Vladimir Nabokov – Saydam Şeyler

İşte, istediğim kişi burada. Merhaba kişi! Beni işitmiyor. Belki, somut v_e bireysel bir biçimde, normal bir beynin sezebileceği bir şey olarak, gelecek var olsaydı, geçmiş böylesine akıl çelici olmazdı; geçmişin istekleri geleceğin istekleriyle dengelenirdi. O zaman kişiler, şu ya da bu nesneyi tartıp dökerlerken, tahterevallinin orta kısmında bacaklarını açıp dengede durabilirlerdi. Eğlenceli olabilirdi. Ama geleceğin böyle (betimlenen geçmişin ve algılanan bugünün sahip olduğu gibi) bir gerçekliği yoktur; gelecek, bir mecazdan, bir düşünce gölgesinden öte bir şey değildir. Merhaba kişi! Neyin var, çekme beni. Onun canını sıknııyornm. Peki, tamam. Merhaba kişi… (son kez, çok alçak bir sesle). Maddi bir nesne üstünde yoğunlaştığımız zaman, nesnenin durumu ne olursa olsun, bizzat o dikkat eylemi, ister istemez o nesnenin tarihine gömülmemize yol açabilir. Acemiler, konu o anın tam düzeyinde dursun istiyorlarsa, konuya kıişbakışı bakmayı öğrenmelidirler. Geçmişin içinden geçerek parladığı saydam şeyler! Kendi başlarına eylemsiz olmakla birlikte, kaygısız canlıların çok kullandığı insan yapısı nesneleri ya da doğal olanları (hesaba sığmaz mevsimlerin akışı içinde pek çok küçük hayvanın yanında yöresinde kaynaştığı yamaçtaki bir taşı düşünüyorsunuz, çok da haklısınız) yüzeysel odak noktasında tutmak özellikle zordur: Acemiler, içlerinden mutlulukla şarkı söylerken yüzeyden kayarlar ve çok geçmeden, çocuksu bir uçanlıkla bu taşın, o çalının öyküsüne dalarlar. ‘Pı.çıklayacağım.


İnce bir dolaysız gerçeklik cilası, doğal ve yapay maddelerin üzerini kaplar; her kim şimdide, şimdiyle kalmak istiyorsa, 7 lütfen onun ince gergin cilasını çatlatmasın. Aksi halde, deneyimsiz mucize yaraucısı, aruk suyun üstünde yürümeyip, boş boş bakan balıklar arasında dimdik dibi boylarken bulur kendini. Hem de bir anda. 8 2 �şi olarak Hugh Person (“Peterson”ın bozulmuş şekli, bazılarınca “Parson” olarak telaffuz edilir), onu Trux’tan bu bayağı dağ sayfiyesine getirmiş olan taksiden kemikli gövdesini çıkardı ve cücelerin sığabileceği büyüklükteki bir aralıkta -henüz başı eğik haldeyken, gözlerini yukarıya çevirdi -ona kapıyı açmış olan şoförün yardım işaretine karşılık vermek için değil- üzüntüyle örülmüş sekiz yıllık anının, yani yaşanunın beşte birinin oluşturduğu fon önünde Ascot Hotel’in (Ascot!) görünüşüne bakmak için. Külrengi taş ve kahverengi ahşapt�n yapılmış bu ürkünç yapı (hepsi kapalı olmayan) kiraz kırmızısı pancurlarıyla caka satıyordu; oysa Person, belleğinin oynadığı bir oyunla, bunları elma yeşili �!arak anımsıyordu. Sundurma basamaklarının iki yanında, demir direkler üstüne yerleştirilmiş elektrikli araba lambaları vardı. Kapısı sonuna kadar açık bagajdan şoförün alelacele çıkardığı iki çantayı ve (koltuğunun altına da ) ayakkabı kutusunu almak üzere bu basamaklardan aşağı önlüklü bir uşak sekerek indi. Person, tetikte duran şoföre parasını ödüyor. Tanınmaz durumdaki salon, hiç kuşkusuz, her zaman olageldiği gibi pisti. Resepsiyon masasında deftere imzasını atıp pasaportunu verirken, İngilizce, Fransızca, Almanca ve yine İngilizce olarak, ablak yüzünü, sahte neşesini dünmüş gibi anımsadığı müdür yaşlı Kronig’in hala oralarda olup olmadığını sordu. Resepsiyoncu (sarışın topuz saç, güzel boyun), hayır dedi, Bay Kronig, düşünün ki, Buğulu Fantastik’e (ya da kulağına öyle geldi) yönetici olmak üzere aynlmışu. ‘Sırtüstü uzanmış müşterileri betimleyen çimen yeşili gök mavisi bir kartpostal açıklama ya da kanıt olarak gösterildi. Başlığı üç dilde yazılmıştı ve yalnızca Almanca olanı 9 deyim niteliğindeydi. İngilizce olan başlık şöyleydi: Lying Lawn -ve sanki kasıtlı olarak, hileli bir perspektif, çimenliği devasa boyutlarda genişletmişti. “Geçen yıl öldü,” diye ekledi kız (yüzü Armande’ye zerrece benzemiyordu), bir Majestic in Chur renkli fotoğrafının uyandırmış olabileceği bütün ilgiyi ortadan kaldırarak.

“Öyleyse beni anımsayabiylecek kimse yok?” “Üzgünüm,” dedi kız, ölen karısının alışılmış ses tonuyla. Üçüncü katta hangi odada kalmış olduğunu Person kendisine söyleyemediği için odayı ona verememekten dolayı da üzgündü, zaten o kal doluydu. Person alnını avucuna alarak, oda numarasının üç yüzlerin ortalarında olduğunu, odanın doğuya baktığını ve hemen heme.n hiç manzarası olmamasına karşın güneşin kendisini yatağın yanındaki küçük halıda karşıladığını anlattı. Orayı fena halde istiyordu, ama yasaya göre, bir müdür, hatta önceki bir müdür, Kronig’in yaptığı şeyi yaptığında (intihar, hesap sahteciliğinin bir biçimi sayılıyordu) kayıtların yok edilmesi gerekiyordu. Kızın yardımcısı, çenesinde ve boğazında şişkinlikler olan siyah giyimli yakışıklı genç adam, Person’ı dördüncü kattaki bir odaya götürdü ve bu arada, bir televizyon dikkatiyle, aşağıya doğru kayan donuk mavimsi duvardan bir an olsun gözünü ayırmadı; öle yandan, en az onun kadar meraklı olan asansör aynası da birkaç aydınlık an ‘ süresince Massachusetlsli beyefendinin görüntüsünü yansıttı: Uzun, zayıf, hüzünlü bir yüzü vardı; alt çenesi hafif çıkıktı; bir çift simetrik kıvrım ağzını çevreliyordu; çökmüş, kederli duruşu fantastik görkeminin her milimetresini yalanlıyor olmasaydı, sert, azimli bir ifadesi olabilirdi. Pencerenin doğuya baktığı doruydu, ama kesinlikle bir manzarası da vardı; yani (cumartesi öğleden sonra ve tüm pazar susan) kazı makineleriyle dolu koskocaman bir çukuru görüyordu. Elma yeşili önlüklü uşak iki valizi ve ambalajında “Fit” yazan karton kutuyu içeri getirdi; ondan sonra Person yalnız başına kaldı. Otelin antika olduğunu biliyordu, ama bu kadarı da fazlaydı. Bir konuk için çok büyük, bir grup içinse ·çok dar olan belle chambre au quatrieme her türlü 10 konfordan yoksundu. Otuz iki yaşında koca adamken, üzüntülü çocukluğunda olduğundan daha sık ve daha şiddetli ağlamış olduğu alt kattaki odanın da, çirkin olmakla birlikte, hiç değilse yeni meskeni kadar karmakarışık olmadığını anımsadı. Yatağı karabasan gibiydi. “Banyo”sunda (bir sirk filinin oturur halde sığabileceği genişlikte) bir bide vardı, ama küvet yoktu. Tuvalet oturağı bir türlü yerinde durmuyordu. Musluk insana haddini bildiriyordu, önce paslı suyu basınçla fışkırtıyor, ancak ondan sonra sakin normal akışına dönüyordu -bunun nasıl bir şey olduğunu tam olarak anlayamazsınız, bu akan bir sır, evet, evet, uğruna anıtlar dikilse yeridir, serin ayazmalar! Hugh, o soysuz tuvaletiterkederken kapıyı usulcacık kapatti; ama kapı, aptal bir ev hayvanı gibi sızlanarak hemen peşinden odaya girdi.

Şimdi güçlüklerimizi açık açık göz önüne serelim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir