Ustun Dokmen – Kucuk Seyler 3

Küçük şeyler, belki çok sayıda küçük küçük şeyler olduk.­ lan için, belki de aslında her biri büyük ve önemli olduğu için bir türlü bitmiyor; en azından şimdilik bitmiyor. Küçük Şeyler 1 ve 2′ den sonra, Küçük Şeyler 3’te yine birlikteyiz. Küçük Şeyler 2’nin konulan. üç ana başlıkta toplanmıştı; bunlar, ‘Suflörlü Yaşamlar’, ‘Tulumbacı Sendromu’ ve ‘Psikolojik Düğümler’ di. Küçük Şeyler 3’te ise kitabın ana konusu, diğer bir deyişle çerçevesi ‘Yaşama Yerleşmek’. Kitabın ilk bölümünde yaşama yerleşme kavramı tanımlandıktan, ana hatlarıyla tanıtıldıktan sonra, izleyen bölümlerde, yaşama yerleşmemizi kolaylaştıracak yaşam tarzları ele alınacak, çeşitli yaşam alanlarında yaşama nasıl yerleşebileceğimiz tartışılacak. TRT ekranlarında altı yıldır gösterilmekte olan Üstün Dökmen’le Küçük Şeyler adlı programın yeni bölümleri Eylül 2007’den beri ekranlarda izlenebiliyor. 2007-2008 döneminde izlenecek yeni bölümlerdeki bazı konular Küçük Şeyler 3’te yer alıyor. Ancak Küçük Şeyler 3’ün kapsamındaki bazı konu- 10 YAŞAMA YERLEŞMEK lar, şu ana kadar hiçbir televizyon programımda yer almadı. Özellikle, ortaya attığım ‘yaşama yerleşme’ kavramı, ilk kez elinizdeki kitapta kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Küçük Şeyler 3’te, yaşamı, yaşamlarımızı oluşturan küçük -ve aynı zamanda büyük olan- şeyleri, abartmadan ve küçümsemeden incelemeye çalışacağız. Bireysel psikolojileri ve bireysel psikolojilerin hem sonucu hem nedeni olan, tarih dahil bazı toplumsal olayları ele alıp yorumlayacağız. Mikro ile makronun karşılıklı etkileşimini, insan merkezli olaylar çerçevesinde tartışacağız. Kitabın ana konusu olan ‘yaşama yerleşme’ kavramı birinci bölümde ana çizgileriyle tanımlanıyor.


Yaşama yerleşmenin biyolojik, sosyolojik, politik, kültürel, psikolojik boyutları var. Birinci bölümde bu boyutlardan kısaca söz edildikten sonra izleyen bölümlerde daha çok, psikoloji kapsamında, kişilerarası ilişkilerin ağırlık taşıdığı birtakım yaşam tarzları ele alınacak, bu yaşam tarzlarının her birinin yaşama yerleşmemiz� ne ölçüde katkısı olduğu incelenecek. Örneğin, olayların veya çocuklarımızın davranışlarının nedenleri üzerinde düşünmek bir yaşam tarzıdır; bu yaşam tarzının yaşama yerleşmekteki etkisini, işlevini tartışacağız. Tartışmalara katılmanız, duymanız ve duyurmanız dileğiyle … Ya�t.:r”‘1a Yer/e-i”‘1e/<. Ne ‘DetMe/<.? \ Yaşama yerleşınek ne demek? Belki de her şey demek. Bir açıdan baktığımızda yaşama yerleşmek demek, ‘Olmak veya olmamak’ın birinci yarısı demek. Kısacası, ortaya attığım yaşama yerleşmek kavramının basit bir tanımı yok. Bu bölümde ‘yaşama yerleşme’ kavramını ana hatlarıyla tanımlamaya çalışacağız; ilerleyen bölümlerde söz konusu tanıma ilavelerde • bulunacağız. Yaşama yerleşmenin boyutları Canlılar, çeVrelerine, akıp giden biyolojik gelişim sürecine uyum sağlayabildikleri, bir anlamda yaşama ayak uydurabildikleri sürece ayakta kalırlar, yarına kalırlar, genlerini yarınlara ulaştırabilirler. İnsanların yaşama yerleşmelerinden söz ettiğimizde, ifade edilmek istenen şudur: Biyolojik, sosyal, kültürel ve fiıiksel çevreye uyum sağlayabilen, varoluşlarını yaşayabilen insanların yaşama yerleşmeleri kolaylaşır, yarına kalma ihtlınalleri artar. 12 YAŞAMA YERLEŞMEK Dünyada farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde farklı yaşam tarzları ortaya çıkar. Sözgelişi, beslenme ve barınma alışkanlıkları farklı farklıdır. İnsanlar arasındaki önemli farklılıklardan birisi de sosyolojik ve psikolojik anlamdaki yaşam tarzlarıdır.

Sosyolojik, psikolojik kapsamdaki yaşam tarzlarımız, örneğin, ne düşündüğümüz, nasıl düşündüğümüz, başkalarıyla ne tür iletişimler kurduğumuz, nasıl çalıştığımız, çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğimiz ve genelde ne tür bir varoluş biçimi seçtiğimiz yaşama nasıl yerleşeceğimizi belirler. Bilindiği gibi, sosyo-biyolojik anlamda çevreye/yaşama uyum sağlayan canlılar yarına kalırlar. Yaşama yerleşme kavramını, söz konusu uyum sağlama sürecine birtakım yaşam tarzlarını ekleyerek ortaya çıkardık. Elinizdeki kitapta konunun biyolojik boyutu değil, daha çok insan ilişkileriyle ilgili yaşam tarzları ele alınacak. Yaşama yerleşmemizi kolaylaştıracak seçimlerimiz, yaşam tarzlarımız tartışılacak. Bizi Yaşama Yerleştiren veya Yaşamdan Uzaklaştıran Yaşam Tarzları Herhangi bir işi ona farklı düzeylerde önem vererek yapabiliriz. Çok önem vererek yapabiliriz, kısmen önem verebiliriz, fazla önem vermeden yapabiliriz. Dilimizde ‘parmağının ucuyla tutmak’ diye bir deyiş vardır; dört elle sarılmamak, ciddiye almamak anlamına gelir. Bazı şeyleri parmağımızın ucuyla yaparız, bazılarına dört elle sarılırız. Tek tek küçük işlere yönelik bu tavrımızı, aslında farkında olmadan bütün bir yaşam karşısında da sergileriz. Bazılarımız bazen -ve sanırım çok azımız da her zamandört elle yapışırız yaşama. Fark ederek, hissederek, anı yaşayarak yaşarız; bazılarımız ise adeta parmak ucuyla tutar yaşamı. Yaşam karşısındaki bu iki farklı tavrı, bir yerlere oturmaya benzetmek istiyorum. YAŞAMA YERLEŞMEK NE DEM EK? 13 Bir sandalyeye, koltuğa veya bir sedire, kendimizi hıra� l<arak, yayılarak yerleşmek de mümkündür, eğreti bir şekilde oturmak da … Benzer şekilde, yaşama bütün varlığımızla, varoluşumuzla yerleşmek de mümkündür, eğreti bir şekilde ucundan ilişmek de … Yaşama yerleşmekten kastımız, kaliteli yaşamaktır. Yaşama yerleşmeden yaşamak, eğreti yaşamak ise Doğan Cüceloğlu’nun ifadesiyle ‘mış gibi’ yaşamak anlamına gelir.

Bir eve, evliliğe, bir işe, kısacası yaşama, hakkıyla yerleşmeden yaşayanlarımız da var, yerleşerek yaşayanlarımız da var. Yolculuklarda “Memleket neresi?” diyerek yüzeysel tanışmalarla yetindiğimizde, otuz yıllık eşimizle derin duygusal bir tanışma gerçekleştiremediğimizde veya çalıştığımız işi kendi işimiz gibi benimsemediğimizde, dostluğumuza, evliliğimize, işimize tam yerleşememişiz demektir. (Derin tanışma konusunu ileride ele alacağız.) Dostlarımızla, yakınlarımızla derin tanışmalar gerçekleştirdiğimizde, kendi iç dünyamızı ve karşımızdakilerin iç dünyalarını fark edebildiğimizde, onlarla empati kurabildiğimizde, yaşama farklı açılardan bakma becerimizi geliştirdiğimizde, özetle varoluşumuzu hakkıyla yaşadığımızda, işimizi eğl�ce haline getirdiğimizde, dostluklarımıza, evliliklerirnize, işlerimize tam yerleşebiliyoruz demektir. Yaşama yerleşme kaVramını, bireye ait özelliklerle çevre şartlarının eşleştirilmesi anlamında da kullanabiliriz. Bir insan, mesleki yeteneklerini ve isteklerini doğru değerlendirip çevresindeki en uygun mesleği seçtiğinde ve bu mesleği icra edebildiğinde, bir başka ifadeyle potansiyelini yeterince kullanabildiğinde, yaşama yerleşmiş olur. ‘Yaşama yerleşme’ kavramı, üzerinde düşündükçe genişletilebilecek, yukarıdaki tanımlardan yola çıkılarak zenginleştirilebilecek bir kavram. Kavramın irdelenmesini okuyucularıma, öğrencilerime bırakmak istiyorum. (Kişilerin yaşa- 14 YAŞAMA YERLEŞMEK ma yerleşme düzeylerini ölçebilecek bir ölçme aracı geliştirilmesi de mümkündür.) ‘Yaşama yerleşme’ kavramı nasıl çıktı ortaya? Bu kavramın iki ilham kaynağı var; birincisi bir gözlemim, ikincisi ise stresle ilgili bana ilginç gelen bir bilgi. Evlere Yerleşmek/Yerleşememek Ülkemizdeki şehirlerde, kasabalarda yaygın bir ev tipi vardır. Dış cephesi delikli tuğladan yapılmış, sıvasız, yarım kalmış evler, apartmanlardır bunlar. Evi yapan, tuğladan duvarları örmüş, kapıyı, pencereyi takmış, çatıyı tamamlamış, sıvayı,_ boyayı, badanayı ise eksik bırakmıştır; ev natamamdır. Bazılarının çatıları da yoktur, ilerde bir kat çıkabiliriz düşüncesiyle, ucunda demirleri gözüken beton direkler açıkta bırakılmıştır. İlk bakışta tamamlanmadığı izlenimini veren bu evlerde aslında resmen yaşanmaktadır; bacaları tütmektedir, balkonlarında çamaşırlar asılıdır, kapı numaraları, elektrik, su abonelikleri vardır.

Ama bu evler uzun yıllar, belki yıkılıncaya kadar bu halde kalacaktır. Bu evler niçin böyledir? Belki göçebe kültürün tam yerleşememe alışkanlığından ötürü, belki masraftan kaçınmak için, belki de yaşama tam yerleşememenin bilinçli olmadan sergilenen somut bir göstergesi oldukları için bu evler yarımdır. (Geleneksel Türk Mimarisi’nin bir parçası olan Beypazarı evlerinde ufak bir yer eksik bırakılır, tamamlanmaz. Bunun nedeni, ev sahibinin bu dünyada yapacak işinin henüz bitmediğini, daha uzun yıllar yaşayacağını, yaşaması gerektiğini göstermektir. Ölüm korkusıınu azaltmaya yönelik bu yarı bilinçli davranış, belki de gecekonduları niçin yarım bıraktığımızı da açıklamaktadır.) Gerçek neden ne olursa olsun, özellikle şehirlerin varoş- YAŞAMA YERLEŞMEK NE DEMEK? 15 larındaki sıvası-badanası eksik evler, bende, insanımızın -en azından bir kısmının- bu ülkeye, bu dünyaya tam yerleşemediği düşüncesini uyandırıyor. Avrupa’da bu görünümde bu kadar çok sayıda ev göremezsiniz. 8iz:/er THY’k.iye’ye t”a/.fll yer/c:�t”ik. /.fili? �v/erivıi .s ıva.sız:, ivı.savı/arıvı ı eqit”i”‘1.

SiZ:, OY’/.fllavı/anvı ı yalvı ız: b ırak.t”ıq ‘”” ız: bu H/k.eye t”a/.fll yeY’/e�t”ik. /.fili? Yoksa her avı k.alk.ıp uz:ak./ara qit””‘1eye haz:ırız: da /.fllUVak.k.at”evı /.fili yer/e�t”ik. bu H/k.

eye? Ağabeyim, dostum Doğan Cüceloğlu’nun yurtdışında yaşayan bir konuğu Türkiye’yi gezerken, çok sayıda yarım bırakılmış ev görünce, “Türkiye’de boya-badana yasak mı?” diye sormuş. (Düşünme ve yaşama tarzımızın artıları ve eksileri var, Batılıların da öyle; burada olduğu gibi bazı eksilerimizden söz ettiğimize bakıp her yönden geri olduğumuzu düşünmemeliyiz. Ancak, bize uzun vadede zarar verecek eksi yanlarımızı düzeltmek gerektiğini de unutmamalıyız.) Sadece evlere eğreti yerleşmiyoruz, kimimiz ayakkabının . topuğuna basıyoruz, kimimiz ceketi sırtımıza yarım atıyoruz, kimimiz direksiyona kaykılarak oturuyoruz ve galiba bir kısmımız, dünya görüşümüzü, siyasi görüşümüzü çok az veriye dayanarak oluşturuyor, aylık-yıllık dalgalanmalarla farklı siyasi partileri destekliyoruz, bazılarımız milletvekili isek belirli bir partide karar kılamıyoruz, parti parti dolaşıyoruz; sonuçta pek çoğumuz yaşama tam yerleşmeden yaşıyoruz. İşte, içine tam yerleşilmemiş izlenimi veren sıvasız evlerden yola çıkarak bir benzetme yapmak istedim ve belirli yaşam tarzlarını ‘yaşama yerleşip yerleşmeme’ şeklinde adlandırdım. 16 YAŞAMA YERLEŞMEK Stres ve Bekleme Salonu Koltuklar1 ‘Yaşama yerleşme’ ifadesinin ortaya çıkışında bir ilham kaynağım daha var; o da stresle ilgili 1950’lerde geçen bir olay: Olay şu: Sandalye, koltuk tamir eden bir usta varmış. Ustanın gözlemlerine göre, bazı müşterilerinin bekleme salonlarındaki koltukların ön tarafları; bazı müşterilerinin koltuklarınınsa orta kısımları daha fazla aşını yormuş. Ön tarafı aşınan koltuklar kardiyologların (kalp hekimlerinin) muayenehanelerinin bekleme salonlarındaymış; diğer hekimlerin ve başka mesleklere mensup kişilerin bekleme salonlarındaki koltuklarınsa daha çok orta kısımları aşınıyormuş. Usta bunu hekimlere söylediğinde, hekimler bu gözlenıi şöyle yorumlamışlar: Kalp hekimlerine gelen hastalar genelde stres düzeyi yüksek, belirli bir davranış örüntüsü sergileyen hastalarmış. Bu davranış örüntüsüne ‘A-tipi davranış biçimi’ adı verilmiş. A-tipi davranış biçimi sergileyenler, özetle, heyecanlı, aceleci, öfkeli, sabırsız, kalp hastalıklarına yakalanma ihtimalleri yüksek kişilermiş. Bu özelliklerin tersi özelliklere ise ‘B-tipi davranış biçimi’ adı verilmiş. c-ı

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir