V. C. Andrews – Çatıdaki Cığlık

Jimmy’yle ben Richmond’un bir banliyösü olan Saddle Creek’e doğru yol alırken Virginia arazisi yanımızdan uçar gibi geçiyordu. Yol tabelaları hedefimize giderek yaklaştığımızı müjdelediğinden kalbimin atışları da heyecandan hızlanıyordu. Çok geçmeden bebeğimi kolları¬ mın arasına alabilecektim. Meadovvs’da onu doğurduktan sonra Christie’ye bakmaya bile doğru dürüst fırsat bulamamıştım; yavrucak, dünya¬ ya adımını atmasının üzerinden birkaç dakika geçmeden benden kopa¬ rılıp alınmıştı. Cutler Nine’nin bana yaptığı kötülükler dizininin son halka¬ sıydı bu. Yaşlı kadın hayatının son demine kadar benden nefret etmiş, bense o küskün ve kırık halimle bunun nedenlerini vasiyetnameler oku – nuncaya dek anlayamamıştım. Jimmy , «Çok kalmadı,» diyerek bana gülümsedi. Christie’yi en sonunda gidip alacağım için o da neredeyse benim kadar heyecanlıy¬ dı. Jimmy bebeği kabullendiği için o denli mutluydum ki… Jimmy Avrupa’da askerken, ben Sarah Bernhardt Okulu’ndaki şan öğretmenim Michael Sutton’a âşık olmuştum. Jimmy dönüşünü beklemeyişimden dolayı düşkırıklığına uğrayacak yerde, Michael’in büyüsü¬ ne kapılmamı anlayışla karşılamıştı. Benim hamile kaldığımı, Michael’inse beni terkettiğini öğrenince de, beni aramaya gelmiş ve Cutler Nine’ nin korkunç ablası Emily Booth’un pençesinden kurtarmıştı. Gerçekten de hayatımın kahraman prensiydi o. Beni, bebeğimi gizlice doğurmam için yollandığım o garip çiftlik evinden koparıp almıştı. Jimmy, Christie’nin doğumundan çok kısa bir süre sonra yetişmişti. Cutler Nine’nin bebeğimi doğar doğmaz birilerine verme planını gerçekleştirdiğini duyar duymaz ikimiz de bebeğime kavuşana dek rahat etmemeye yemin etmiştik.


Ne var kT, kalbimin atışlarının başımı döndürecek kadar hızlanması¬ na neden olan tek şey bu sevinçli beklenti değildi. Hayatımı kökünden değiştiren ve geleceğimi belirleyen olaylar dizisi başımı döndürmeye¬ cek de ne yapacaktı… Cutler Nine’nin ölümünden sonra iki vasiyetna¬ me okunmuştu ; onun vasiyetnamesiyle bir zamanlar büyükbabam san¬ dığım, ama şimdi babam olduğunu bildiğim adamın bıraktığı gizli bir mektupla bir vasiyetname. Doğumuma yol açan günahını bağışlatmak için aile otelinin çoğunluk hisselerini bana bırakmıştı. Özetle, Cutler Koyu’nun asıl sahibi şimdi bendim. Ama oranın sahibi olmak istiyor muydum ya da daha önemlisi, ola¬ bilir miydim? Christie’yi almak için yola çıkmamızdan hemen önce üvey kardeşim Clara Sue’nun bana haykırışı hâlâ kulaklarımdaydı. Öteden beri bana duyduğu kıskançlık, son olayların şokunu ve hasetini daha da alevlendirerek patlama noktasına getirmişti. Ellerini kalçalarına dayayıp ağzını çarpıtarak bağırmıştı. «Sen dün¬ yada babaannemin yerini dolduramazsın! Bütün Virginia kıyısının mas¬ karası olacaksın. Babaannem hayatta olsaydı sana gülmekten ölürdü.» Clara Sue bana meydan okuyordu. Yüzü gülmeyen, kötü ruhlu ihti¬ yar kadın sanki Clara Sue’nun ağzından konuşuyor, tüm küçümseme¬ sine beni alaya alıyordu. Bu meydan okumayı karşılıksız bırakmamaya can atıyor olmama karşın, otelle tüm sorumluluklarını üstlenmenin bir şantöz olma hayallerimi kösteklemesinden korkuyordum. Ama sonra, Michael’in beni terkettiği gün tüm hayallerimin de söndüğünü düşün¬ düm. Belki de gösteri dünyası bana göre değildi. Belki bütün bu olanlar benim açımdan daha hayırlıydı.

Jimmy de öyle düşünüyor görünüyordu. Bütün yolculuğumuz süre¬ since planlar yapmış, vaatlerde bulunmuştu. «Ordudan tezkeremi alır almaz seninle evleniriz,» diye söz verdi. Sordum. «Sonra da otelde deli ailemle mi otururuz?» «Onları umursamam. Hem gerçek patron şimdi sensin, Dawn. Ben de bakım ve onarım işlerinden sorumlu olurum. Orduda motorlar, elek¬ trik ve makineler hakkında çok şey öğrendim… » «Bu işi yapabilir miyim, bilemiyorum, Jimmy. Düşüncesi bile beni korkutuyor,» diye itiraf ettim. «Saçma. Ailenin avukatı Bay Updike sana yardım edeceğini söyle¬ d i, otelin muhasebecisi Bay Dorfman da elinden geleni yapacağına söz verdi. Kimse bütün sorumluluğu hemen üstlenmeni senden beklemi¬ yor.» Jimmy gülerek ekledi. «Cutler Koyu senin yeni okulun olacak. Ter¬ his olur olmaz ben de hep senin yanında olurum.

» Genç adam elimi avucunda sıktı. Ona inanıyordum. Şimdi ona en çok gereksinim duyduğu m sırada yanımdaydı, öyle değil mi? Hem yalanlardan, aldatmacalardan ve acı¬ dan yorulmuştum. Jimmy ve Christie ile hayatımın mutlu bir ezgiyle baş¬ lamasını istiyordum. Christie’yi kollarımın arasında tutmak beklentisi de kalbimi tatlı bir sevinç ve umut müziğiyle dolduruyordu. Ne yazık ki, vaatler tıpkı gökkuşakları gibi genelde fırtınaları izler. Bu kez de farklı olmayacaktı. Cutler Nine ansızın ölünce Christie’yi hiçbir zaman bulamayacağı¬ mızdan korkmuştuk. Neyse ki, Bay Updike bu işin içindeydi ve bebeği¬ min nerede olduğunu biliyordu. Cutler Koyu’ndan ayrılmamızdan önce bize Christie’yi alan Sanford ve Patricia Compton adlı çiftin durumdan haberli olduklarını, bizi beklediklerini söylemişti. Ama kapılarını çaldığı¬ mızda farklı bir gerçekle karşılaştık. Saddle Creek, Richmond’un iyi semtlerinden sayılan bir banliyösüydü. Bebekevi gibi binalarıyla, taze ve yeşil çimlik alanları, mano|yaları, gülleri ve boru çiçekleriyle gerçekten güzeldi. Yumuşak bir mavilikte¬ ki göğün orasına burasına yapıştırılmış gibi duran puf puf beyaz bulutla¬ rıyla bu sonbahar sonu günü bizde bir masal dünyasına girmişiz gibi bir et!*: yaptı. Hor şey temizdi ve taze boyanmıştı.

Christie’nin belki burada daha mutlu olacağını düşündüğümü anımsıyorum. Burası hiç kuşkusuz benim onu götüreceğimden daha mutlu bir dünyaydı. Ama sonra, gerçek ailemin varlığını öğrenmenin bana ne kadar acı duyurduğunu anımsadım. İnsanın kim olduğu ve nereye ait bulunduğu sözkonusu olunca hiçbir şey, hatta servet ve yüksek mevkiler bile ger¬ çekten daha değerli değildi. Üzüntüyle ıstırap dolu bir yolun sonunda öğrendiğim bir dersti bu. Kızımın böyle bir yazgısının olmamasına karar¬ lıydım. Bir köşedeki polis arabasında oturan nazik bir memur bize Cûmpton’ların evine nasıl gidebileceğimizi anlattı. Sanford Compton yörenin en büyük işinin, bir keten dokuma fabrikasının sahibiydi. Compton’ların evi de caddenin en güzel ve en büyük evlerinden biriydi. Sömürge dönemi tarzındaki kırmızı tuğladan iki katlı bir binanın ön yüzünün her iki yanında üçlü diziler halinde pencereleri vardı. Arabayı park ettikten sonra indik, tepelerine pirinç toplar oturtul¬ muş dörtköşeli iki beyaz kolonun arasından büyük bahçeye girdikten sonra bir patikada ilerlemeye başladık. Yolun iki yanında insanın beline kadar yükselen çitler vardı. Küçük meleklerle ya da mermer kuşlarla bezeli havuzlar gözümüze çarptı. Kuşların gagalarından sular fışkırıyord u. Her ne tarafa baktıksa sarı, kırmızı, pembe ve beyaz gül tarhları gör¬ dük.

Hayatımda hiç bu kadar kusursuz çimlik alanlar ve çitler görme¬ miştim. «Burası bir ev mi yoksa bir müze mi?» Jimmy yüksek sesle düşün¬ müştü. «Bir gün, içinde bizim de oturmamızı umut ettiğim gibi bir ev,» dedim. Jimmy, «Ev mi dedin? Oysa otelde oturmaya karar verdiğimizi sanı¬ yordum,» diye bana hatırlattı. «Evet, ama bir gün biz de bunun gibi bir ev yaptıracak ve otel ara¬ zisinin dışında yaşayacağız,» diye vaat ettim ve sordum. «Sen de öyle bir yerde yaşamamızı yeğlemez misin?», Jimmy, «Tabii, niçin olmasın?» dedi. Gülümsüyor, kara gözleri şakacı bir anlamla ışıldıyordu. «O evi ben yapmaya başlayacağım,» diye ekledi. * İkimiz de gülmeye başladık. Bundan daha neşeli olamazdık. Bir, iki dakika sonra Christie yine benim olacaktı. Kapının zilinin ötüşü bana hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Fındıkkı¬ ran Süitine benzettiğim bir müzik çalıyordu. Açık renkli meşeden büyük kapı en sonunda ince yapılı bir zenci uşak tarafından açıldı. «Adım Dawn Cutler,» dedim.

«Arkadaşımın adı da Jimmy Longchamp. Bay ya da Bayan Compton’u görmeye geldik.» Kalın bir erkek sesinin, «Pekâlâ, F.razer, ben bu işin çaresine baka¬ rım,» dediğini duyduk. Gözleri şaşkınlıktan iri iri açılan uşağın çekilmesi üzerine havuç ren¬ ginde saçları olan uzun boylu bir adam karşımıza çıktı. Yüzü çillerle kaplıydı ve bize buz mavisi gözlerle bakıyordu. Burnunun çok zayıf ve uzun olması, gözlerinin olduğundan da daha fazla çukura kaçmış gibi gözükmesine yol açıyordu. Bir metre seksen beş santimden de daha boylu olduğu halde, omuzlarının öne çevrik ve düşük olması onu daha kısa gösteriyordu. Kapıyı daha fazla açmak için tokmağı sert bir hareketle öyle bir kavrayışı vardı ki, Jimmy ile ben bakışmaktan kendimizi alamadık. Orta yaşlı adam çatar gibi, «Lilian Cutler’in torunu musun?» diye bana sordu. «Evet, torunu benim,» dedim. Adam bana bakarak başını salladı. «İyi öyleyse içeri gir de şu işi bir an önce bitirelim,» Böyle diyerek geçme m için istemeye istemeye kenara çekildi. Tatsız bir önseziyle ürperdim. Jimmy’nin elini tuttum, böylece mer¬ mer zeminli hole adımımızı attık.

Evin içine, düzinelerle gülden kaynak¬ lanıyormuş izlenimi veren bir çiçek kokusu egemendi. Koridor tarafına göz atınca, yanıbaşındaki duvarı tablolarla kaplı olan kavisli bir merdi¬ ven gözümüze ilişti. Hemen bütün tabloların konusu çocuklardı. Bazıla¬ rı doğrudan doğruya portrelerdi, başkaları ise oyun oynayan veya kitap okuyan çocuk resimleriydi. Merdivenin basamakları yumuşacık görü¬ nümlü mavi kadife bir halıyla kaplıydı. Bay Compton emir kokan bir tonla, «Oturma odasına geçin,» dedi ve sağdaki kapıyı işaret etti. Jimmy ile ben o tarafa yürüdük. Patricia Compton’un orada oturduğunu önce ikimiz de görmedik. Kadın heykel gibi hareketsizdi. Sırtındaki beyaz pamuklu elbise, arkasın¬ daki pencereleri örten ipekli perdelere uyduğundan ilk bakışta göze çarpmıyordu. Bütün möbleler açık renkli ipekli kumaşla kaplanmıştı. Sağımızda, raflarında düzinelerle değerli heykelcik dizili iki buçuk metre yüksekliğinde bir vitrin yeriliyordu . Heykelciklerin arasında camdan hayvan figürleri olduğu gibi, elle boyanmış Çinli erkeklerle kadınlar, ayrı- ca yine elle boyanmış çocuklarla anneleri veya çocuklarla hayvanlar vardı. Oda o kadar temiz, hatta kullanılmıyor göründüğü için, Jimmy ile ben içeri girip girmemeye bir an karar veremedik. Güzel bir tablonun içi¬ ne girmek gibi bir şeydi, bu.

Derken, Patricia’nın orada kanepenin üstünde oturduğunu gördüm . Kara gözleri iri iri açılmış, geniş, dudaksız ağzının köşeleri aşağı sarkmıştı. Kadıncağız bu haliyle sirkteki keder¬ li soytarılara benziyordu. «Girin, oturun.» Sanford Compton bize yönelttiği bu emrin arkasın¬ dan geçip kulaklıktı koltuklardan birine yerleşti ve uzun bacaklarını üst üste attı. Jimmy ile ben kanepeye doğru ilerledik. Sanford belirli belirsiz bir baş hareketiyle, «Bu, eşim Patricia’dır,» dedi. Gülümsemeyi unut¬ muş görünen soluk dudaklardan hafif bir gülümseyiş geldi, geçti. Bayan Compton bir şey demedi, soluk dudaklar bir hoş geldiniz bile mırıldanmadılar. «Merhaba,» dedim ve gülümsedim. Bayan Compton karanlık kuyu¬ ları hatıra getiren derin ve melankolik, gözyaşı kaynağı gözlerini bizden ayırmıyordu. Bütün yüzü bir hüzün maskesiydi. ince vücutlu ve çok narin yapılıydı. Ellerini kucağında sıkı sıkı kenetlemişti ve öylesine dim¬ dik oturuyordu ki gözle görülmeyen bir askıya geçirilmiş olduğunu sanabilirdiniz. Sinirli bir hareketle yutkundu.

Bakışı ikimizin üstünden ayrılmıyordu. Hemen hemen beyaz denecek kadar açık sarı saçlarını yumuşak biçimde tepesinde toplamıştı. «Kızım Christie için geldik,» dedim. Havayı yumuşatmak için doğru¬ dan konuya girmiştim. Ağzımdan «kızım» kelimesini duyunca Bayan Compton inledi ve sağ elini kaldırarak çırpıntılı bir hareketle ensesine götürdü. Sanford Compton karısına dönüp bakmadan, «Yavaş,» dedi. Bakı¬ şı Jimmy ile benim üstümde odaklaşmıştı. , Sonunda, «Bu, tek kelimeyle rezalet,» dedi. «Anlamadım,» diyerek asker gibi dimdik oturan Jimmy’ye dönüp baktım. «Bay Updike seninle konuştu, öyle değil mi?» Sanford Compton, «Evet, büyükannenizin avukatı bize telefon etti,» diye yanıt verdi. Birden sordu. «Niçin bizi büyükannenizin kendi aramadı?» «Büyükannem öldü. Ölümü çok ani oldu,» diye açıkladım. «Vah vah.» Bayan Compton dantelle süslü bir mendili gözlerine götürdü.

Bu mendili avucunun içinde o kadar sıkı topaç yapmıştı ki onu daha önce görememiştim. Sanford Compton, «Başlama lütfen,» diye homurdandı. Patricia Compton dudaklarına kadar yükselen hıçkırığı dudaklarını sıkarak ve soluğunu tutarak boğdu. Narin omuzları kalkıp iniyordu, ama sırtını dik tutuyor, sıska göğüsleri elbisesinin altında belirli belirsiz farkediliyordu. Sanford devam etti. «Dediğim gibi, bütün yasal prosedürleri tamamladık. Gerekli belgeleri imzaladık, imzalanmış başka belgeler ise bize verildi. Yanlış hiçbir şey yapmadık. Her ne yaptıksa doğru ve yasal¬ dı.» «Bunu biliyorum, efendim,» dedim. Kalbimin atışları hızlanmış, soluk almam güçleşmişti. Devam ettim. «Ama Bay Updike koşulları size anlatmış olmalı.» Orta yaşlı adam, «Bebeğin evlilik dışı doğduğun u bize anlattılar,» dedi. Sesinde belirgin bir suçlama seziliyordu.

«Cutler ailesi için.bir utanç nedeni olduğu da ortadaydı.» «Ama benim için bir utanç nedeni değil,» diye atıldım. «O utancı duyan sadece büyükannemdi.» Jimmy, «Hem bu neyi farkettirir,» diye söze karıştı. Avuçlarını aça¬ rak ekledi. «Bebek ona ait.» Sanford Compton dudak büktü. «Bebeğin kime ait olduğunu göre¬ ceğiz.» «Ne?» Ağzım açık kalmıştı. Öne doğru eğildim. «Yani Christie’yi alıp eve götüremeyeceğimizi mi söylemek istiyorsunuz?» «Christie’nin adı Violet olarak değiştirildi. Ona annemin adını ver¬ dik.» Sanford Compton bebeğin adının üstüne basa basa ekledi. «Violet ise burada evinde.

» «Oh hayır,» diye bağırarak Jimmy’ye döndüm . Böyle bir şey ola¬ mazdı! Christie’yi bir kez daha kaybedemezdim! Özellikle şimdi onu bulduktan sonra! Jimmy kontrollü bir sesle, «Bir dakika durun,» dedi. «Yani Davvn’a bebeğini geri vermeyeceğinizi mi söylemek istiyorsunuz?» «Yapmamız gerekenleri yasal şekilde yaptık. Bebekler oyuncak değildir.» Sanford Compton ders veren bir profesör tavrıyla konuşuyor¬ d u. «Bebekler verilip sonra geri alınabilecek şeyler değildir. Violet’in şimdi bir yuvası var, bu yuvada çok seviliyor ve bu yuvada mutlu bir kız olarak büyüyecek, hayatın ona sunabileceği en güzel şeylerden yararla¬ nabilecek. Onu bir gün başınızdan atıp e.tesi gün suya salınmış bir balık gibi geri çekemezsiniz.» «İyi ama ben onu suya atmadım ki,» diye bağırdım. «Büyükannem bebeğimi çaldı ve o belgelerde imzamı taklit etti. Bay Updike bütün bunları size açık seçik anlatmadı mı?» «Bay Updike’ın bütün söylediği, insanların fikir değiştirebilecekleri ve sizin şimdi bebeği geri istediğiniz oldu. Bu konuda avukatlarıma danıştım, onlar da yasal haklarım olduğunu bana bildirdiler. Söyleme¬ me gerek yok, bu haklarımı koruyacağım.» Orta yaşlı adamın sözleri sırtımda soğuk ürpertilere neden olmuş¬ t u .

Birisi buz gibi suyla dolu bir kovayı başımdan aşağı boşaltmış olsa bu kadar olurdu. Şimdi de yasal bir mücadele mi başlayacaktı? Öz yav¬ rum için mahkemelerde mi savaşacaktım? Cutler Nine’nin intikamı ölü¬ münden sonra dahi sürüyordu. Mezarının içinden hayatımı ve mutlulu¬ ğumu yönetiyordu. Jimmy öfkesini hâlâ frenlemeye çalışarak, «Bakın, büyük bir hata işliyorsunuz,» dedi. «Olanları anlamadığınıza eminim. Dawn bebeğin¬ den asla vazgeçmedi. O… » Sanford delikanlının sözünü kesti. «Bize, annesi tarafından istenme¬ yen bir bebeği önerdiler. Karımla ben uzun yıllardan beri çocuk sahibi olmaya çalışıyorduk. Biz bu denli umutsuzca çocuk isterken, başkaları gelenekleri ve çevreyi hiçe sayarak çocuk sahibi oluyor, sonra da o çocukları başlarından savıyorlar.» Adam bu sözleri bana bakarak tükü¬ rür gibi söylemişti. Devam etti. «Her neyse, biz ayrıntıların üzerinde dur¬ madık, şartları kabul edip, belgeleri imzaladık, çocuk da bize verildi. «Şimdi de siz buraya gelip bütün bu yapılanları bozmak istiyorsu¬ nuz. Aradan zaman geçti.

Biz Violet’i seviyoruz ve siz inanmasanız da, Violet bize ve özellikle karıma bağlandı. İnsanlarla oyuncak bebeklerle olduğu gibi oynayamazsınız.» «Bu haksızlık, Bay Compton!» diye atıldım. Jimmy, «Söyledikleriniz saçma!» diye belirtti. «Jimmy!» «Hayır, bu adamın bizimle o şekilde konuşmaya hakkı yok. Onun hiçbir şey bildiği yok.» Sanford Compton ani bir kararla ayağa kalktı. «Bildiğim bir şey var¬ sa, bebeği size vermeyeceğimiz. Şimdi ikinizin de derhal evimden çıkıp gitmenizi istiyorum!» Jimmy de ayağa fırlamıştı. «Davvn’ın bebeğini alıkoyamazsınız!» diye bağırdı. Sanford Compton istifini bozmadı. «Size söylediğim gibi bebek artık ona ait değil. Violet bizim bebeğimizdir.» «Yok canım.» Jimmy burnundan soluyordu: «Gel, Dawn,» dedi.

«Doğru polise gidiyoruz. Bu adamlar bebeğimizi çalmak istiyorlar.» Bayan Compton , «Aman Tanrım!» diye inledi. Gözyaşlarını artık tutamıyordu. Sanford Compton köpürdü. «Yaptığınızı görüyor musunuz? Karımı sinirlendirdiniz. Evimi derhal terketmezseniz polisi çağıran ben olaca¬ ğım.» Jimmy, «Hiç merak etmeyin,» diyerek elimi yakaladı. «Polisi göre¬ ceğiz, sonra da geri döneceğiz. Siz sadece herkesi gereksiz yere uğraştıracaksınız.» * Uşak, Bay Compton onu çağırmak için gözle görülmeyen bir düğ¬ meye basmış gibi kapıda belirdi. «Frazer, bu kişileri kapıya kadar geçir lütfen.» Odadan çıkmadan önce Bayan Compton’a baktım. «Üzgünüm,» dedim . «Ama ben bebeğimi yabancılara vermeyi hiçbir zaman düşün¬ medim.

Suç benim değil. Bunların olmasını istemezdim.» i Patricia Compton daha çok hıçkırmaya başladı. Sanford emretti. «Gidin lütfen.» Jimmy ile dışarı çıktık. Uşak önümüzde geri çekildi, sonra bize sokak kapısını açmak için ileri geçti. «Ne anlamsız insanlar.» Jimmy, içeridekiler tarafından duyulacak kadar hızlı konuşmuştu. Güneş ışığına çıktık, ne var ki gün benim için soluk bir griye dönüş¬ müştü. Yağmur yağsa bu kadar olur, diye düşündüm. Benim için hiçbir şey kolay olmayacak mıydı? Hatalar hayalet gibi peşimi bırakmıyordu. Kötülükten doğm a bir çocuk olduğum için hayatımın sonuna kadar lanetlenmiş olarak yaşayacağıma inanmaya başlamıştım. Babaların günahı deyişi yalan olmasa gerekti. Benim de gözlerim yaşlarla doldu, daha kapının önünden uzaklaşmadan bir sinir krizine tutulmuş gibi hıçkırıyordum.

Jimmy beni kollarının arasına çekerek yanağımdan öptü. «Ağlama. Merak da etme. Bu iş o kadar da zor olmayacak,» diye söz verdi. «Ah Jimmy, her şeyin ne kadar zor olacağını nasıl göremezsin? Benimle niçin evlenmek istediğini anlayamıyorum. Sen de benimle bir¬ likte acı çekeceksin. Ben lanetliyim, lanetli!» «Yapma, Dawn. Konu sen değilsin. Her şey o kötü ruhlu kocakarı¬ nın yüzünden. Ama her şey düzelecek. O adam çok aptal, yok yere başına dert açacak.» «O insanları suçlayamam, Jimmy. Adam tamamen haksız değildi. Kadının yüzündeki anlamı da gördün mü? En sonunda bir bebeğe kavuşmuştu, biz ise onu almaya geldik.» Konuşmamı inleyen bir sesle bitirmiştim.

Jimmy, «Ama sen Christie’yi istiyorsun, değil mi?» diye sordu. «Evet, tabii ki istiyorum. Yalnız bu acılara ve ıstıraplara dayanamı¬ yorum. Bir tek ihtiyar kadına, bu kadar insanı üzme gücünü kim verdi?» Yine ağlamaya başlamıştım. Jimmy, «Her neyse, o, yapacağını yaptı, ama artık bu iş bitti. Şim¬ di yapılan yanlışları düzelteceğiz. Ve sanırım, en iyisi doğru polise git¬ memiz,» dedi. «Hayır, yakınlardaki bir otelde bir oda tutmamız ve Bay Updike’i aramamız daha doğru olur. Polis bize yardım edemez. Sanford Compton haklı, bir hukuk mücadelesinin eşiğindeyiz.» Terkettiğimiz eve bakarak Christie’nin hangi odada olduğunu tah¬ min etmeye çalıştım. Ona en güzel beşiği ve en pahalı bebek giysilerini satın aldıklarından emindim. Ne de olsa minicik bir bebekti.’o, nerede olduğunu ve başına neyin geldiğini bilmiyordu. Olabileceği kadar hoş¬ nuttu mutlaka.

Ama ben kısa bir süre sonra onun bu hoşnutluğunu yok edecektim. Ancak, Christie kadar küçük bir bebeğin bile en sonunda kollarımın arasına verildiği zaman öz annesini hissedeceğini ve bu duy¬ gunun ona daha derin, daha tam bir güvenlik ve sevgi duyuracağına inanmak zorundaydım. Bu insanla silahlanmış olarak, öz çocuğumu n bana verilmesi uğruna savaşmaya başlamak için Jimmy ile birlikte yola çıktım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir