Walter Benjamin – Estetize Edilmiş Yaşam

Çağımızın önde gelen düşünürlerinden Walter Benjamin 1892 yılında Berlin’de doğmuştur. 26 Eylül 1940’da Fransa-İspanya sınırında, kırk sekiz yaşında intihar etmiştir. Hitler’in iktidara gelişinden önceki son on yıllık dönemde Almanya’da sanat ve edebiyat dergilerinde, gazetelerin sanat sayfalarında yazıları çıkan, bilinen, fakat fazla ünlü olmayan bir yazardı. Öldüğü günlerde Fransa düşmüş; İngiltere’ye Alman saldırısı başlamıştı. Hitler-Stalin paktı sürüyordu. Fransa’da.barınmasına olanak kalmamıştı. Paris’teki evini Gestapo basmış, kitaplarını, belgelerini, asıl önemlisi, ilerde değineceğimiz yazarlık “zenaatı” için vazgeçemeyeceği “alıntıİannı” toplayıp götürmüştü. Böylece, 1924 yılında (o günlerde 32 yaşındadır) Goethe’nin Elective Affînities (Seçmeci Yakınlıklar) adlı yapıtı üzerine yazdığı incelemeyi gönderdiği, zamanın önemli yayıncılarından Hofmannstahrın dediği gibi, “hiçbir şeyle karşılaştırılmasına olanak bulunm a – . yan” bir edebiyat eleştiriciliği düzeyine gelebilmiş olan Benjamin, çalışmalarını sürdüremeyecek duruma düşmüştü. Fransa’dan ispanya sınırına gitmek istemesinin nedeni, îspanya’dan, Portekiz’in Lizbon limanına geçerek Amerika’ya gidecek oluşuydu. Bunu aslında istiyordu da denilemezdi. Amerika’da bir şey yapamayacağını; kendi “yaşam mekânının” Avrupa olduğunu hep söylüyordu: Avrupa’yı (*) Bu GİRİŞ yazısı, Haırnah Arendt’nin Benjamüfden seçip derlediği, GİRİŞ’in yazdığı, Harry Zoîın’un İngilizceye çevirdiği Walter Benjamin, Illumlnations (Fantana/Collins, 1979, ilk baskısı 197Ö) kitabındaki GİRİŞ’ten yararlanarak hazırlanmıştır. terk etmeden önce, Amerika’ya, Theodor W. Adorno’ya yazdığı bir mektupta, kendisini Amerika’da bir “kafese kapatmalarını” ve “son Avrupalı olarak gösterime çıkarmalarını” istediğini söylüyor; başka da bir şeye yaramayacağım yazıyordu.


Bunu bir şaka olaraksöylemişti. Ama, bu olmadı. Amerika’ya gitmeden İspanya sınırında intihar etti. İntiharını duyan Brecht, “Hitler’in Alman edebiyatına verdirdiği ilk ciddi kayıp” demiştir. Dinsizdi. Ama, metni kutsal sayan teolojik yorum anlayışına yakınlık duyuyordu. Bu konuda çok çalışmıştır. Proust’u (Franz Hessel ile birlikte) ve St.-John Perse’i Almanca’ya ilk çevirendir. Daha önce, Baudelaire’nin Paris Tabîolan’m çevirmiş bulunuyordu. Franz Kafka gibi, onun da öldüğünde yaygın bir ünü yoktu, ama döneminin önemli sanatçı ve düşünürlerince tanınan ve dostluğuna değer verilen biriydi. (Kafka’nın da 1924’te öldüğünde pek az kitabı basılmış bulunuyordu. Bunlar da birkaç yüz tane satabilmişti.) Gerhard Scholem, Theodor W. Adomo, Hugo von Hofmannstahl, Bertold Brecht yakın arkadaşıydı.

Yazdığı her yazının, her incelemenin sui generis bir çalışma olduğu kabul edilen Benjamin, bir bilimadamı değildi. Sanat ürünlerinin inceleme, konusu edilmesinde uygulanması gereken değerlendirme yönteminin alışılmış bilimsel yöntemlerden farklı yanlan vardı. Fakat, has bir bilimadamı gibi, son derece titiz ve çok sabırlı bir incelemeciydi Ölmüş ve yaşayan pek çok yazar hakkında incelemeleri vardı. Alman Barok’u üzerine, Fransa’nın Ondokuzuncu Yüzyılı üzerine incelemeleri vardı. Ama, bir tarihçi değildi. Yazılarında ve incelemelerinde, hem metin çözümlemelerinde, hem de alıntılarla ve bunlara eklediği çok az metinle oluşturduğu kendi metninde poetik bir düşünme ve yazma üslubu vardı. Ama, şair değildi. Dar anlamda bir filozof da değildi. Yorum çalışmalarında metni kutsal sayan bir anlayışa sahip , olduğu için, bilimadamlarımn yaptığı gibi metni “eşelemeyi;’’ 11 yani, denizin altını eşelenmiş, viran olmuş olarak su üstüne çıkarmayı amaçlayan bir yöntemden yana değildi. “Kazmak, alt-üst etmek yerine, sondajla derindeki inciyi bulma” yöntemi diyordu kendi yöntemine. Eleştirmenlik Anlayışı Goethe’nin Elective Affinities’ine (*) yazdığı giriş paragraflarında anlattığı üzere, bir sanat ürününün iki yanı vardır: aradığı ve iletmek istediği hakikat (turth content) ve işlediği konu (subject matter). Sanat ürününün peşinde olduğu hakikat, işlediği konu ile ne denli derinden ve ne denli incelikle bağlanabilmişse sanatın koşullarına o denli uyulmuş olur. Sanat ürününün zaman karşısındaki kalıcılığı da buna bağlıdır. Ürünün realıa’sı ortadan kalkmış bile olsa, zaman içinde, yeni yeni okuyucu kuşaklarının bu realia’y\ ürünün metninde tekrar tekrar bulabilmeleri de buna bağlıdır. Ürünün peşinde olduğu hakikat öğesi ile, ürünün konusu, benjamin’e göre zaman içinde birbirlerinden ayrılırlar.

Hakikat öğesi, zaman yaşanıp geçtikçe başlangıçtaki saklılığını korur; hatta, daha da arttırır. Konu da ilgi çekiciliğini sürdürür, arttırır. Eleştirmen, işine önce konunun yorum­ (*) Yohann Wolfrang von Goethe’nin Wahlvermandtschaften başlıklı bu yapıtının Türkçe iki çevirisi var. Bendeki sadi Irmak çevirisi Göniıl Yakınlıkları diye Türkçeleştıriimiş. (İstanbul: İstanbul Kitap evi, 1962). Başlarından birer evlilik geçirdikten sonra, hâlâ, eskiden beri birbirlerine yakınlık duyduklarını hissedip bu kez birbirlerine dönerek mutlu bir aile kuran ŞarLot ve Edvar d, evlerine bir erkek, bir de kadın konuk çağırırlar. Aralarına birer kişi daha girmiş olur böylece: Kocayı sınayacak Otilye, kadının evlilik içi -sorumlulukları için bir “sınav” olan yüzbaşı. Evlilik İlişkilerinin hissi bağlarının yerine, zamanla yeni kalp yakınlıkları geçer gibi olur. Fakat 18. Yüzyıl Alman edebiyatının bu “en zengin aile romanı’nda” karakterler içgüdülerine ve eğilimlerine yenik düşmezler. Otilye ve onun ardından Edvard ölürler; aşk, feragate yenik düşer. Bu öykünün Goethe’nin yaşamıyla paralellikleri olduğu da söylenir. Goethe’nin şiir ve debiyata yönelmesinde, karısı Chrİstian’ı bırakıp, tanıdık bir kitapçının üvey kızı .olan Minna Hezlieb’le evle nemeyişinin etkileri olduğu ileri sürülmektedir. lanması (interpretation) ile başlamalıdır.

Eleştirmen, işini yaparken, bu nedenle bir paleogmf gibi çalışmak zorundadır. İncelediği “parşömeni” her şeyden önce okumak ve bu okuduğunu yorumlamakla işe başlamak zorundadır. Eleştirel değerlendirmenin, ya da eleştirel yargının kendi ölçütleri ise, ancak, bu metin üzerindeki ilk yorumlamalardan sonra işe katılabilir. Bu ölçütler ise şunlardır: sanat ürününün kalıcılığını sağlayan içindeki hakikat öğesi mi, yoksa anlattığı konusu mu olmuştur? Ürünün, hâlâ parıldayan hakikat öğesi konusu yüzünden mi varlığını sürdürebilmiş bulunmaktadır? yoksa, ürünün konusunun varlık sürdürmesini sağlayan, sanat ürününün insan açısından sezip yakalayabildiği hakikat öğesi mi olmuştur? Zaman içinde bu ikisi birbirinden ayrılmış olacaklan için, geçen zamanları aşabilmiş bulunan her sanat ürününde ölümsüzlüğü sağlayan bunlardan biri ya da diğeri olabilmektedir. Ölümsüzlüğü, ayrı ayrı, bunların ikisinin de belirleyebilme şansı ortaya çıkmaktadır, geçen zaman boyunca. Bu bakımdan, Walter Benjamin’e göre, bir sanat ürününün tarihi onun eleştirisinin oluşumunu sağlayan temel nitelikte bir öğedir. Eleştiricinin gücünü, “tarihsel mesafe” azaltmaz, arttırır. Sanat ürünü, ölülerin yakıldığı bir ateş olarak düşünülecek olursa, zamanın bize getirdiği herhangi bir sanat ürünü üzerine yorumculuk (commentator) yapan bir eleştirmen, eleştiri işini basite indirgemiş olacak ve bir kimyacı olarak kalacaktır yalnızca, Eleştirmenlik ise simyacılık gibidir. Kimyacıya, bu kutsal ateşten yalnızca yanmış odun parçacıklarıyla küller, kalacaktır. Simyacıya gelince, o, bunların peşinde değil; yanan, yanmış bulunan ve hâlâ yandığını gördüğü alevin peşindedir. Alevi yorumlayabilmenin tutkusundadır simyacı eleştirmen. Alev, yanan odunlardan sonra da; küller oraya-buraya savrulduktan sonra da varlığını sürdürecek olan hakikattir. Yaşamış-olan sanatçının, bir insan olarak yaşamış oluşunun bıraktığı bu hakikat ise çözümlenmesi hiç kolay olmayan bir enigma’dır, bir bulmaca-izleğidir. Bu nedenle, gerçekten eleştirmen olmak isteyen biri, bir simya- cı gibi realten eleştirmen olmak isteyen biri, bir simyacı gibi real-olan’m geçici ve yok olabilen öğelerini işte bu sönmeyen alevin dile getirdiği hakikat’itı kalıcı altınına dönüştürmek, buna çalışmak durumundadır. Alışılmış edebiyat eleştirmenliği, bu nedenle, yapılması gereken böylesi bir eleştirmenlik zenaatından henüz çok uzaktır.

Benjamin, eleştirmenlik zenaatında: bu kendi yolunu izlemekten hiç vazgeçmemiştir. Goethe’nin Elective Affinities’si için yazdığı denemesini, çokuzun bir süre, hiçbir yerde yaymlatamamıştır. Sonraları, eş-dost aracılığı ile, Hofmannstahl’ın Neue Deutsche Beitrage dergisinde (1924-4925) yayıniatabilmiştir. Bu incelemesi, metni ilk gören HofmannstahFm o günler için, “mutlak olarak, hiçbir şeyle karşılaştırılmayacak kadar güzel” demesinden beri, bugün bile, Alman Edebiyat eleştirisinde, Goethe çalışmalarında ve Alman nesir edebiyatında başyapıtlardan biri sayılmaktadır. Bu incelemeyi kaleme aldığı yıllarda Benjamin, Alman üniversitelerinden birinden, ücretsiz doçentlik diyebileceğimiz (privatdozent) bir ünvan alabilme peşindedir. Akademik kariyer için bu yalnızca bir ilk adımdır. Parası yetmemektedir. Fakat, o günlerin zengin Alman-Yahudüerinin üst kesimlerinde bir moda olduğu için, babası akademik bir kimlik kazanmış “oğluna” para göndermeye devam edecektir. Bu bakımdan, Benjamin için bu unvanı almak önemli bir aşama olacaktır. Bu iş için tez olarak Alman Tragedyasının Doğuşu’nu yazmıştır. Bu çalışmasında kendisine ait olan metinler, Alman tragedyasının doğuşu ile ilgili kaynaklardan ve çeşitli ürünlerden devşirdiği altı yüz kadar alıntıya (iktibasa) oranla pek az yer tutmaktadır. “Hayâl bile edilemeyecek kadar çılgın bir mozaik tekniği kullandığını” söyleyen ve bundan gurur duyan Benjamin’in bu çalışmasını üniversitedeki edebiyat ve düşün adamları “anlayamaz,” kabul edemez; reddederler. Fakat, Alman Tragedyasının Doğuşa’-‘ nun reddedilmesinin, aslında nedenleri başkadır. Bu “baş13 ka” nedenler ise, Hannah Adendt’in özellikle belirttiği gibi, üniversiteyi İsviçre’de bitirmiş olması, yabancı karşıtlığı, ya da anti-semitizm değildi. Reddedilme nedeni, Goethe üzerine yaptığı daha önceki çalışması olmuştur.

Goethe’nin Elective Affinities’ine ilişkin essay’inde, privatdozent’lik için yazdığı Alman Tragedyasının Doğuşu’nu sunduğu akademik çevrelerle yakınlığı olan Stefan George Çevresinin en önde gelen kişilerinden Friedrich Gundolf un Goethe hakkmda yazdığı kitabı ve bu kitaptaki tezleri hedef almış bulunuyordu. Bu adamlar, zamanlarının “establishment”irii temsil ediyorlardı. Benjamin’in ümit ettiği hoşgörüyü göstermeleri beklenemezdi. Nitekim, öyle de olmuştur. Akademik çevrelerin etkin kişileri olan bu adamların, içlerinden en önemlisinin kişiliğinde, hepsinin temsil ettikleri ideolojiye eleştiri yöneltmiş bulunan Benjamin’in Goethe üzerine incelemesini unutmaları beklenemezdi. Siyasetin üstünde görünmeye özen gösteren bu kişilerin, aslında, Goethe’nin çalışmalarını yorumlamaları Benjamin’in yorumlamalarından elbette farklı olacaktı. Stefan George Çevresi, Benjamin’e göre, siyasetin üstünde görünmekle birlikte, düzen-içi bir çevreydi. Düzenle “al gülüm, ver gülüm” ilişkileri içindeydi. Benjamin ise, eleştirmenliğin “al gülüm, ver gülüm” işi olmaması gerektiğine inanıyordu. Friedrich Gundolf a polemikse! bir dille eleştiri yöneltmesi de bu tutum farkından ileri geliyordu. Ayrıca, Goethe üzerine çalışırken Marazın ile de ilgilenmeye başlamış; bu ilgisi Brecht’in Üç Kuruşluk Roman’ı için yazdığı inceleme sırasında da sürmüştü. (Bu inceleme de 1920’lerin ortalarında kaleme alınmış; Klaus Mann’ın yönettiği dergi olan Die Sammlung için hazırlanmış, fakat o yıllarda yayınlanamamıştı. Bunun nedeni ise, Benjamin’in bu incelemesi için 250 Fransız frangı, ya da 10 dolar istemesi; Klaus Mann’m ise 150 franktan yukarı çıkmaması olmuştu.) Marxism ile ilgilenmesinin nedeni ise, o günlerde yaygın bir ilgilenim konusu olarak Marxizm’e yönelmekten çok, edebiyat incelemeleri için gerekli üst-yapı doktrininin Marxisnrde bulunabileceğini düşünmeye başlamış olmasıdır. Aydınlar ara- 15 sında üst-yapı konusuna duyulan ilginin artmasının da bunda etkisi olduğu açıktır.

Fakat, bu ilgilenmenin başından itibaren Benjamin’in bu açıdan Marxizm’e yaklaşması, bu kuramın üst-yapı açıklamalarının temelindeki yöntembilimsel araçlardan yararlanmak; Marxism’in üşt-yapı açıklamalarını heuristik-metodolojik bir uyaran olarak benimsemek amacıyla olmuştur. Benjamin’e göre, bir sanat ürünündeki “ruh” ve onun maddi tezahürü birbirleriyle öylesine içten bağlantılıdır ki, Baudelaire’in correspondance sözcüğü ile ifade ettiği gibi, bunlar arasındaki ilişki gerektiğince drtaya konulabildiğinde, ek bir yoruma gerek kalmadan, biribirlerini açıklayabilecek durumdadırlar. “Bir sokağın görünümü/borsada hisse senedi satışları / bir şiir / bir düşünce… Bütün bunlar arasında bağıntılar vardır. Bir tarihçi, bir filolojist gibi bu bağları ortaya çıkarabilirseniz, bütün bu olgular arasında aynı döneme ait olmanın oluşturduğu çizgiyi yakalayabilirisiniz…” Bu amaçla, Benjamin, aktüel varlıkların “görmesini bilen birinin gözleriyle” tasvirini yapmaya yönelir. Theodor W. Adorno ise, Benjamin’in bu tutumunu eleştirir. Bunun, Marsism’den diyalektik- olmayan bir düzeyde yararlanmak oldu- • ğunu; Marx’ın kendisinin buna elverişli bir yanı olmadığım ileri sürer. Bu eleştirilerini, 1935 yılında, Benjamin’in Baudelaire üzerine çalışmalarının ilk şekli diyebileceğimiz “Baudelaire’in Çalışmalarında İkinci İmparatorluğun Paris’ini yazdığı günlerde de sürdürür. Theodor W. Adorno, bir sanat ürününün eleştirisinde, “üst-yapıdaki saklı ve derindeki öğeleri, alt yapıdaki görülgün öğelere dolaysız olarak bağlamanın yanlış olacağını” söyler. Walter benjamin ise, yaptığı bu işin sıradan bir “bağlama” değil; “görmesini bilen birinin gözüyle” üst yapıdaki ve alt-yapıdaki bütün öğeleri birbirlerini açıklayacak bir biçimde birlikte değerlendirmek olduğunu söyler. Ama, “Baudelaire’in Çalışmalarında İkinci İmparatorluğun Paris’i” yayınlanmaz Adomo’nun bu eleştirilerinden sonra.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir