Vassily Kandinsky – Sanatta Zihinsellik Üstüne

Bu kitap Bayan Nina Kandinski’nin verdiği yetkiyle, 1952’de, ilk yayımlanışından kırk yıl sonra, Alman dilindeki 4. basım olarak çıkmıştı. 5. basım değişikliğe uğramadan, 4 yıl sonra, 6. basım ise 1959’da, Kandinski’nin 2. basıma koyduğu 8 resim eklenerek yayınlandı. Aradan geçen zaman içinde, Kandinski’nin kuramsal yazılarının yayımındaki eksiği gidermek üzere, iki kitap daha çıktı: “Punkt und Linie zu Flache” [Nokta ve Çizgiden Yüzeye], 1955 ve 1959, Benteli Verlag, Bern-Bümpliz (İlk baskısı Bauhaus kitaplarının 9’uncusu olarak: Verlag Langen, Münih) ile Kandinski’nin 191 O ile 1943 arasında dağınık olarak oluşmuş bütün makale ve incelemelerinin coplandığı ve tarafımdan ilk olarak Verlag Gerd Hatje, Stuttgart yayını olarak hazırlanan “Essays über Kunst und Künstler” [Sanat ve Sanatçı Üzerine Denemeler]. 2. baskısı 1963’te gene Benteli Yayınevi’nden. Vasili Kandinski 1910’da, 44 yaşında, “Über das Geistige in der Kunst”un [Sanatta Zihinsellik Üstüne] müsveddesini tamamlamıştı. Kendisinin “Rückblicke” [Geri Bakışlar] (SturmVerlag, Berlin 1913) adlı kitabında anlattığı üzere, bu kitap şöyle oluşmuştur: “Tek-tek düşünceleri bir kenara yazma alışkanlığım o zamandan kalmadır. Bu yüzden, ‘Sanatta Zihinsellik Üstüne’ benim için, farkına varmadan oluştu. Notlar en az on yıllık bir süre içinde birikti. Resimdeki renk güzelliği üzerine düştü7 ğüm ilk notlardan biri şöyle: ‘Resimdeki renk görkemi seyredeni büyük bir güçle çekmeli, aynı zamanda da, derindeki içeriği gizlemeli.’ Bununla resimsel içeriği kastediyordum, ama içeriği (şimdi anladığım üzere) saf biçim [Form] olarak değil, sanatçının resimsel yoldan dışavurduğu duygusu ya da duyguları olarak.


O zamanlar henüz, seyircinin apaçık ruhuyla [Seele] resmin karşısına geçip kendine akraba bir sese kulak vermek istediği saplantısı içinde yaşıyordum. Böyle seyirciler de vardır (onları düşünmek de saplantı sayılmaz), ne var ki kumdaki altın zerreleri kadar seyrektir. Hatta, yapıtın diliyle kişisel bir akrabalıkları olmadan da kendilerini ona verip ondan bir şeyler alabilen seyirciler de vardır. Ben hayatımda böylelerine rastlamışımdır.” Kitabın amacını ve geçirdiği oluşumu Kandinski şöyle anlatıyor: “‘Sanatta Zihinsellik Üstüne’ adlı kitabım ve gene aynı biçimde ‘Der blaue Reiter’ [Mavi Süvari], her şeyden önce, gelecek için mutlaka gerekli olan ve sonsuz deneyimleri olanaklı kılan bir yeteneği, maddi ve soyut nesnelerde Zihinsel [geistig] olanı duyumlama yeteneğini uyandırmak amacını güdüyordu. İki yayının da ana hedefi, bu yeteneği, henüz ondan habersiz insanlarda uyandırmaktı. İki kitap da çok sık yanlış anlaşıldı, anlaşılıyor. Bir ‘program’ oldukları sanılıyor ve yazarları kuramlar üreten, beyinsel uğraşlara dalıp kaybolmuş, ‘kazaya kurban gitmiş’ sanatçılar olarak damgalanıyor. Oysa akla, beyine seslenmek kadar kaçındığım bir şey yoktu benim. Bu ödev bugün için bile fazla erken sayılır; ama sanatın bundan sonraki gelişiminde bir sonraki, önemli ve kaçınılmaz hedef olarak sanatçının karşısına çıkacaktır. Kendi yerini sağlamlaştırmış, kök salmış olan zihin [Geist] için hiçbir şey tehlikeli olamayacaktır günün birinde; bu yüzden, o çok korkulan, beyinsel sanat çalışması da -hatta, bunun yaratıdaki sezgisellik payını aşan ağırlığı da- tehlikeli olmayacaktır, ve belki böylece, ‘esin’i bütünüyle dışarıda bırakmaya kadar varılacaktır. Biz sadece, bugünün, ardımızdaki birkaç bin yılcığın yasasını, ve bunların içinden yavaş yavaş -belirgin sapmalarla- yaratıcılığın doğuşunun öyküsünü biliyoruz. Sadece, ‘yetenek’imizin niteliklerini, içinde kaçınılmaz bir bilinçdışı öğesi olduğunu ve bu bilinç-dışının belli bir rengini tanıyoruz. Oysa bize olan uzaklığı sonsuzluğun sisleriyle kaplı bulu8 nan sanat yapıtı belki de hesap ile ortaya çıkmıştır ve bu hesaplama kesin biçimde, belki sadece ‘yetenek’ ile başarılacak bir şeydir, örneğin astronomide olduğu gibi. Ve eğer bu sadece böyle ise, o zaman bilinç-dışının niteliği de, bizim bildiğimiz çağlarda olduğundan başka bir renk alacaktır.

” “‘Zihinsellik’ yazılıp bitmiş olarak birkaç yıl çekmecemde durdu. ‘Mavi Süvari’yi gerçekleştirme olanakları bir yere varmadı. Franz Marc ilk kitabın gerçekleşmesi için yolu açmıştı. Kendisi ikinciyi de, özenli, anlayışlı, yetenekli katılımıyla ve yardımıyla destekledi.” 1911 Aralık’ında kitap Münih’te, R. Piper & Co. yayınevinde, 1912 tarihiyle çıktı. -Kandinski’nin teyzesi ve ilk eğiticisi olan Elisabeth Tichejeffe ithaf edilmişti.- 1912 yılı içinde iki yeni basımı daha yapıldı ve çok geçmeden, Alman dilinde bir daha basılmaksızın, kütüphanelerde kayboldu. Sonraki yıllarda bu kitap sık sık alıntılanmış, sık sık da program olarak sadece başlığı zikredilmiştir. An-alanını az kişinin bildiği bir mitosa dönüşmüştür eser. Dördüncü basım bu duruma son vererek kaynak metne hakkettiği tanınırlığı sağladı. Bu metne duyulan ilgi son yıllarda sürekli arttı. Bu arada birçok çevirisi yayınlandı: 1914, “The Art of spiritual Harmony”, çeviren: J.H.

Sadler, Constable & Co., Londra ve Baston; 1940, “De/la Spiritualita ne//’ Arte, parcicolarmente nella Pittura”, çeviren: Collona di Cesaro, Edizione di Religio, Roma; 1946, “On the Spiritrıal in Art”, çeviren: Hilla Rebay, Museum of Non-Objective Painting, The S.R. Guggenheim-Foundation, New York; 1947, “Conceming the Spiritual in Aıt, and Painting in particular”, çeviren: Harrison ve Destercag, Wittenborn, Schultz ine., New York; 1949, “Drı Spirituel dans /’Art”, çeviren: Bay ve Bayan de Man (lüks baskı olarak, 300 adet) Rene Drouin, Paris; 1951, “Du Spirituel dans l’Aıt”, Charles Estienne’in özetiyle, Editions de Beaune, Paris; 1957, “Sanatta Zihinsellik Üstüne”, Bijutsu-Shuppan-Sha, Tokyo Uaponca olarak); 9 1962, “Het Abstracte in de Kunst”, çeviren ve bir giriş yazısı yazan: Charles Wentinck, Het Spectrum, Ucrecht, Antwerpen. Yeni Sanat’ın başlangıcında yer alan, çığır açmış bir sanatçının yazdığı bu temel kitaba duyulan büyük ilgi, bu sanat akımının sadece nitelik yönünden değil, nicelik olarak da dev boyutlara ulaşmış olmasındandır. Yani bu sanatın temellerine duyulan ilgi sadece, bugün Kandinski Usta’nın yapıtına olan ilginin gittikçe artmasıyla açıklanamaz; bu ilginin içinde, bu derecede kesin bir değişime yol açan olgular ve düşünceler üzerine, kaynağından -Kandinski’nin ilk kuramsal metninden- bilgi alma isteğinin de payı vardır. Belki bu noktada, Kandinski’nin kitabının çevresinden kopuk bir ürün olmadığını hatırlatmak gerekir. Kandinski vardığı sonuçlara zamanının gerektirdiği sorularla uğraşmadan varmış da değildir. “Geri Bakışlar”ında sanat hayatında önemli iz bırakmış olan etkileri şöyle anlatır: “Aynı günlerde, bütün hayatıma damgasını basan ve beni o günler temelden sarsan iki olay yaşadım. Bunlar Moskova’daki Fransız sergisi -her şeyden önce Claude Monet’nin ‘Saman Yığını’- ile Saray Tiyatrosu’ndaki bir Wagner sahnelemesiydi: Lohengrin. Daha önce sadece gerçekçi sanattan haberim vardı, daha doğrusu Ruslardan başkasını bilmiyordum, sık sık Repin’in portresindeki Franz Liszt’in eli vb. karşısında durur, uzun uzun bakardım. Ve birdenbire, ilk defa bir resim görmüş oluyordum. Karşımdakinin saman yığını olduğunu serginin kataloğu söylüyordu bana.

Bu görüp de tanıyamama utandırdı beni. Hem, ressamın bu kadar belirsiz resim yapmaya hakkı olmadığını düşündüm. Belirsiz bir biçimde, bu resmin nesnesinin eksik olduğunu hissediyordum. Aynı zamanda, şaşırarak ve kafam karışarak, resmin beni sarmakla kalmayıp silinmez bir biçimde belleğime kazındığını ve sürekli olarak, ister istemez, en son ayrıntısına kadar gözlerimin önünde canlandığını farkettim. Hiçbir şey anlamıyordum bütün bu olandan, bu yaşantıdan en yalın sonuçları bile çıkaracak halde değildim. Ama iyice anladığım bir şey varsa o da, paletin bana o zamana kadar gizli kalmış, aklımın ucundan bile geçmeyen ve bütün düşlerimi aşan gücüydü. Resim masal10 sı bir güç ve görkem kazanıyordu. Ama farkında olmadan, nesnenin resimde vazgeçilmez bir öğe olduğu yolundaki kanım da sarsılmıştı. Genelde, benim Masal-Moskova’mın küçük bir parçacığının tuvalde çoktan varlık kazanmış olduğu izlenimine kapılmıştım.” Herhalde aynı, Kandinski’nin Monet’yi keşfettiği sıralar Henry van de Velde şöyle diyordu: “Bugün her ressam belli karşıtlık ve karşılıklı tamamlayıcılık yasalarına göre bir fırça darbesinin ötekini etkilediğini bilmelidir, renkleri serbestçe ve aklına estiği gibi kullanamayacağını bilmelidir. Yakında çizgiler ve biçimleri irdeleyen bilimsel bir kurama varacağımızdan eminim.” Ardından: “Bir çizgi bir güçtür, bu güç bütün temel güçler gibi iş görür; aralarında bir bağlantı kurulmuş, ama birbirine karşıt çizgiler aynı, birbirlerine karşıt yönde etkili olan birden çok temel gücün yaptığı etkiyi yapar.” Daha ilerideyse: “iju yasaları ve çizgilerin birbiri üstündeki etkisini çok iyi bilen kişi kendini çok rahat hissedemez. Bir eğri çizer çizmez bunun karşısına koyduğu eğri, birincinin her parçasının içine işlemiş duran kavramdan ayrılamaz hale gelecektir; ikinci eğriyse bu arada değişen, üçüncü ve arkadan gelecek olan bütün eğrilerle ilişkili olarak yeniden biçimlenen birinci eğriye etki edecektir.” (Henry van de Velde: “Kunstgewerbliche Laienpredigten” [Uygulamalı Sanat Üzerine Meslekten Olmayan Birinin Vaazları], 1902’de Lcipzig’te Hermann Seemann Nachfolger tarafından yayınlanmıştır.

) Daha burada bile, Wilhelm Worringer’in “Abstraktion und Einfühlung” [Soyutlama ve Duyumsama] (1906’da doktora tezi olarak yazılmış, ilk defa 1908’de Münih’te, Piper yayınevinde çıkmıştır) adlı eserindekine benzer bir biçimde, özerk, oluşturucu bir biçim verme eğilimini görmekteyiz. Worringer şöyle diyor: “Bütün kültür mirasımızın Aristocu kavramlara köle gibi bağlı kalması yüzünden estetiğimizin de bir türlü kunulamamış olduğu o harcıalem yansılama kuramları her sanat üretiminin çıkış noktası ve amacı olan asıl ruhsal değerler karşısında gözlerimizi bağlamış. Olsa olsa, güzel-olanın metafiziği diye bir şeyden söz ediyor ve bu arada güzel-olmayanı, yani klasik-olmayanı bir yana bırakıyoruz. Ama bu, güzelin 11 metafiziği yanında bir de, sanatı bütün kapsamıyla içine alan ve her tür maddeci yorumu aşarak, ister Maorilerin ağaç oymalarında olsun, ister karşımıza ilk çıkan Asur kabartmasında olsun, bütün yaratı ürünlerinde belgelenen daha yüksek bir metafizik vardır. Bu metafizik anlayışı bütün sanat yaratımının insan ile dış dünyanın yaratıldıkları günden beri içinde bulundukları ve gelecekte de bulunacakları büyük hesaplaşma sürecinin sürekli olarak kaydedilmesinden başka bir şey olmadığını kavramakla birlikte oluşur. Bu nedenle sanat, kaynağı aynı sürecin içinde olan ve gerek din, gerek dünya-görüşünün evrimi olgusunu belirleyen ruhsal güçlerin sadece başka bir dışavurum biçimidir.” Van de Velde’nin “Vaazlar”ı da, Worringer’in “Soyutlama ve Ouyumsama”sı da zamanında heyecanla karşılandılar ve Kandinski’nin “Sanatta Zihinsellik Üstüne”sinin filizlenmesi için gereken toprağı hazırladılar. Yeni bir dönem başlamıştı, yeni sorunları olan bir dönem; atom çağının yaklaştığı seziliyordu, Kandinski “Geri Bakışlar”ında da belirttiği üzere: “Bilimsel bir olay bu yoldaki en büyük engellerden birini ortadan kaldırmıştı. Bu, atomun parçalarına bölünmesiydi. Atomun parçalanması benim ruhumda aynı bütün dünyanın dağılıvermesi gibi bir etki yaptı. Birdenbire en kalın duvarlar yıkıldı. Her şey güvensizleşmiş, sallantıya girmiş, katılığını kaybetmişti. Açık havada bir taş gözümün önünde eriyip görünmez olsaydı şaşmazdım artık. Bilim mahvolmuş gibi geliyordu bana: en önemli temeli demek bir sanrıdan, bilginlerin bir yanlışından ibaretti; bu kişiler nurlu bir ışık altında taş üstüne taş koyarak tanrısal yapılarını yükseltmiyor, karanlıkta el yordamıyla gerçekleri arıyor, kör gibi, her nesneyi başka bir şey sanıyorlardı.” Ostwald ve Planck tarafından daha yüzyıl başlamadan önce yeni bilgilerle zenginleştirilen ve en önemlisi, Albert Einstein’ın “Özel Bağıllık Kuramı” ile (1905) yeni bir doruğa ulaşan yeni fizik kuramlarına karşı henüz kuşkuculuğunu koruyan bu tutum sadece, atom fiziğinin o zamanlar yaratıcı sanatçının düşünce dünyasında henüz canalıcı bir yer tutmadığını gösteriyor.

Gene de Kandinski’de, fiziğe paralel nitelikte benzer düşünceler oluşamamış değildir; bu arada 12 özellikle önemli bir husus da sanatçıların vardığı sonuçların fizikteki sonuçlardan daha hızlı ilerlemiş olduğudur, çünkü bunlar daha dolaysız olarak, daha kestirme yoldan kuram olmaktan çıkıp gerçekliğe dönüşmüş, böylece gözle görülür biçimde tartışmaya açılmışlardır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir