketinin Türkiye’de dağıttığı rüşvet ile ilgili bir soruşturmanın yapılıp yapılmadığını izlemeye çalışıyorum. Bilebildiğim kadar, bu konuda, CHP hükümeti döneminde Başbakan Yardımcısı Dr. Faruk Sükan’ın bir girişimi olmuştu. Bu soruşturma girişimi nasıl sonuçlandı, bugün için Dr. Sükan başta olmak üzere pek bilen yoktur. Gerçekten, ne oldu ITT soruşturması? ITT soruşturmasından önce, «Uçak yapım şirketi Lockheed’in soruşturması ne oldu?» diye sormak gerekir. Lockheed soruşturması ile ilgili olarak. Genelkurmay Askerî Mahkemesi Savcılığının önce koğuşturmaya yer olmadığı kararı verdiğini, sonra zamanın Millî Savunma Bakanı Ferit Melen’in başvurusu üzerine bu kararın kaldırıldığını biliyoruz.

Ama, Lockheed soruşturmasının bugün ne aşamada olduğunu bilemiyoruz. ITT şirketi ile ilgili soruşturmanın sonuçlanmadığı izlenimini edinince, bu şirketin Türkiye temsilcisinin kim olduğunu araştırmaya çalıştım. Geçenlerde, «Bir Yabancı» başlığı altında okuduğunuz yabancı, ITT şirketinin Türkiye temsilcisi John Kare Aho’dur. Bir şirketin Türkiye’de rüşvet dağıttığı, ABD’nin yetkili kurulları önünde açıklanırsa, devlet olarak da bizim, bu yolsuzluk üzerine var gücümüzle grtmemiz gerekmez miydi? Böyle olayları aydınlatmak, devlet olmanın gereklerinden biridir. Eğer, bu gibi yolsuzlukların sorumluları.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir