Walter Langer – Seçilmiş Diktatör Adof Hitler’in Psikanalizi

Rhineland’ın yeniden işgali sırasında Hitler, davranışına yön veren etkiyi çarpıcı bir benzetme kullanarak şöyle açıklamıştı: “Ben, inandığım yolda, bir uyurgezerin hassasiyeti ve emniyetiyle yürürüm.” Uluslararası bir bunalım yaşamakta olan altmış yedi milyon nüfuslu bir halkın tartışmasız lideri, daha o zaman bile, ortaya koyduğu bu sıradışı söylemle dünyayı sarsmıştı. Hitler’in bunu yapmaktaki amacı, izlediği yolun akla uygunluğuyla ilgili şüpheleri olan temkinli yandaşlarının yüreğine su serpmekti. Yine de, öyle görünüyor ki bu sözlerde gerçeğe uygun bir itiraf payı vardı. Temkinli yandaşlan, Hitler’in Rhineland’ı yemden işgal etme önerisinden yalnızca daha fazla toprağa sahip olma anlamım çıkarmışlardı. Bu uyurgezer tavır, onu daha önce hiç kimsenin ayak basmaya cesaret edemediği yollara itmiş, ulaşılmamış başarıların ve gücün doruğuna çıkarmış, ancak bir yandan da onu felaketin eşiğine sürüklemişti. O, tarihe, dünyanın şimdiye kadar tanıdığı en sevilen ve en çok küçümsenen kişi olarak geçecektir. Pek çok insan durup kendine şu soruyu sormuştur: “Bu adam vaatlerinde gerçekten inançlı ve samimi mi, yoksa düzenbazın biri mi?” Geçmişiyle ilgili küçücük bir kesit bile böyle bir soruyu haklı çıkarır, özellikle de kendisini tanıyan insanların bize verdiği bilgiler ve hakkmdaki görüşler bu kadar çelişkili olunca. Zaman zaman, bir insanın hem Hitler’in yaptığı gibi işler yapması, hem de içten olması inanılmaz gibi görünüyor. Gerek onu önceden tanıyanlar, gerekse bu konuyla ilgili irtibat kurduğumuz yabancı 19 uzmanlar Hitler’in kendi gücüne ve yüceliğine olan inancı konusunda hemfikirdiler. Fuchs, Berchtesgaden görüşmelerinde, Hitler’in Schuschnigg’e şöyle dediğini belirtmiştir: “Gelmiş geçmiş en büyük Alman’ın huzurunda olduğunuzun farkında mısınız?” Bu sözlerin, iddia edildiği gibi, gerçekten sarf edilip edilmediği bizi şu aşamada pek fazla ilgilendirmiyor. Bu kısa cümlede, birkaç kelimeyle özetlenen genel tutum, bilgi aldığımız tanıkların anlattıklarında da belirtilmişti. örneğin Hitler Rauschning’e bir keresinde şöyle söylemiştir: “Tarihsel açıdan ne kadar büyük biri olduğum, sizin onayınızı gerektirmeyecek kadar açıktır.”* Aynı Hitler kendisinin yanılıyor olabileceğini düşündüğünü dile getirme cüretini gösteren Strasser’e ise şöyle demiştir: “Ben yanılıyor olamam. Yaptığım ve söylediğim her şey tarihe geçer benim.


”** Bunun gibi pek çok kişisel ifade sıralanabilir. Oechsner, Hitler’in bu yöndeki tutumunu şu sözleriyle çok güzel özetlemiştir: “Alman tarihinde hiç kimsenin, Almanları onun getirdiği yüksek seviyeye getirebilecek kadar donanımlı olmadığına inanır. Bütün Alman devlet adamları bu sanıya kapılmış, bunu hak ettiklerine inanmış, ancak gerçekte başaramamışlardı.”*** Bu sadece bir devlet adamı söylemi değildir; Rauschning’e şöyle söylerken o aynı zamanda kendini en büyük savaş tanrısı addetmektedir: “Savaş oyunu değil bu. Generallerden emir alacak değilim. Savaşı benden başkası idare edemez. Saldın için en uygun anı ben belirlerim. Sarsılmaz bir kararlılıkla bu anı bekliyorum ve onu asla kaçırmayacağım. ”* Hitler’in birçok Alman saldın ve savunma plan ve stratejisine katkısı olduğu doğrudur. Kendini hukuki konularda da önemli bir yetkili olarak görmüş, Reichstag’da tüm dünyaya karşı şu şekilde seslenirken yüzü hiç kızarmamışlar: “Şu son yirmi dört saat içinde. Alman halkının en yüce yargıcı oldum.”** Ve dahası, Hitler kendini Alman mimarların en büyüğü sayar ve zamanının büyük kısmını yeni bina taslakları ve hatta yeni kent planlan çizmekle geçirir. Güzel Sanatlar Okulu’nun giriş sınavlarında başarılı olamasa da, kendini sanatın tüm dallarında en iyi uzman olarak görür. Birkaç yıl önce sanatın tüm dallarında son yargıya varmak üzere üç kişilik bir kurul belirlemiş ancak verdikleri kararlar onu memnun etmeyince hepsini görevden alıp bu işi kendisi üstlenmişti. Konunun ne olduğu fark etmez; ekonomi, eğitim, dış ilişkiler, propaganda, sinema, müzik ya da kadın giyimi.

Kendini her alanda tartışmasız bir otorite olarak kabul eder. Katı tutumu ve acımasızlığıyla da gurur duyar: “On yıllardır, hatta belki de yüzyıllardır Almanya’nın gördüğü ve daha önce hiçbir Alman liderin sahip olmadığı en katı tutumlu Alman benim. Hepsinden de önemlisi, kendi başarıma inanıyorum. Kayıtsız şartsız inanıyorum.”*** Hitler’in kendi gücüne olan inancı, aslında sergilemekten kaçınmadığı “her şeye gücü yeter”lik duygusunun sınırındadır. “Geçen yılki olaylardan bu yana, onun kendi dehasma, içgüdülerine ve rahatlıkla söylenebileceği üzere, yıldızına olan inancı sınırsızdır. Etrafındakiler, kendini yanılmaz ve yenilmez olduğuna inandırdığını ilk kabul edenlerdir. Bu durum neden hiçbir eleştiri ve karşıt görüşe tahammülü olmadığım açıklar. Ona karşı çıkmak demek, kendi açısından, Lese Majeste (devlete karşı işlenen) bir suçtur. Her ne yönden gelirse gelsin, planlarına karşı herhangi bir muhalefet, ‘her şeye gücü yeterliliğinin’ vurucu gücünü gösteren ivedi bir karşılık bulacaktır.”* Başka bir diplomat benzer bir izlenimini şöyle aktarır: “Onunla ilk karşılaştığımızda, olaylara mantık çerçevesinde yaklaşması ve gerçekçiliği beni etkilemişti, ancak zaman geçtikçe, kendi yenilmezliğine ve yüceliğine olan inancından dolayı, davranışları bana anlamsız ve saçma gelmeye başladı.” Anlaşılan o ki Hitler’in kendi büyüklüğüne olan inancı en ufak bir şüpheye yer bırakmamaktadır. Şimdi yapmamız gereken bu inancın kaynağına inmek olacak. Neredeyse tüm yazarlar, Hitler’in özgüvenini astroloji ve yıldız falına olan büyük inancına ve izleyeceği yol konusunda sürekli temasta olup devamlı tavsiyeler aldığı falcılarla olan ilişkisine bağlar. Bunun kesinlikle yanlış bir tutum olduğu söylenebilir.

Hitler’i yakından tanıyan bilgi aldığımız kişiler bu fikri bir kenara atarak oldukça saçma buldular. Hepsi, bu tür dış kaynaklardan yardım beklemenin Hitler’in kişiliğine en uzak özelliklerden biri olduğu konusunda hemfikirdir. Hollanda elçiliğinin bir mensubu da bu konuda aynı düşüncededir ve şöyle der: “Führer, asla falına baktırmamış olduğu gibi, farkında olmadan etkilenebileceği korkusuyla prensip olarak bu tür şeylerden kaçınmıştır.”**Hitler’in savaştan kısa bir süre önce yıldız haritası okuma ve fal bakma gibi şeyleri yasaklaması da bunun başka bir göstergesidir. Dışarıdan bakıldığında, Hitler’in kendi yanılmazlığına olan sonsuz güveninin arkasında sanki bu tür bir bağ varmış gibi görülebilir. Bu fikirler muhtemelen Partinin yeni kurulduğu dönemde ortaya çıkmıştır. Strasser’e göre, 1920’lerin başlarında Hitler, aynı zamanda astrolog ve falcı olan Hanussen admda bir adamdan, düzenli olarak, hitabet ve kitle psikolojisi dersleri almıştır. Bu adam, Hitler’e mitingler düzenleyerek dinleyici üzerinde en derin dramatik etkiyi yaratmayı öğreten, oldukça zeki bir kişidir, öğrenildiği kadarıyla, bu kişinin Hitler’in başlattığı hareketle ya da süreçle bir ilgisi bulunmamaktadır. Von Wiegand’ın söylediğine göre, Hanussen’in, o dönem Münih’te oldukça etkin olarak çalışan bir grup astrologla temas halinde olması mümkündür. Ve Hanussen aracılığıyla Hitler de bu grupla temas kurmuş olabilir. Von Wiegand bu konuda şöyle der: “1921 ve 1922’de, Münih’te Adolf Hitler ile ilk tanıştığımda, yıldızların gücüne şiddetle inanan bir çevre ile temas halindeydi. O sıralar yeni bir Reich (İmparatorluk) ve yeni bir Charlemagne’ın ortaya çıkacağı konuşulmaktaydı. O günlerde, Hitler bu tür fallara ve kehanetlere ne dereceye kadar inanıyordu, bunu bilmiyorum. Bu inanç konusunu ne doğruladı ne de reddetti. Ancak yine de, içindeki inancı ve yeni giriştiği mücadelesini ilerletmek için bu tür çalışmalardan yararlanma fikrine karşı da değildi.

” Bu ve buna benzer küçük temasların, astrologlarla olan ilişkisi konusundaki söylentileri artırmış olması muhtemeldir. Hitler pek çok farklı alanda okumalar yapmış olmasına rağmen, yanılmazlığı ve her şeyi bildiği iddiasını, kendisi açısından hiçbir akli çabaya ve çalışmaya dayandırmaz. Aksine, mesele ulusların kaderini belirlemek olunca, kitap gibi kaynaklan yok sayar. 23 Aslında, akla verdiği değer çok azdır. Bu konuda, farklı yerlerde, aşağıdaki söylemlerde bulunmuştur: “Akli yeteneklerin geliştirilmesi ikinci derecede önem taşır.” “Bilgi ve zekâya sahip, yüksek düzeyde eğitim almış insanlar, içgüdülerinin her türlü sesinden mahrumdurlar.” “Her zaman herkesten çok bildiğini sanan şu küstahlar (aydınlar)…” “Akıl, her şeye hâkim olacak şekilde zorbalaştı, hayatın bir hastalığı halini aldı.” Hitler’in kılavuzu akıldan tamamen farklı bir şeydir. Açıkça anlaşılan şudur ki, Hitler ilahi bir irade taralından özel bir görevi yerine getirmek üzere Almanya’ya gönderildiğine inanmaktadır. Gerçi, bu görevin kapsamı ile ilgili olarak pek kesin bir fikri yoktur, ancak Alman halkım kurtarmak ve Avrupa’yı yeniden şekillendirmek için seçilmiş olduğundan şüphe duymaz. Bu görevin nasıl başanlacağı da Hitler için az çok belirsizdir. Yine de bu kendisi için büyük bir önem taşımaz, çünkü nerede, nasıl bir adım atması gerektiğini kendisine bildirecek olan “iç sesin” varlığına inanır. Ona, bir uyurgezerin hassasiyeti ve emniyeti ile yol gösteren kılavuz budur. “Ben, ilahi iradenin (Tann’nm) bana verdiği görevleri gerçekleştiriyorum.”* “Artık, dünya üzerinde hiçbir güç, Alman devletini sarsamaz; İlahi İrade, bu Cermenik görevi benim yerine getirmemi istedi.

”** “Ancak o ses buyurduğunda, harekete geçme vaktinin geldiğini anlarım.”*** İşte Hitler’in Alman ulusu üzerindeki hızla yayılan etkisi, kaynağım Tann’nm koruması ve kılavuzluğu altında, özel bir göreve sahip olduğu inancından alır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir