Victor Hugo – Anılar

XVI. Louis’nin idamı ile ilgili olarak, hiç kimse, aşağıda bir görgü tanığının C) ağzından ilk kez aniatacağım karakteristiK ayrıntılar üzerinde durmamıştır . . Giyotin, genellikle sanıldığı gibi, alanın orta yerine, bugün obeliskin bulunduğu noktaya değil, geçici Yürütme Kurulunun şu açık-seçik deyimle belirlediği yere kurulmuştu : « Kaide ile Champs-Elysees’nin arasına.» Neydi bu kaide ? Bu kadar şeyler görüp geçirmiş, bunca heykelin yıkıldığını, bunca kaidenin devriidiğini görmüş olan bugünkü kuşaklar, bu kadar belirsi� bir tarifi inasıl kavrayacaklarında kuşkuya düşebilirler ve !*l Bu, 1972 Aralığında Bourges’dan Paris’e gelerek XVI. Louis’nin idamına tanık olan Leboucher adında birisi idi. !Yayımcının notu). 5 Devrimin Yürütme Kurulunun kısaca «kaide» diye tanımladığı sır dolu taşın hangi anıta kaide görevi gördüğünü bilmeyebilirler. Oysa, bu kaide bir zamanlar XV. Louis’nin anıtını taşımıştı. Birbiri arkasından XV. Louis Alanı, Devrim Alanı, Concorde Alanı, XVI. Louis Alanı, Garde-Meuble Alanı ve Champs-Elysees Alanı diye adlandırılan bu alanın, adlarından hiç birini saklayamadığı gibi, hiç bir anıtı da koruyamadığını belirtelim. XV. Louis’nin anıtı yok oldu ; alanın ortasındaki kam temizlernesi için yapıJması düşünülen Kefaret Çeşmesinin ilk taşı bile konmadı ; bir ara 1814 Anayasasını lmtlamak için bir anıt dikilmesi düşünüldü, fakat bunun da ancak tabanını görebildik Nasıl ki, 1814 Anayasasını simgeleyen tunç bir anıtın dikilmesine karar verildiği sırada Temmuz Ayaklanması patlak verdi ve 1830 Anayasası yürürlüğe girdi. XVIII. Louis’nin kaidesi, XV. Louis’ninki gibi kayıplara karıştı. Şimdi bu yere Sesostris’in dikili taşını koyduk. Büyük salırada otuz yüzyılda yarı yarıya kuma gömülmüştü ; bakalım Devrim Alanında bütün bütün gömülmesi için kaç yıl gerekecek? Cumhuriyetin I. yılında, Yürütme Kurulunun «kaide» diye adlandırdığı şey tek başına şekilsiz ve korkunç bir taştı. Eski ve devrik krallığın bir çeşit uğursuz simgesi hükmündeydi. Mermer ve tunç kısımları koparılmış, çırılçıplak kalan taş yığını çatlamış ve yarılmıştı … 6 İşte sehpa bu yıkmtının bir kaç adım ötesine kurulmuştu. Çatıyı gizleyen çaprazlama örülmüş uzun kalaslarla kaplanmıştı. Arka tarafına, ne korkuluğu ne tırabzanı olan bir tahta merdiven dayanmış, meşin kaplı silindir biçimi bir sepet kralın başının düşeceği sanılan noktaya yerleştirilmişti. Bir köşede, merdivenin sağ tarafında da kralın bedeni için hazırlandığı anlaşılan uzun bir hasır sandık duruyordu ; cellatlardan biri kralı beklerken üzerine şapkasını koymuştu. Şimdi alanın orta yerinde bir kaç adım ara ile duran bu iki korkunç şeyi, yani bir yandan XV. Louis’nin kaidesini ve öte yanr:lan XVI. Louis’nin sehpasını, diğer bir deyişle ölü krallığın yıkıntısı ile canlı krallığm yokedilişini gözünüzün önüne getirin bu iki şeyin drafın::ı dört sıra silahlı adam koyun ve büyük bir kalabalığın ortasında büyük bir boş kare düşünün ; sehpanın solunda Champs-Elysees’­ yi, sağında bir yıkıntı baline gelmiş olan Tuileries sarayını gözünüzün önüne getirin; bu hazin yapıların, bu siyah ve yapraksız ağaçların, bu karanlık kalabalığın üzerine bir kı� sabahının kapalı ve soğuk gökyüzünü kondurun. İşte o zaman, Fransa Kralı’nın, 21 Ocak 1793 günü saat onu birkaç dakika geçe ölmek iizere, Paris belediye başkanının arabası ile, beyazlar giyinmiş, elinde mezamir kitabı olduğu halde geldiği Devrim Alanı’nın o günkü görünüşü hakkında iyi kötü bir düşününüz olabilir. 7 Burada herkesin bildiği ayrıntılardan söz etmeyeceğiz. Sadece bilinmeyenler üzerinde duracağız. Cellatlar dört tane idi; sadece ikisi infazı yaptılar ; üçüncüsü merdivenin başında durmuş, dördüncüsü ise kralın ölüsünü Madeieine Mezarlığı’na götürecek olan ve sehpanın yanıbaşında beklemekte olan iki tekerlekli yük arabasının üzerindeydi. Cellatlar kısa pantalonla, Devrim’in değiştirdiği Fransız modası kuyruklu ceket giymişlerdi, başlarında da milli renkli kocaman kokartlarla bezenmiş üç köşeli şapkalar vardı. Kralın başını keserierken şapkalarını başlarından çıkarmadılar, ve baş cellat XVI. Louis’nin kesilmiş başını saçlarından tutup halka gösterirken o da şapkalı idi. Sehpanın üzerine bir süre kanlar damlayıp durdu. Halk, bir yandan, kralın yukarda söylediğimiz gibi beyazlar giyinmiş ve hala elleri arkasında olarak kalasın üzerine uzanmış ölüsünü, ve öbür yandan Tuileries’nin sisli ve sıkıntılı ağaçlarına yansıyan başının tatlı profilini seyrederken, Komün tarafından belediye memurları olarak kralın idamında hazır bulunmakla görevlendirilmiş iki papaz aralarında yüksek sesle konuşuyor ve Belediye başkanının arabasında kahkahalarla gülüyorlardı. Bunlardan bir tanesi, Jacques Roux, alay ederek ötekine kralın kalın baldıriarını ve kocaman göbeğini gösteriyordu. Sehpanın çevresindeki silahlı adamlarm ellerinde, yalnız kılıç ve mızraklar vardı ; he8 men hiç tüfek yok gibiydi. Çoğu geniş yuvarlak şapkalar ya da kırmızı külalılar giymişlerdi. Tek tük üniformalı atlılar bu biriikiere aralıklı olarak karışmışlardı. öte yandan, tüm bir atlı taburu savaş düzeninde Tuileries setlerinin altında yer almıştı. Giyotin – bu korkunç kelimeyi yazarken insan tiksintisini saklayamıyor – bugünkü ölçülere ve bu işten aniayanlara göre epey kötü kurulmuştu. Bıçak üst kirişin üzerine çakılmış bir makaraya iğreti bir şekilde tutturulmuştu. Bu makara ve baş parmak kalınlığında bir ip, işte bütün aygıt bu kadardı. Ucunda hafif bir ağırlık sallanan bıçak oldukça küçük ve keskin tarafı eğri idi, ve bu haliyle ters çevrilmiş bir Frikyalı başlığına benziyordu. Kralın başının düşeceği sepetin içine, düşüşü yurr,uşatacak bir örtü falan konmamıştı. Sepetin içinden fırlayarak kaldırım taşlarının üstüne düşmediyse, mutlu bir rastlantıydı vuruşun hızını azaltan bıçağın küçüklüğünün eseriydi. Bu korkunç olay terör süresince yapılan infazlarda sık sık tekrarlanmıştı. Giyotin o zamandan bu yana hayli «geliştirildi». Kralın başının düştüğü yere, sehpanın kalasları boyunca, uzun bir kan deresi kaldırım taşlarının üzerine kadar aktı. İnfaz bittikten sonra, Sanson kralın beyaz yünlü kumaştan redingotunu halka attı, ve bu giysi bir anda binlerc0 el tarafından paramparça edilerek ortadan yokoldu. Adamın biri çıplak kolları ile giyotinin üs9 tüne çıktı ve iki avucunu üç kez kan pıhtıları He daldurarak bunları uzaklara, kalabalığın üstüne fırlattı ve şöyle bağırdı: «Bu kan ba�­ larmuzın üzerine düşsün!» Devrimler böyle korkunç tohumlar eker. Ve üzerinden yarım yüzyıl sonra, korkuya kapılmış kuşaklar ekilen bu korkunç şeyleri biçerler. Sehpanın çevresinde geçit resmi yaparken, gönüllüler diye adlandırılan bütün bu silahlı adamlar süngülerini, mızraklarını ve kılıçlarını XVI. Louis’nin kanına batırdılar. Atlılardan hiç biri onların yaptığını yapmadı. Onlar askerdiler. Ah! soyluluk kurucuları yiizyılların gerisinden geleceğin karanlık şekillerini görebilselerdi ne kadar üzülürler, kendilerini ne kadar eksinirler, nasıl acı acı düşünürlerdi ! Bilselerdi ! Tarihin d�rin perspekt.ivleri içinden, girişimlerimizi, kurumlarımızı, imparatorluklarımızı, düşlerimizi nasıl bir sonun beklediğini, kral anıtlarının alanlarda ne hale geldiklerini, milletierin taçları, sehpaların tahtları nasıl de· virdiklerini, kalabalıkların bir adama neler yapabileceğini, görkemin yerini nasıl bir aşağılanmanın alabileceğini, uzun bir büyüklük, ün ve onur zincırının son halkasının nasıl bir onursuzluk ve utanç halkası olabileceğini. altmış granit lahdin ucunun bir hasır sepete varacağını göre bilselerdi ! .. XVI. Louis’nin kafasının düştüğü anda, rahip Edgeworth henüz kralın yanındaydı. Kan üzerine kadar fışkırdı. Çabucak kahverengi lO bir redingot giydi, sehpadan indi ve kalabalığın içinde kayboldu. Seyircilerin ilk sırası, saygı ile karışık bir şaşkınlık içinde kendisine yol vermek için açıldı. Ancak, bir kaç adım attıktan sonra, herkesin dikkati o korkunç olaya sahne olan alanın ortasında hala öylesine toplanmıştı ki, artık kimse rahip Edgeworth’a bakmaz olmuştu. Üstündeki kan lekelerini örten koca rcdingotun içine bürünmüş zavallı papaz kaygıyla oradan ayrıldı ; düşteymiş gibi yürüyor ve nereye gittiğini bilmiyordu. Bununla birlikte, uyurgezerlere özgü bir içgüdü ile nehri geçti, önce Bac Sokağına, oradan da Regard Sokağ·ına saptı ve böylece Maine Kapısı yöresinde Madame de Lezardiere’in evini buldu. Oraya varır varmaz, kirli giysilerini ı:;ıkardı ve saatlerce yarı baygın bir halde öylece kaldı, ne bir şey düşünebildi, ne ağzından bir söz” çıktı.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir