Vladimir Pistalo – Tesla

Bu dünya nedir? Peki ya varoluşun amacı? Bu gibi sorular Milutin Tesla’nın kafasının içinde kedi yavrulan gibi oynaşırken, o son, korkunç soruda kalakaldı: “Ne” nedir? Tam da bu noktada rahibin düşünceleri sustu ve başı dönmeye başladı. İnsan beyni pragmatiktir; bir nevi makine esasında, diye karar kıldı Milutin. Yayı alıp enstrüman gibi çalabilirsin fakat aynı şeyi testereyle yapamazsın. Testere ağaç kesrnek içindir. Öğrencilerine tereddüt etmeyi bırakıp karar vermeleri gerektiğini söyledi. “Mesela ben, askeri okulu tam da mezun olmak üzereyken bıraktım ve rahip oldum,” dedi. Milutin’in ilk kilise cemaati, çoğu Sırp destanında bahsi geçen rüzgarlı şehir Senj’in sakinleriydi. Oradaki kilise cemaatine, “Sizden ricam ki bu sizin hayrınızadır: Görgü fukarası olmayın. Siz, kendilerine sağduyu bahşedilmiş bir kavimsiniz. Bu nedenle, ilerleme ruhunu, insanlık ruhunu kucaklayın. Özgürlüğe, eşitliğe ve kardeşliğe odaklanın,” deyip durdu. Cemaat, rahiplerinin kendilerini aydınlatma çabasını göz ardı etti. Onun iç bayıltıcı ve bizatihi gülünç olduğu konusunda sızlanıp durdular. Rahibin rahatsızlıklarından kendisi9 nin sorumlu olduğu gerekçesiyle onu kovmak istediler. O da onlar gibi insanlarla muhatap olmanın herkesi hasta edeceğini söyleyerek cevap verdi.


Milutin Tesla iğneleyici bir şekilde, “Sizce burada olmanın bana bir getirisi var mı?” diye sordu onlara. “Besarabya’ya1 taşınsam daha kötü durumda olmazdım!” dedi. Fakat Besarabya yerine Lika’daki Smiljan köyüne tayin edildi Peder Milutin. Buradaki görevi süresince, ölüm döşeğindekilere son ayini yerine getirmek için atma atlayıp gitmekten hiçbir zaman geri kalmadı; kurtlann gözleriyle aydınlanan kış gecelerinde dahi. Uzun bir yolculuktan sonra vizon mantasunun üzerinde biriken karlan silkelemiş ve hasta adamın kulübesine girmişti. Yatağa yaklaşıp ölüm döşeğindeki adama eğilerek, alçak bir sesle, “Şimdi kalbini bana açabilir ve omuzlanndaki yükün ne olduğunu fısıldayabilirsin, zira Tann en çok fısıltılara kulak verir,” derdi. Külhanbeyleri de ona kalplerini açar ve daha önce kimseye anlatmadıklan hayat hikayelerini anlatırlardı. Rahip, duyduklannın çoğunu unutmaya çalışırdı ama ne fayda. Karlar altında gömülü evinde zamanının çoğunu okuyarak geçirirdi Milutin Tesla. Demiryollan, Kınm Savaşı ve Londra’da yeni inşa edilen camdan saray hakkında yazılanlan okurdu. Smiljan rahibi, yerel bir gazete için, “masanın üzerinde kayan yağ misali” Dalmaçya’dan Lika’ya yayılan kolera üzerine bir yazı yazmıştı. Aynca yılmaz bir halk eğitimi savunucusunun Karlofça Piskoposluk Bölgesi’nin geri kalmış kısımlannda karşılaştığı “sayısız engeller” üzerine de yazmıştı. Günaydın Sırbistan gazetesi için, tam da Aziz Petrus Günü’nde, atmosfer ışığından cereyan eden “güzel bir hadise” raporlamıştı. Milutin Tesla, bunu hem uzakta hem de uzansa dakunacak kadar yakında meydana gelen bir kıvılcım şelalesi şeklinde tasvir etmişti. Bu ışık, bir tepenin ardında kaybolurken geride mavi izler bırakmıştı.

Tüm bunlar olurken, devasa bir kule yeryüzüne devriimiş gibi büyük bir gümbürtü koptu. Ses, Velebit’in2 güney yamaçlan boyunca uzunca bir müddet 1 Bugünkü Moldova’nın tarihteki adıdır. 2 Hırvatistan’ın en yüksek dağıdır. lO yankılandı. Tann’nın küçük mucizesinin yanında “yıldızlar sönük kaldı”. Bu hadise sıradan insanlara konuşacak malzeme çıkartadursun, öte yandan daha düşüneeli bir gözlemci (bu kişi ise Milutin Tesla’nın ta kendisiydi), göz açıp kapayıncaya kadar biten Tann’nın bu doğa şöleni niçin biraz daha sürmedi diye üzülüyordu. Tüm bunlar olmadan evvel, hava bunaltıcıydı. Sonrasında yağmur yağdı ama akşamında bulutlar dağıldı: Hava soğuktu, gökyüzü gülümsüyor ve yıldızlar her zamankinden daha canlı parlıyordu ama birden doğudan bir ışık belirdi -sanki üç yüz meşale birden alevlendirilmiş gibi-, bu ışık boylu boyunca batıya doğru uzanıyordu. Yıldızlar geri çekildi ve tüm doğa hareketsiz kalmış gibi göründü … DÜNYA PARLAMENTOSU Babalannın dönüşüm süreci çocuklan her daim korkuturdu. Milutin, pazar vaazlan üzerinde çalışırken odasına ailesinin girmesini yasaklamıştı. Kilitli kapının ardından aniden gelen sinirli sesi derinden yankılanır, peşi sıra rahatlatıcı bir kadın sesi gelir ve ardından manasız bağnşmalar duyulurdu. Bağnşmalan dinleyen birisi, içeride birden fazla kişi olduğuna yemin ederdi. Bir tiyatroydu ayin. Kilitli odada sesini değiştirerek kendisiyle kavga eden Milutin’i duyan Djuka Tesla ve oğullan korkardı. Kızlar dahi kapıyı açmaya cesaret edemezdi.

Babalannı ne idüğü belirsiz bir halde bulmaktan korkarlardı. Sıradan kapının ardındaki, birdenbire gizemlere bürünen rahip Almanca fısıldar, Sırpça bağınr, Macarca tıslar, Latince hırıldardı ve o sırada arka planda, birisi Eski Kilise Slavcası homurdanırdı. İçeride neler oluyordu? Bu da izah gerektiren bir başka “güzel hadise” miydi yoksa? Smiljanh Aziz Anthony aslında kendini baştan çıkartan şeylerle mi konuşuyordu? Kendini yalnız mı hissediyordu? Bu inzivaya çekilmiş çokdilli adam, kendisini Dünya Parlamentosu mu sanıyordu? Vaazını, hem trajik hem de gülünesi bir kahraman rolüne büründüğü bir tiyatro oyunu şeklinde verme konusunda -tıpkı kilise korosu gibi- önceden alışurma yapmış mıydı? ll 2 ANNE BİR ÇAKMAK TAŞI KIVILCIMI Annelerini dinleyen Nikola ve Dane’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Bilmece sorarken annelerinin kucağından sıska bir tavuk başı sarkıyordu: “Ormandan hışırtısız, sudan şıpırtısız geçer.” “Gölge!” dedi Dane. Daima Nikola’dan hızlıydı. “Suyu hiç mi hiç sevmez,” diye sordu anneleri. “Kediler ve saatler!” “Adalet ve Adaletsizlik”, “İyi Nurnarası Yapan Şeytanın Planı” ve “Efsuncunun Çırağı”, küçük oğlan Nikola’nın en sevdiği halk hikayeleriydi. Son hikayede şeytan, çırağına bir şey öğrenip öğrenmediğini soruyordu. “Hayır, hatta şimdiye dek ne öğrendirnse unutturn,” diyordu çırak. Nikola bu hikayeleri seviyordu, çünkü bu hikayelerde aptallar ve küçük erkek kardeşler gerçekten önemliydi. Djuka, onu ve kız kardeşi Marica’yı masal anlatarak uyuturdu: “Diyar diyar dilenci kılığında dolanan Aziz Sava, bir gün çok ama çok zengin bir baronun köşküne gelmiş … ” Nikola’nın gözlerinden uyku akıyordu, daldı dalacaktı. “Daha sonra Aziz Sava asasıyla ıstavroz çıkarmış ve baronun köşkü göle dönüşmüş … ” Rüya mı görüyordu? 12 “Rivayetlere göre, her sene o gün gölün dibinden horoz ötüyormuşçasına bir ses gelirrniş … ” Annesi ama olduğundan ailesinin evini çekip çevirmeye erken yaşta başlamıştı Djuka Mandi��l. Annesinden dinlediği masallan saymazsak hiç çocuk olmamıştı. Bütün evin ipini eğirir ve küçük kardeşleriyle ilgilenirdi.

Diğer yandan Lika’da “masanın üzerinde kayan yağ misali” yayılmaya başlayan kolera, her şeyi daha da zora sokuyordu. Babası son duasını ederken, yan komşuları hastalık yüzünden can vermişti. Beşinin cenazesini de kız kendi kendine yıkayıp kefenlemişti. Evlendiğinde, Djuka’nın omuzlanna bir başka evin sorumluluğu daha bindi. Bazı Yunan filozofların tavsiyesine uyan Milutin Tesla, “Bir yerde rahip çapayı eline almışsa, ilerleme fikri orada ölmüştür,” düşüncesinde ısrar ediyordu. Hal böyle olunca, kilise toprağını şaşı hizmetkar Mane’yle birlikte Djuka sürdü. “Baktığın yeri değil, kırmak istediğin yeri hedef al,” dedi Mane’ye odun kırarken. Annesi Nikola’ya, kraliçe ve erkek annın gökyüzünde, yükseklerde bir yerlerde çiftleştiğini ve eğer kraliçe an kırlangıçlara yakalanınazsa bir sürü anları olacağını anlatıyordu. “Aniann düşmanı kırlangıçlar ve kirpilerdir.” Bir defasında Nikola düşüp alnını sandalyeye çarpmıştı. Annesi iyileşsin diye oval kafasını öpüp okşamış ve gülerek, “Bir darbe, kıvılcımı çakmak taşından azat eder, aksi halde kıvılcım umutsuzca söner gider,” demişti. Karnı ağrıdığında elini göbeğine koyar, usulca şöyle mınidanmaya başlardı: Yüce Tannm, ne muhteşem bir hadiseydi, Sancaktar Miliç’in evlendiği gün … Bulamamıştı yakışıklılığına denk bir kadın O ki yiğit bir kahraman, bulurdu her sevgilide bir kusur Ve az kalsın vazgeçmek üzereydi evlenmekten … Ağrı yok olur gider, oğlan kendini çok güvende hissederdi. Djuka’nın başında gün boyu eşarp olurdu. Her sabah evdekilerden iki saat önce kalkardı. Mutfak sobasının kapağını 13 açıp önüne otururdu.

Nikola uyanıp annesinin saçlannı tarayışını gizlice seyrederdi. Ateşin han sobanın kapağından ve çatlaklanndan sızardı. O ise gözetlerdi. Annesi ateşin hanyla bronzlaşırdı. Bambaşka biri olurdu. O, gizlice seyrederdi. Annesinin hayatı, derin bir meseleydi. Annesinin hayatı suskundu; ormancia bir ağaç devriliyor gibiydi sanki, kimse duymadan. AGAÇLAR Bogdaniç Tepesi’ndeki ormana döndü: “Duyabiliyor musun?” “Neyi?” dedi Nikola. “BogdaniC’teki ağaçlann birbirleriyle konuştuğunu duyabiliyor musun?” “Ne diyorlar?” “Huş ağaçlan iç çekiyor: Bahar ne zaman gelecek? Bu buzlu prangalardan ne zaman kurtulacağız? Gür sesli çarnlar öğüt veriyor: Sabırlı olun. Üç aya kadar üzerimizden bu buzlu zırhlan atacağız. Dereler çağlayacak ve siz huş ağaçlanndan yeni yapraklar filizlenecek.” “Daha başka ne diyorlar?” diye sordu Nikola. “Huş ağaçlan mınldanıyor: Seher yıldızı güneşin kapısını aralayacak, ]arilo3 gelecek ve Tabiat Ana’yla konuşacak: Ah sulak Tabiat, sev beni, biriciğim ol ve ben, güneş tannsı, seni zümrütten göllerle, altın kumsallada kaplayayım; sana yeşil çimenler, atik dereler, kuşlar, meyveler, kırmızı ve mavi çiçekler vereyim. Ah! Bir sürü çocuk do ğur bana.

Huş ağaçlan yeni yapraklanyla bahar güneşinin ışıklannı ve çağlayan ırmaklan selaınlasınlar.” Merakla dinleyen Nikola güldü. “Hadi oradan, uyduruyorsun.” Annesi masal yerine bitki hikayeleri anlatırdı. Bitkileri tanır ve çoğunun ruhu olduğunda ısrar ederdi. Karaağaç, köknar ve akçaağaç perili ağaçlardı. “Periler nereden gelir?” “Acı çiğdemden çıkarlar,” diye cevap verdi annesi, “Bu ı Slav mitolojisinde güneş, bahar ve bereket tanrısıdır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir