Sümüklüböcekler gülümseyebilselerdi, otomobil satıcısı olarak iş bulmakta hiç zorluk çekmezlerdi. Darryl Day bunun kanıtıydı. Salyangozun izi kadar parlak sahte bir samimiyetle teşhir salonunda peşimizi bırakmadı. Daha baştan itibaren önem verdiği insanın Richard olduğunu açıkça göstermişti. Ben yalnızca bimbo eştim. Şimdi Darrly plastik bir masanın arkasına oturmuş, satıcıları insan ırkından ayıran o yüzeysel mat ifadeyle manyak gibi sırıtıyordu. Bana göz kırptı. “Bayan Barclay de deri döşemelere bayılacak” dedi imalı bir tarzda. Normal koşullar altında ayrımcılığının ona yirmi binlik satıştan alacağı komisyona patlayacağını söylemekten büyük bir keyif alırdım ama içinde bulunduğumuz koşullar normalden çok farklıydı. Tam tersine gülümsedim, Richard’ın koluna hafifçe vurdum ve tatlı bir sesle, “Benim Dick’im herşeyin en iyisine layıktır” dedim. Richard irkildi. Sanırım içgüdüsel olarak, öyle ya da böyle bunun karşılığını vermek zorunda kalacağını biliyordu. “Şimdi, burada ne satın almakta olduğunuzu tam olarak anladınız mı, bir bakalım. Teşhir salonunda gördünüz, test sürüşü yaptınız ve ABS frenli, çelik jantlı gece mavisi Gemini turbo süper coupé GLXi’de karar kıldınız…” Darryl, Richard’a ilgilenmesini söylediğim lüks otomobilin özelliklerini sayarken Richard’ın gözleri boşboş bakmaya başladı. Onun için üzüldüm biraz. Richard’ın otomobil tercihi, döküntü, üstü açılabilir, şeker pembesi bir Volkswagen Beetle’dı. Richard, BHP’nin yüksek kalitede kasetçalar sistemi olduğunu sanır. Şu ABS de Wythenshawe’daki dans grubu değil mi?.. Darryl beklentiyle sustu. Richard’ın ayak bileğine bir tekme attım. Ama hafifçe. Şu ana kadar iyi idare etmişti. Toparlanarak gerçeğe döndü ve “Eee, evet, mükemmel görünüyor. Affedersiniz, bir an daldım, bunu kullanmanın nasıl bir şey olacağını düşünüyordum” dedi. Aferin Richard. Darryl, “Çok şanslı bir adam olduğunuzu söyleyebilirim” dedi. Bayan Richard Barclay olarak yeni heyecan verici rolüme uygun olacağını düşünerek giydiğim leopar derisi pantolonumun içindeki baldırlarıma göz ucuyla bakmayı ihmal etmedi. Zorlukla bakışlarını önüne kaydırarak kâğıtlarını karıştırdı. “Sınıfının en iyisi, bu küçük güzel. Ama korkarım işin en zor kısmına geldik: Ödeme planına. Bana eski otomobilinizi satmayacağınızı söylemiştiniz, değil mi?” Richard başını salladı. “Doğru. Son otomobilim kaza yaptı, sigortadan alacağım parayla bunun bir kısmını karşılayabilirim. Geriye altı bin kalıyor. Herhalde bankadan kredi alacağım.” Darryl birden avını kıstırmış Edinburg Dükü’ne benzedi. Richard’ı tepeden tırnağa süzdü, sonra bana şöyle bir baktı. “Tek sorun şu, Richard, banka müdürü arkadaşınızı işe koşmak birkaç gününüzü alır. Ama bunu burada ve şimdi halledersek bu harika otomobili çay saatinde kullanıyor olursunuz.” Klasik satıcı hilesi: alıcıyı her tür zahmetten kurtar. Richard’ın hayal kırıklığından beklentiye geçen ifadesi son derece başarılıydı. Heyecanla, “Yani şu anda halledebilir miyiz, Darryl?” diye sordu. Darryl formları hazırlamıştı bile. Richard’a göstermek için masanın üzerinde kaydırdı. “Hayli düşük bir faiz oranı uygulayan bir finans şirketiyle anlaşmamız var. Formları şimdi doldurursanız bir telefon konuşmasıyla halledebiliriz. Bakiye için yarın bir banka çeki getirirseniz, biz muameleyi tamamlarız siz de buradan otomobilinizi kullanarak ayrılırsınız.” Forma baktım, Darryl’nin iddia ettiği gibi geri kalan boşlukları doldurmak o kadar kolay değildi. Richmond Credit Finance. Accrington’da bir adres ve telefon numarası. Bu araştırmada onların ayak izlerini ilk kez görmüyordum. Şirketi denetlemeyi planlamış ama henüz o noktaya gelememiştim. Boş bir an bulur bulmaz bu işi halletmeyi kafamın bir köşesine yazdım. Darryl, Richard’a ne iş yaptığını sorarken dikkatimi tekrar onlara verdim. Bu her zaman en iyi kısımdır. Richard ona, “Serbest çalışan bir rock gazetecisiyim” dedi. Darryl, “Gerçekten mi?” diye sordu. Heyecan gibi gerçek bir duygu yaşadığında yüzünün böyle aydınlanması ilginç. “Yani bütün o ünlü adlarla falan röportaj mı yapıyorsunuz? Whitney Houston ve Beverley Craven gibi.” Richard kederli bir biçimde başını salladı. “Bazen.” “Allahım, ne harika bir iş! Hey, şimdiye kadar röportaj yaptığınız en ünlü kişi kim? Madonna’yla hiç karşılaştınız mı?” Richard huzursuzca kıpırdandı. En çok nefret ettiği soru budur. İnsan olarak da müzikçi olarak da büyük saygı duyduğu çok fazla sayıda rock yıldızı yoktur. Saygı duyduklarının da ancak bir avuç kadarı kamuoyunun büyük kısmının süperstar olarak tanıdığı isimlerdir. “Ünlüyle ne kastettiğine bağlı. Springsteen. Elton John. Clapton. Tina Turner. Ve evet, bir kez Madonna’yla tanıştım.” “Vaaay! Madonna gerçekten, yani anlarsınız ya, göründüğü kadar seksi mi?” Richard zoraki gülümsedi. “Bunu eşimin önünde konuşmayalım, ha.” Etkilenmiştim. Richard gerçekten bu işi başarmaya çalışıyordu. Darryl düz koyu renk saçlarında elini gezdirerek göz kırptı. Yetişkinler dünyasında pis zampara dediğimiz bir tipti Darryl. “Anladım, Richard. Şimdi, yıllık geliriniz. Yaklaşık ne kadar?” Onlardan tekrar uzaklaştım. Romanlar, en başarılı olanlarını bile bininci kere dinlediğin zaman ilginçliğini kaybeder. Darryl, Richard’a yıllık faiz oranları gibi küçük ayrıntıları fazla açıklamadı, on dakika sonra otomobil kredisi için sigorta şirketini arıyordu. Bilgisayar teknolojisinin yarattığı harikalar nedeniyle kredi şirketleri müşteriyi anında kontrol edip onay veriyor ya da vermiyor. Richmond Credit Finance bilgisayarında her ne gördüyse, Richard’ın kredi isteğini uygun bulmalarına yeterli oldu. Kuşkusuz bilgisayarlara güvenmek zorunda kaldığınız durumlarda, sihirli kutudan öğreneceklerinizin tamamen, bilgileri kutuya yerleştiren kişiye bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Yirmi dakika sonra Richard’la ben Leo Motor Company’nin yola çıkardığı en hızlı otomobilin hiç değilse kâğıt üzerinde keyifli sahipleri olarak teşhir salonundan çıkıyorduk. Kullandığım son şirket otomobili Tate Gallery’de sergilenmekte gibi durduğundan Mortensen ve Brannigan’ın altı aydır kiraladığı Peugeot 2O5’i park ettiğim köşeyi dönerken, Richard heyecanla, “İşi kıvırdım mı, Bayan Barclay?” diye sordu. “Şansını zorlama, Richard” diye hırladım. “Bak sana ne diyeceğim, senin karın rolünü ne kadar uzun süre oynarsam, ilk evliliğinin neden uzun sürmediğini o kadar daha iyi anlıyorum.” Otomobile binip motoru çalıştırdım. Richard kaldırımda kalakalmıştı, kaplumbağa kabuğu gözlükleri burnundan aşağıya kaymıştı. İçimi çekerek yolcu camını indiren düğmeye bastım. “Allah aşkına, girsene içeri” dedim. “Gerçekten iyi iş çıkardın. Teşekkür ederim.” Richard gülümseyerek otomobile atladı. “Biliyor musun, haklısın.” Otomobili Bolton-Blackburn yolunun işlek trafiğine yavaşça çıkarırken yalnızca yarı şaka bir tonla, “Genellikle öyleyimdir” dedim. “Özellikle hangi konuda haklı olduğumu söylüyorsun?” “Özel detektif olmanın yüzde beşi korku, yüzde doksan beşi de sıkıntıdır demiştin. Bu işi ilk yaptığımızda gerçekten korkmuştum. Ya söylemem gerekenleri unutursam, onlar da hazırladığımız tuzağı anlarlarsa diye endişelenmiştim.” Manchester’a dönüş yolunu kaçırmamak için yol levhalarına dikkatle bakarken dalgın bir tavırla, “Dünyanın sonu olmazdı bu” dedim. “Burada Mafya’yla falan uğraşmıyoruz. Sana tekme tokat girişmezlerdi.” Richard, “Ama sen girişebilirdin” dedi. Ciddiydi. Güldüm. “Hiç de değil. Eve gidene kadar beklerdim.” Richard bir an kaygılı göründü. Sonra şaka yaptığıma karar verdi. “Her neyse” dedi, “iş bittiğine göre gergin olmama gerek kalmadı. Bunun tek tehlikesi, bu kadar çok tekrarlarsak, korkarım, sonunda sıkıntıdan patlayacağım.” İki şeritli yoldaki kasisten geçmek için yavaşlarken, “Umarım çok fazla yapmamız gerekmeyecek” dedim. Seçtiğim küçük Peugeot’nun motoru 1.9 litreydi ama bayiye motor gücünü gösteren etiketleri söktürttüğüm için bir ev kadınının alışveriş arabası kadar masum görünüyor. Otomobili geri verince üzüleceğim ama bu iş biter bitmez beni yeni bir spor Leo hatchback bekliyor. Freemans. “Bir yandan da üzülüyorum. İtiraf etmek gerekirse, seninle birlikte çalışmaktan gerçekten keyif aldım Brannigan.” Bana işkence yapsalar itiraf ettirtemezlerdi ama ben de keyif almıştım. Sevgili olmamızın üzerinden geçen iki yılda Richard’ı araştırmalarımda kullanma konusunda hiç isteksiz olmamıştım. Richard’da, ticari suçlarla ilgili parlak düşünceler ortaya atan işlek zekâlardan var ve iş ortağım Bili Mortensen’le birlikte çoğunlukla ticari suçları araştırıyoruz. Ama Richard’a daha aktif bir rol verme fırsatı bu işten önce hiç çıkmamıştı. Bill’in Richard’ı işin içine katma önerisini, sırf riski olmadığına emin olduğum için kabul etmiştim. Bu araştırma detektiflik jargonunda tereyağdan kıl çekmek dediğimiz türde bir işti. Tek tuhaf yanı işi alma biçimimizdi. Manchester’daki iki kişilik bir ajans, bir sorunları olduğunda Leo Motor Şirketi gibi uluslararası otomobil devinin seçeceği bir ajans değildi. Accredited Leo Finance’in yeni müdürü, Manchester’daki bir sosyete kuyumcusunun kayınbiraderi olduğu için şanslıydık. Clive Abercrombie’nin güvenlik sistemini takmakla kalmamış, yöneticilerde ciddi bir başağrısına neden olan büyük bir sahtekârlık şebekesini de ortaya çıkarmıştık. Clive’a göre akıllı, düzgün bir iş istediğinde gideceğin insanlar Mortensen ve Brannigan’dı. Çokuluslu bir şirketin bir kolu olduğu için ALF kapımızı çalıp bize işi vermedi tabii ki. Her şey Manchester Olympic Bid organizasyonunun düzenlediği bir resepsiyonda başladı. Olympic Bid’i hatırlıyor musunuz? Olimpiyatlar’ı Yağmurlu Şehir’de düzenleyerek yeni binyıla başarıyla girme girişimlerini desteklemeleri için işadamlarını ikna etmeye çalışıyorlardı. Bill’le ben o kadar küçük bir şirketiz ki bizi davet etmelerine biraz şaşırdık ama bedava tütsülenmiş somona bayılırın, kaldı ki potansiyel olarak cazip yeni bağlantılar bulmak için biraz gülümsemenin göz çıkarmayacağını düşündüm, bu yüzden de Mortensen ve Brannigan’ın bayrağını taşımak için oraya gittim. Avustralya fizz’imin yarısını içmiştim ki (Olimpiyatlar’ı organize etme işini Sidney’e vermeleri için gayet iyi bir neden) Clive, tuhaf görünümü ve hastalıklı bir sırıtışı olan bir adamla birlikte yanıma geldi. “Kate” dedi. “Bu ne hoş bir sürpriz.” Hemen gardımı aldım. Clive ile ben hiçbir zaman arkadaş olmadık, bunun nedeni.muhtemelen, yükselmek için her türlü yolun geçerli olduğuna inananlara, ancak profesyonelce bir nezaket gösterebilmem. Dolayısıyla yüzünde kocaman sahte bir tebessümle yanıma yaklaşınca hemen gizli bir gündem olduğunu anladım. Nazikçe gülümsedim, el sıkıştım, sonra eksik var mı diye parmaklarımı saydım, “Seni görmek de güzel, Clive” dedim. “Kate, sana kayınbiraderim Andrew Broderick’i tanıştırmak istiyorum. Andrew, bu bayan Kate Brannigan, Manchester’ın en iyi güvenlik şirketinin ortağı. Kate, Andrew, ALF’nin müdürü ve yönetim kurulu üyesi.” Boş boş bakmış olmalıyım ki Clive aceleyle ekledi, “Biliyorsun, Kate, Accredited Leo Finance. Leo Motor Şirketi’nin finans kuruluşu.” “Teşekkürler, Tonto” dedim. Clive afallamış gibiydi ama Andrew Broderick güldü. “Krediyi veren bensem siz de Tonto olmalısınız. Eski bir şaka” diye açıkladı. Clive hâlâ anlamamıştı. Broderick’le el sıkışıp birbirimizi tarttık. Benden çok fazla uzun değildi ama Andrew Broderick yönetim kurulu odasından çok bir rugby takımında nasıl mücadele edileceğini öğrenmiş bir adam gibi duruyordu. Takım elbisesini terziye diktirebilecek kadar varlıklı olması iyi bir şeydi; bu göğüs ölçüsünü hazır giyimde asla bulamazdı. Burnu birden fazla kez kırılmıştı, kulakları da Danny De Vito ve Arnold Schwarzenegger ikilisi kadar birbirine yakındı. Ama akıllı akıllı bakan gri gözleri hiçbir şeyi kaçırmıyordu. Beni on saniye süzmesinin can alıcı noktaları saptamaya yeterli olduğunu hissettim. Konuşmaya Olimpiyatlar gibi masum bir konuyla başladık. Sonra Broderick gene rahat bir tavırla işyerinde hangi otomobili kullandığımı sordu. Kendimi ona Bill’in yeni Saab’ını, takiplerde kullandığımız Little Rascal vanı ve Nova’mı mahveden ölümcül olabilecek kazayı anlatırken buldum. Çok şaşırmıştım. Normalde yabancılarla konuşmam. Broderick dudaklarını büzerek, “Leo kullanmaz mısınız?” diye sordu. “Kullanmayız” dedim. “Ama ikna edilmeye açığım.” Broderick dirseğimden tutarak Clive’a sen git der gibi gülümsedi, sonra beni büfenin arkasına, sakin bir köşeye doğru götürdü. “Bir sorunum var” dedi. “Bir uzmana ihtiyacım var ve bana sizin şirketinizin ihtiyaçlarıma uygun olduğunu söylediler, ilgilenir misiniz?” Bana sürtük diyebilirsiniz ama iş konusunda tekliflere her zaman açığım. “İlgilendim” dedim. “Sonra mı konuşalım, şimdi mi?” Sabır Andrew Broderick’in özelliklerinden biri değildi. Beş dakika içinde Ramada’nın salonunda oturmuş, içkilerimizi bekliyorduk. “Otomobil finansı hakkında neler biliyorsunuz?” diye sordu Broderick. Üzüntülü bir tavırla, “Daima, beklediğimizden daha pahalıya patlar” dedim. “O kadar ha? Tamam. Anlatayım. Şirketim ALF, Leo Motor Şirketi’nin bir yan kuruluşudur. İşimiz Leo otomobillerini almak isteyen ama yeterli nakit parası olmayan kişilere kredi sağlamaktır. Ama Leo bayileri bütün müşterilerini bize göndermek zorunda değil, bu yüzden bayilere kendimizi seksi göstermenin yollarını bulmak zorundayız. Bunu yapmanın bir yolu da rahat krediler sağlamak.” Başımı salladım, şimdiye kadarını anlamıştım. “Peki bu düşük faizli krediler, tam olarak ne için?” “Bayiler Leo’dan bir otomobil çektikleri zaman peşin ödeme yapmak zorundalar. ALF, otomobilin toptan maliyetini karşılayabilmeleri için doksan günlük düşük faizli kredi veriyor. Sonra faiz oranı haftalık artıyor. Otomobil satıldığı zaman düşük faizli kredi ödenmiş oluyor. Sözleşmemiz böyle. Ama bir bayi farklı bir finans şirketi aracılığıyla sattığı Leo’lar için kredi alırsa, ne Leo’nun ne de ALFnin otomobilin satıldığından haberi olur. Bayi doksan günün geri kalan kısmı için parayı yüksek faizli bir hesaba yatırır ve kredi bitmeden kendisine küçük bir faiz geliri alır.” İçkiler tam zamanında geldi, böylece Broderick’in söylediklerini sindirmek için birkaç dakikam oldu. Greyfrut suyunu votkama döktüm ve içkimi karıştırmak için bardağın içindeki buzlan karıştırdım. “Bundan kesinlikle nefret ediyorsunuz, çünkü düşük faizli krediler vermek için kendi sınırlarınızı zorluyorsunuz ve karşılığında hiçbir yarar elde etmiyorsunuz.” Broderick başını sallayarak spritzer’mdan kocaman bir yudum aldı. “Leo da buna bayılmıyor, çünkü bu pazar paylarını düşürüyor, özellikle de Ağustos gibi yüksek satışların olduğu aylarda” diye ekledi.” “Peki ben hangi noktada işin içine giriyorum?” diye sordum. “Alternatif bir dağıtım sistemi düşündüm” dedi. Otomobil konusunda bildiğim her şeyi Oxford’da Rover tamir eden bir ustabaşı olan babamdan öğrenmiştim. Ama bu kadarı bile Andrew Broderick’in söylediklerinin Başbakan’ın askerlik hizmetini kaldıracağını açıklamasına benzer ağırlıkta olduğunu anlamam için yeterliydi. Zorlukla yutkundum. “Biz bodyguard işi yapmıyoruz” dedim. Broderick güldü, ilk kez o zaman akıl sağlığından şüphe ettim. “Çok basit” dedi. “Teşhir salonlarını en kısa sürede satma baskısı altında oldukları otomobillerle doldurmak yerine bayiler yalnızca modelin tek bir örneğini bulunduracaklar. Müşteri renk, motor büyüklüğü, benzinli mi, dizel mi olduğu, opsiyonel ekstralar vb konusunda karar verecek. Daha sonra sipariş birkaç holding merkezinden birine fakslanacak ve orada Leo’nun stokundaki model hazırlanacak.” “Sakın söylemeyin, ben tahmin edeyim. Leo dişini tırnağına takmış buna karşı çıkıyor çünkü başlangıçta üç kuruştan fazla bir harcama gerektiriyor” dedim. “İşte bu noktada siz devreye giriyorsunuz, Bayan Brannigan. Sistemimin sonunda her ikimize de yararlı olacağını Leo’ya kanıtlamak istiyorum. Şimdi, hiç değilse bayilerimizin en büyüklerinden birinin bu sahtekârlığı işlediğini kanıtlayabilirsem, belki Leo’nun büyükbaşlarını bize gelmesi gereken büyük miktarda nakdin başka tarafa kaydırıldığını görmelerini sağlayabilirim. O zaman da belki ama belki, yeni dağıtım sisteminin her kuruşa değdiğini kabul ederler.” Bu yüzden Richard’la ben, İngiltere’nin çeşitli otomobil teşhir salonlarında yeni evli çift oyununu oynuyorduk. O sırada bu bana iyi bir fikir gibi gelmişti. İşe başladıktan üç hafta sonra bile hâlâ iyi bir fikir geliyordu. Bu da benim bile ne kadar yanılabileceğimi gösteriyor. 2 Ertesi gün öğleden sonra büromda oturmuş, yerel bir sigorta şirketi için araştırdığım bir sahte kaza iddiasıyla ilgili rutin raporumun son düzeltmelerini yapıyordum. Raporu bitirirken saatime baktım. Üçe yirmi beş var. Sürpriz, sürpriz, Richard geç kalmıştı. Dosyayı diskete yükledikten sonra bilgisayarımı kapadım. Disketi dış büroya çıkardım, orada Shelley Carmichael bir kırtasiye sipariş formu dolduruyordu. İyi ofis yönetimi, Şeref Listesi’ne girmenizi sağlayacak olsaydı Shelley hayatı boyunca listede kalırdı. Yerel pub’taki Rottweiler’dan mı yoksa Shelley’den mi daha fazla çekiniyorum, her zaman emin değilim. Ben yanına giderken Shelley başını kaldırdı. “Gene geç kaldı, değil mi?” diye sordu. Başımı salladım. “Ona telefon edip saati hatırlatmamı ister misin?” “Onu bulabileceğini sanmam” dedim. “Sabahleyin, Oldham’da öğle vakti canlı rock yapılan bir yere gideceğine dair bir şeyler mırıldanmıştı. O kadar olanaksız bir şey ki doğru da olabilir. Paranın gelip gelmediğine baktın mı?” Shelley başıyla onayladı. Aptalca bir soru, gerçekten. “King Sokağı’ndaki şube” dedi. “Ben almaya gidiyorum” dedim. “Harika Çocuk gelirse ona beni beklemesini söyle. ‘Köşe Ev’deki yeni sergiye bir göz atıp hemen geleceğim’ hikâyesini dinleme.” Asansörü pas geçtim, koşarak merdivenlerden indim. Bu formumu koruduğum yanılsamasını sürdürmeme yardımcı oluyor. Oxford Sokağı’nda hızlı hızlı yürürken dünyayla barış içindeydim. Hava sıcaklığı mevsim ortalamasından daha düşüktü ama parlak, güneşli bir gündü. Manchester’da her zaman yağmur yağdığı bir mit haline gelmiştir. Uzaktan trenlerin baykuş düdüklerini duyabiliyordum. Trafik her zamanki kadar kördüğüm olmuş değildi, yayalardan bazılarının yüzünde gülümseme bile vardı. Daha da önemlisi ALF işi tek bir sorun çıkmadan yürümüştü ve şans yaver giderse bu almak zorunda olacağım son banka ödemesi olacaktı. Bill’le ben, otomobil alma işine Richard’ı sokarsak daha güvenilir bir görüntümüz olacağına karar verdikten sonra herşey çok kolay olmuştu. Bu, Richard’ın, güvenilirliğini arttırmakla suçlanabileceği ilk şeydi herhalde. Ana hedefimiz Kuzey’de on beş şubesi olan bir garaj zinciriydi. Richard’la ben Stafford’dan York’a kadar sekiz şubeye, artı Andrew’un sahtekârlık yaptığından kuşkulandığı dört bağımsız kuruluşa gitmiştik. Karmaşık bir yanı yoktu. Richard’la ben evli bir çiftmiş gibi davranarak bayilere gidiyor ve teşhir salonundaki otomobillerden birini oracıkta satın alıyorduk. Broderick, kredi verenlerin kurbanın kredibilitesini kontrol etmek için kullandığı kredi reyting ajanslarındaki arkadaşlarını arayarak işi” ayarlamıştı. Yani otomobil satıcıları Richard’ın onlara verdiği ad ve adresleri kontrol etmek için finans şirketlerini aradıklarında harika bir kredi reytingi, bir dizi kredi kartı ve ipotek dışında önemli bir borcu olmadığını görüyorlardı. Kredinin verilmesi yalnızca bir formalite halini alıyordu. Tek zorluk Richard’ın sahte ad ve adresleri hatırlamasını sağlamaktı. Ertesi gün bankaya gidip Broderick’in bize ayarladığı banka çekini alır, otomobili almak için Richard’ın geri kalan belgeleri imzaladığı teşhir salonuna dönerdik. Sonraki birkaç gün ALF’den biri gelir ve eski teşhir modeli olarak yeniden satılması muhtemel otomobili bizden alıp götürürdü. İlginçtir, Andrew Broderick hedeflerinde tam isabetti. Otomobil aldığımız bayilerin hiçbiri bize ALF aracılığıyla kredi sağlamamıştı. Garaj zinciri bütün kredilerini Richmond Credit Finance’dan geçirmiş, bağımsızlar da çeşitli finans şirketlerini kullanmıştı. Elinin altında bu kadar sıkı kanıtlar olunca Broderick’in yapması gereken tek şey arkasına yaslanıp bayilerin sonunda suçlarını itiraf etmelerini beklemekti. Sonra otomobil teşhir salonlarında zorlu bir dönem başlayacaktı. Bankada kuyruk beklerken şizofrenik hava, bir kişilik değişimi geçirdi. Durduk yerde bir rüzgâr çıktı, büroya geri dönerken yüzüme iğne batmış gibi acıtıyordu. Neyse ki rahat bir pantolon ve alçak topuklu, konçları yüksek botlarımı giymiştim de eklemlerimi ya da gururumu ciddi bir tehlikeye sokmadan koşabildim. Bu o gün yaptığım ilk hataydı. Richard’ın darmadağınık bir Brannigan’dan daha hoşuna giden bir şey yoktur. Onu tahrik ettiği için falan değil, yalnızca biraz kendini satmasına izin veriyor da.
Val McDermid – Kirik Cete
PDF Kitap İndir |