Bazı yazarlar bize çok şey öğreunelerine, yalnız hayat değil, yazı ve edebiyat konusunda temel görüşletimizi oluşturınalanna, onlan sevgi ve tutkuyla okumamıza ragmen hayatımızın bir döneminde kalırlar. Daha sonraki yıllarda onlan yeniden okuyorsak eğer, hala onlara gerek duydugumuz için degil, sırf bir zamanlar onlan okudugumuz için, yani “nostalji” tadıyla okuruz. Hemingway, Sartre, Cam us, hatta Faulkner benim için bu çeşit yazarlardandır. Onlan seyrek olarak yeniden elime aldıgımda, bu yazariann artık bana yeni bir güç aşılamalarını beklernem, bir zamanlar beni nasıl etkilediklerini, benim ruhumu nasıl oluşturduklarını hatırlamak isterim yalnızca. Bir de sürekli gereksinim duyduğum yazarlar vardır. Proust’u elime her alışımda yazarın kahramanlarının kararsızlık, tutku ya da aşklanna gösterece�i dikkatin ne kadar sınırsız olabilecegini bir daha hatırlamak istemişimdir. Dostoyevski’yi okuyorsam, diger bütün endişe ve tasarımiarına ragmen, roman yazannın asıl tasasının derinlik oldugunu hatırlamaya ihtiyacım vardır. Bu tür büyük yazarların büyüklügü sanki biraz da onlara duydugumuz bir ihtiyaçtan kaynaklanır. Nabokov sürekli yeniden okuduğum bu vazgeçilmez yazarlardandır. Lolita’nın , Solgun Ateş’in ya da Nabokov’un üslubunun en 9 parlak örneklerini verdiği Konuş Bellek’in okuna okuna yıpranmış kopyasını bir yolculuğa çıkarken, yaz tatili için bavulumu yaparken, hatta son romanıının son sayfalannı yazmak için kapanacagım otel odasına giderken vazgeçilmez bir ilaç paketini ihtiyatla yanıma alır gibi çantama koydurtan şey nedir? Nabokov’un düzyazısının güzelliği elbette. Ama ugüzellik” dedigim şey bir açıklama değil. Nabokov’un kitaplarının güzelliginin altında her zaman ukötücül” (bir kitabının adında da kullanmıştır bu kelimeyi) ve zalim bir yan vardır. Bu özellikler de güzelligin “zamandışı, yanının bir yanılsama olduğunu bize hisscttirerek onu Nabokov�un yaşadığı hayata, çağa ve kültüre baglar. Faustvari bir anlaşmayla bedeli acımasızlık ve kötücü) bir şey oJan bu güzeJligin üzenındeki etkisini anlatmaya çalışayı m. Lolita’nın tenis oynayışının anlatıldığı o ünlü sahneyi, Charloue’un Hourglass Gölü’ne agır agır girişini. Humbert’in Lolita’yı kaybettikten sonra bir tepecikten yol kenanndan aşağıdaki küçük bir kasahaya -oyun oynayan çocuk cıvıltılannı dinleyerek- bakışını (karsız bir Brueghel tablosu) hanralarında bir gençlik sevgilisiyle onnanda buluşmalannı, oğlu küçük Dimitri’nin trenlere bakışını, ya da bir elinde babasının, öteki elinde annesinin eli yürüyüşünü, Lolita’ya yazdığı sonsözde yazımının tam bir ay sürdüğünü söylediği (hepsi on satırdan ibarettir!) Kasbeam şehrindeki berberi, ya da Ada’daki kalabalık aile sahnelerinden birini okurken hayatın tamı tamına böyle olduğunu, yazarın hepimizin bildigi şeyleri şaşırtıcı, hayranlık uyandırıcı, hatta gözyaşartıcı bir kesinlik ve dogrulukla, gerekli yere, tam da gerekli -ve bizim aklımıza asla gelmeyecek- bir şekilde yerleştirdiğini hissederiz. Nabokov da, tamı tamına neyi iyi yaptıgını iyi bilen bir yazann magrur güveniyle bir keresinde “gerekli yere gerekli kelimeyi” bulmakta çok iyi olduğunu bildigini söylemiştir bize. ‘�Dogru Kelime”nin, Flaubert’çi anlamıyla bu mükemmel seçimi, düzyazıdaki bu kesinlik, öylesine başdöndürücüdür ki yazı bir an sihirli bir nitelik kazanır. Yazann zekası, yaratıcılığı, talihi, ya da Tann’nın ona verdigi bir yeni kelimeyle (benim gibi yazarlarda kıskançlık, hayranlık ve 1n bir tür özdeşleşme isteği uyandıran bu Tann lütuflannın sonu gelmez hiç) açıklanabilecek bu sihrin arkasında okura doğru ve okura karşı acımasız bir çıkış vardır. Nabokov’un acımasızlığı dedigim bu şeyi daha iyi anlayabilmek için Lolita’nın kendisini acımasızlıkla (bu haklı bir acımasızhktır) terketmesinden kısa bir süre önce Humbert’in biraz da vakit öldürınek için gittiği Kasbeam’daki herbere bir bakalım. ihtiyar bir taşra herberidir bu, çenesi hiç durmaz, Humbert’i tıraş ederken durınadan beyzbolcu oğlundan söz eder. Gözlüklerini Humbert’in önlüğüne silmesiyle, Humbert oğlu hakkındaki küpürleri okurken makasının durmasıyla, birkaç cümlede barikulade canlandınlmış bir herherdir bu. Onu okurken Türkiye’de bile onu tanıdığımızı hissederiz. Son anda ama, Nabokov bizi şaşırtan bir kart daha açıverir. Humbert konuya o kadar ilgisizdir ki berberin hakkında solmuş gazete kesikleri gösterdigi oğlunun ta otuz yıl önce ölmüş olduğunu son anda fark eder. Böylece Nabokov’un bir ayda yazdığı iki cümleyle, bir taşra herberinin atmosferi bütün inandıncılıgıyla çizilmişken ve adamın gevezeliği ve oğlunun başanlanyla övünüşü Çehov’cu (Nabokov’un duyduğu hayranlığı gizlemediği bir yazar) zevklerle, ”ölü ogul” hayalinin melodramatik duyarlığı tam okuyucunun iyi niyetlerle kabul etmeye hazırlandığı “taŞrada kayıp ve hüzün” temasına çevrilecekken acımasız ve alaycı bir kopmayla anlatıcı kahramanımızın berberin dertleriyle hiç ilgilenmediğini öğreniverir. Dahası, aşk acelesiyle kıvranan Humbert’in telaşına kapılmış biz okurlar da bir an berberin ta otuz yıl önce ölmüş oğlu için., tıpkı baş kahraman ve anlatıcı gibi hiç kederlenemeyecegimizi anlanz hemen. Anlatının güzelliğinin bedeli olan acımasızlıgın şimdi biz okurlar da suç ortaklanyızdır. Yirmi li yaşlarda Nabokov’u hep tuhaf bir suçluluk duygusuyla ve bu suçluluğa kalkan olsun diye geliştinneye çalıştığım Nabokovyen bir gururla okudum. Romaniann güzelligi kadar benim dünyamda onlardan alınan zevkin de bedeli buydu. Nabokov,un acımasızlığını ve bunun güzelligini anlamak için önce hayatın Nabokov’a ne kadar acımasız davrandıgı- ‘ nı bir hatırlamak gerekir. Zengin bir Rus aristokrat ailesinden gelen Nabokov Bolşevik devriminden sonra malını mülkünü, topraklarını, konaklarını kaybeder. (Daha sonra gururla bunun kendisi için önemli olmadığını yazacaktır.) Rusya’dan, Istanbul üzerinden (bir gün kalır) önce Berlin’e, burada sürgün hayatı yaşadıktan sonra da Paris’e, Nazilerin Fransa’ya ginııesinden sonra da Amerika’ya göçer. Berlin’de Rusça yazarak bir edebiyat dili olarak sahiplenebildiği anadilini Amerika’da kaybetmiştir. Liberal bir siyasetçi olan babasını ise, Solgun Ateş’te bir benzerini alay ve acımasızhkla canlandırdığı yanlışlıkla işlenmiş bir cinayet ile yitirir. Kırkında Amerika’ya göç ettiginde babasını, üyeleri dünyanın her bir yerine dagılan ailesini, servetini ve anadilini kaybetmiştir artık. Edmund Wilson’un “en alttakine bir de tekme atmak” diye özetiediği tuhaf acımasızlığı, ya da “siyaset” ile hiç ilgilenmediğini gururla söylemesin i, sıradan insanın sıradan alışkanlıklanyla kitsch ve bayağılık eleştirisini aşan bir aşağılamayla alay etmesini, okurken dudaktannı kıpırdatan okurlar için yazmadığını ima etmesini kolay bir ahlakçıhkla yargılamak istemiyorsak eğer, Nabokov’un hayatındaki bu kayıplan ve onun Lolita gibi, Sebastian Knight gibi, john Shade gibi kahramanianna olağanüstü bir şefkat gösterdiğini hatırlamalıyız. Kasbeam kasabasındaki berber örneğinde olduğu gibi, acımasızlık Nabokov da hayatın, başkalarının, doğanın, fiziksel çevrenin, sokaklann, şehirlerin bizim acılanmıza, derderimize hiç mi hiç cevap vermediğini en ince ayrıntılarıyla göstermek şeklinde ortaya çıkar. Bu bize Lolita’nın ölüm hakkındaki üvey babasının da çok takdir ettiği gözlemini hatırlatır: Ölümün en korkunç yanı “insanın tek başına olduğunu bilmesi” der Lolita. Nabokov’u okumanın derin zevki, hayatlanmızin dünyanın kendi iç mantığına hiç mi hiç uymadığı yolundaki acımasız gerçeği, güzelliğin kendisi olarak fark etmemizdir. Ancak iyi edebiyatın bize sevdirebileceği dünyanın bu derin mantığını keşfettiğimizde elimizde güzelliğin teseliisi kalır yalnızca: Nabokov’un nesrinin kelebek kanatlannı hatırlatan parlaklığı, simetrisi, yaptığı işin her zaman fazlasıyla bilincin- de olan bir yazarın sezgiyle kendisinin “prizmatik Babil” dediği ışık, zeka ve ayna oyunları dünyanın ve hayatın acımasızlığına karşı sanlabileceğimiz tek şeydir belki. Lolita’sını kaybettikten, hayat tarafından acımasızca ezildikten sonra Humlıert okura artık elinden kelimelerle oynamaktan başka hiçbir şey gelmediğini söyler ve yarı alaycı bir şekilde “sanat denen sığınak”tan dem vurur. Bedeli acımasızlık olan bu sığınak, tıpkı bütün roman boyunca okurun hissedeceği Humbert’in sinizminden anladığımız gibi bir suçluluk duygusu da yaratır. Nabokov’un nesri, güzelliğinin bedeli o lan acımasızlığın sonucu -tıpkı küçük bir çocuğun saflığında zaman dışı güzelliği arayan Humbert gibi- bir suçluluk duygusuyla malüldür. Yazann, anlatıcının, romanlan hikayeleri bize anlatan o harika dilin sahibinin bu suçluluğu hep bastırıoaya çalıştığını hissederiz: Ya pervasız bir alaycılığın zekice bir saldırganlığın dalgalan arasında fark ederiz bu huzursuzluğu, ya da kahramaniann ikide bir geçmişlerine, çocukluk anılanna dönmelerinden. Hatıratanndan da anlayacağımız gibi çocukluk Nabokov için hayatın geri kalanının kıyaslandığı bir altın çağdır. Tolstoy’un Çocukluk ve Ilk Gençlik’inden etkilenerek yazdığı anılarında Nabokov, Tolstoy’un Rousseau’dan devraldığı suçluluk duygulanyla ilgilenmez. Belli ki onun için suçluluk çocukluktan ve Bolşevik ihtilalinden sonra cennet Rusya’dan uzaklaştıktan sonra ve kendi özel edebi üslubunu oluştururken yaşanacak bir acıdır. Puşkin bir zamanlar “bütün Rus yazarları kayıp çocukluklannı anlatırlarsa günümüz Rusyası’ndan kim söz edecek?” diye şikayet etmişti. Nabokov’da, Puşkin’in şikayet ettigi bu aristokratik -toprak sahipleri- edebiyatının modem bir uzantısıdır, ama elbette ki yalnız bu değildir. Nabokov’un sürekli takılmaktan, alaycılıkla iğnelenmekten hoşlandığı Freud ile çatışmasının ardında, en derinde çocuklugun altın çağını suçluluk duygularından, ödipal karrnaşalardan, yasak ve günah söylemlerinden koruma gayreti olmalı, Nabokov’un ileri sürdüğü gibi Freud’un saçmalıklan değil. Çünkü “zaman”, “hafıza”, “ölümsüzlük” gibi konularda yaz- maya başladığı zaman -kimi zaman en parlak sayfaları- Nabokov’da Freud tarzı bir “büyücülük” yapmaya girişiyor. Nabokov’un uzarnan” fikrinin arkasında güzelliğin bedeli olan acımasızlık ve suçluluk duygulanna bir karşı çıkış vardır. Ada’da üzerinde uzun uzun duracagı zaman anlayışıyla Nabokov okura, hafızamız sayesinde çocukluğumuzu ya da arkada bıraktığımız “altın çağı” yanımızda taşıyabilecegimizi hatırlatır. Bu bilinen, basit düşünceyi Nabokov olağanüstü bir şiirsellik ve şimdi ile geçmişi aynı anda aynı cümlede yaşatabilme gayretiyle ayakta tutar. Geçmişten gelen ve en olmadık zamanda karşımıza çıkan anı yüklü eşyalar, harika hatıralarla yüklü görüntüler, anlatıcının karşılaştırrnalan bizi hep şimdinin berbathgı yanında bir “altın çag” olduğu yolunda uyanr. Hatırlama denen şey, -Nabokov’a göre yaratıcı yazann ve hayal gücünün en büyük silahı- şimdiyi geçmişin halesiyle kuşatarak yaşamamızı sağlar. Ama Proust’taki gibi geleceği olmayan, hayat yolculuğu tamamlanmış bir anlatıcının geçmişi hatırlaması değildir bu. Hafıza ve zaman konusundaki ısrarlanndan anlayacağımız gibi, şimdinin ve geleceğin, anılann oyunlan ve zamanın dalgalanmalarıyla yapıldığını bilen bir yazann kararlığıdır. Lolita’nm dengesi ve diriliği geçmişle şimdi arasındaki bu huzurlu, huzursuz gidip gelmelerden oluşur: Önce Lolita öncesi çocukluk hatıraları, sonra Lolita kaçtıktan sonra, Lolita ile yaşanmış mutlulugun hatıraları. Nabokov bu harika anılardan söz ederken sık sık cennet sözcüğünü kullanır- bir keresinde de “cennette buzdağlan” der. Ada ise Nabokov’un geçmişte kalan bu cenneti günümüze taşıma çabasıdır. Bu altın çağı hatıraların dünyasını yaşadığı günde ne Amerika’da -çünkü lolita’nın Amerikası bayagıhk ile özgürlük arasında gider gelir- ne de Rusya’da -ya da Sovyetler Birligi’nde- yaşatamayacagını bildigi için Nabokov bu iki ülkenin hatıralarından üçüncü bir hayal ülke, edebi bir cennet yaratmıştır. Çocukluğu günahsızlık çağı olarak gören yazarımızın kendini bitmez tükenmez ayrıntıların masumiyeüne bırakarak yaratugı bu harika, tuhaf, aşırı ve narsisistik dünya her bakımdan çocuksudur. Yaşlı yazarın hatıralarını yazarak çocukluğu14 na dönüşü yerine, Nabokov ters, zarif ve çok iddialı bir taklayla çocuklugu yaşlılıga taşımayı denemiştir burada. Aşık kahramanlanmızın çocukluk aşklan yalnızca yüceltilmez, bütün bayatlan boyunca bu aşka ve birbirlerine baglı kalarak çocukluklannı da korurluklan hissettirilir. Humbert’in cenneti bir çocuğun aşkında araması gibi Van ile Ada’da çocukluk aşklannı bütün hayatianna yayarak cennette yaşamak isterler. Önce kuzen olduklannı, daha sonra da iki aşıgın aslında kardeş olduklarını öğreniriz. Nabokov nefret etmekten hoşlandığı Freud gibi, tabuların bizi çocuklugun cennetinden uzak tuttugunu farkında olmadan söyler gibidir.
Vladimir Nabokov – Ada Ya Da Arzu
PDF Kitap İndir |