V. S. Ramachandran – Öykücü Beyin

Günümüzün büyük nörologlanndan Dr. Ramachandran bu kitapta ortak temel bilimimiz nörobilim alanında son yirmi beş yılda yaşadığımız baş döndürücü gelişmelerden bazılannı herkesin anlayabileceği bir dille anlatıyor. Ben de onunla aynı dönemde, ama elbette dünyanın bir başka köşesinde mesleğimi icra ederken bu heyecanlı serüveni elinden geldiğince yakından izlemeye çalışan bir psikiyatr olarak tıp fakültesinde okuduklanmızın pek çoğunun nasıl hızla buharlaştığına, beyni, insanı ve hatta dünyayı yeniden değerlendirmemize neden olabilecek gelişmelerin nasıl hızla gerçekleştiğine şahit oldum. Bu bakımdan kendimi şanslı hissediyorum. Şüphesiz bilim dalımızın bu baş döndürücü gelişmesinde Dr. Ramachandran’ın da çok önemli katkılan oldu. Zaten bu kitap bir bakıma biyolojide klinik bilimler ile temel bilimlerin nasıl yakın bir işbirliği içinde geliştiğini gösteriyor. Açıkçası biyolojik bilimlerde temel biyolojik bir işlevi aydınlatmaya yönelik en temel araştırma stratejilerinden biri söz konusu işlevi fiziksel/kimyasal yollarla bozmaktır. Bu şekilde ortaya çıkan işlev bozukluğundan kalkarak temel biyolojik mekanizmalar hakkında fikir sahibi olmaya çalışmak verimli bir araştırma stratejisidir. Doğa, bu araştırma stratejisinin ihtiyaç duyduğu işlev bozukluklannı çeşitli hastalıklar şeklinde karşımıza koyar klinikte. Bu durumda iyi bir klinisyenin yapması gereken sadece hastalıklı durumu meydana getiren mekanizmayı değil biyolojik organizmanın normalde nasıl çalıştığını da aydınlatmak, yani aynı zamanda temel biyolojik bilim yapmaktır. Ama Dr. Ramachandran klinik olgulardan yola çıkarak sadece psikiyatri ve nörolojinin ortak temel bilimi nö- robilime olan katkılarını kaleme almakla kalmamış bu kitapta. Daha da öte, bizi çağdaş nörobilimin uzanabileceği ya da giderek uzanmayı hedefleyebileceği konularda da heyecanlandırabilecek yeni fikirler geliştirmiş. Meslektaşımın bu bitip tükenmez bilme tutkusunu tüm varlığımla hissediyorum.


Dr. Ramachandran’ın bu neşeli, canlı, heyecan dolu kitabı elbette meslekten olan okurdan ziyade konuya ilgi duyan genel okur için ve kolay anlaşılabilir bir dille kaleme alınmış. Bu nedenle kitaptan üstlenmeye çalıştığından fazla bir görevi gerçekleştirmesini beklemek haksızlık olur. Bununla beraber bu önsözde yine de vurgulanması gereken ve kitabı tamamlayacağına inandığım birkaç konu üzerinde durmak istiyorum. Çünkü belki de şahsi çalışmalarım bilhassa bu gibi konularla alakalı olduğundan, eğer bu alanlara değinmezsem okurun doğa bilimleri içinde nörobilimin özgün yönünü kavramak bakımından bazı eksikleri kalacağını düşünüyorum. İlk olarak nörobilim, bilimler ailesinde bilhassa psikiyatri özelinde karşılaştığımız çok temel ve şimdilik sadece biyolojinin bu dalına özgün görünen bir sorunu göz önüne almak zorundadır. Kabaca bu sorunu objektivite-sübjektivite sorunu olarak ifade edebiliriz sanının. (Filozoflar I.şahıs-III. şahıs sorunu demeyi tercih ederler). Sorun basitçe şu: nörobilim dışındaki bütün doğa bilimleri bir doğa olayı olan sübjektif deneyimler konusundan uzak, sadece objektif olana ilişkin bilgi üretmek durumundadır. Oysa nörobilim beynin fiziksel/kimyasal mekanizmalarla gerçekleştirilen temel fonksiyonunun (yani enformasyon işleme ve yanıt davranış oluşturma fonksiyonunun) nasıl olup da sübjektif yaşantılara yol açtığını, bu sübjektif yaşantıların davranış bakımından işlevsel olup olmadığını, dolayısıyla fiziksel (fizik/kimya bilimi tarafından ele alınabilir) dünyada etkileri olup olmadığı sorusunu yanıtlamak durumundadır. Ramachandran, genel okura yönelik bu kitabında anlamayı oldukça zorlaştıracak bu sorunu çoğu yerde görmezden gelmeyi tercih etmiş görünüyor. Elbette pratik nedenlerden ötürü bunu yapmakta haklı. Ama dik.

katli bir okur, hele felsefi ilgileri varsa, sübjektif deneyimlerden, mesela can acısı veya renkli görme olaylarından nasıl olup da hızla beynin belli böl8 gelerindeki nöral ateşleme örüntülerine geçildiğini, değişik bilgi ve bilme alanları arasındaki bu hızlı sıçramanın bilimsel olarak meşru nedenlerini merak edecektir. Sübjektif deneyimler ile objektif beyin olayları arasındaki açıkça gözlediğimiz bire bir ilişkinin doğa bilimsel mahiyeti nedir? Nasıl açıklanabilir? Açıkçası henüz bilmiyoruz. Ama emin olun buradaki epistemik ve belki de varlık bilimsel çok ciddi problemin farkındayız ve çözmek için elimizden geleni yapıyoruz. Dik.kat çekmek istediğim ikinci nokta beynin temel işleyiş mekanizmasıyla alakalı. Elbette Ramachandran bir giriş kitabı mahiyetindeki bu kitabında beynin nasıl çalıştığını anlatmak durumunda değil. Ama okurun, beynin temsili bir sistem olduğunu kavramasının kitabı anlamak bakımından da yararlı olacağını düşünüyorum. Beyin aslında duyu organları da dahil sadece bedenin geri kalanıyla sinir yolları aracılığıyla irtibatta olan bir organdır. Dolayısıyla beyin sadece bedende meydana gelen fiziksel değişiklikleri ölçebilir. Onun dış dünya hakkındaki bilgisi, dış dünyadaki olayların duyu organlarını fiziksel olarak etkilemesi sonucunda kendinde meydana gelen değişikliklerden yola çıkarak temsili bir dünya kurması esasına dayanır. Bir başka şekilde söylersek beyin, kendi nöral ateşleme örüntülerinden oluşan bir dille kurulmuş dış dünya ve beden temsilleri oluşturur ve bu temsili sistem (isterseniz dünya ve ben haritası diyelim) üzerinde çalışarak organizmanın yanıt davranışını oluşturur. Dr. Ramachandran nörobilimin birçok konusuna girip ileriye dönük araştırmalar için çok kışkırtıcı fikirler üretirken sadece meslekten olmayan okur için bir kitap kaleme almakla kalmamış meslekten okur için de kendi nörobilime yaklaşım tarzı konusunda ilginç ipuçları vermiş. Gördüğüm kadarıyla Ramachandran’ın nörobilime yaklaşım tarzı ilginç bir şekilde karşılaştırmalı biyoloji ve evrim teorisine dayanıyor. Bir klinisyen olarak nasıl patolojik örneklerden yola çıkarak ve bunları normal fonksiyonlarla karşılaştırarak normal sinir sistemi işlevleri hakkında yeni sonuçlara ulaşıyorsa değişik türler ve evrimsel süreçler hakkında bildiklerimizi insan sinir sistemiyle ilgili bilgilerimizle karşılaştırarak da yeni bilgi alanları açıyor.

9 Nörobilime bu yaklaşım tarzı eşsiz değilse bile pek az teorisyenin kullandığı bir yöntemdir. Kısaca söylemek gerekirse Dr. Ramachandran’ın bu tatlı, zeki, esprili, heyacanlı, bilim tutkusuyla dolu kitabını başarılı Türkçe çevirisinden okuduğum için mutluyum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir