William Faulkner – Kutsal Sığınak

Popeye, pınarı çevreleyen çalılar peı:desi arkasından, adamın su içişine bakıyordu. Yoldan belli belirsiz bir patika geliyordu pınara. Popeye, adamın – uzun boylu, zayıf bir adam, şapkasız, eski kurşuni bir pantolon giymiş, kolunda da tüid bir ceket – patikada belirip, pınardan su içmek için diz çöktüğünü görmüştü. Pınar, bir kayın ağacı dibinden kaynıyor, dalga dalga kumlar üstünden, kıvrılarak akıp gidiyordu. Gün ışığının, dağılarak içinde kaybolduğu sık kalİllşlar, şimşirler, servi ve ökaliptus ağaÇları “Vardı pınarın çevresinde. Bir yerde, saklı ve gizli, ama hemen oracıkta, bir kuş üç kere ötüp sustu. Pınardan su içen adam, yüzün.Ü, kırılarak çoğalan aksine doğru eğdi… Ayağa kalktığında, bulanan kendi aksi içinde, Popeye’ın hasır şapkasının bulanık aksini .gördü, oysa hiç ses duymamıştı. Karşısında, pınarın öte yanında, elleri ceketinin ceplerinde, sigarası çenesine doğru sarkmış, ufak tefek bir adam vardı. Giysisi siyahtı, dar, üç düğmeli bir ceket giymişti. Pantalonunun kıvrılmış paçaları, çamurdan kabuk tutmuş ayakkabıları üstünde çamurla kalıplanmıştı. Sanki elektrik ışığı altındaymış gibi,. kansız, tuhaf bir rengi vardı yüzünün: güneşli sessizliğin önünde, yampiri hasır şapkasıyla, o ·elleri belindeymiş gibi duruşuyla, derinliği olmayan, ezilmiş bir teneke par-· çasını andırıyordu.


· Ardında, kuş yine öttü, üç ölçü tek düze ses; o yeri yalnız kılıyormuş gibi görünen erinç ve durgwı bir sessizlik içinden çıkan anlamsız, derin bir ses; az sonra da, yoldan geçip giden bir otomobil gürültüsü izledi bu sessizliği. Su içen adam pınarın yanı başına diz çöktü. «Şu cebindeki tabanca olmalı?» dedi. Popeye, pınarın karşısından, yumuşak ve esnek bir çift kara lastik topa benziyen gözleriyle adamı süzüyordu. «Sana söylüyorum» dedi Popeye, «nedir o cebindeki?». Öteki adamın ceketi hala kolundaydı. Öbür elini ceketine 5 . doğru götürdü: cebin birinden ezik bir hasır şapka, ötekisindense bir kitap sarkıyordu: «Hangi. cepten söz ediyorsun?» «Göster demedim» dedi Popeye, ene olduğunu söyleyiver.> Öteki adamın eli öyle kaldı: «Kitap.» .· cNe kitabı?> dedi Popeye. «Bayağı kitap. Şunun bunun okuduğu. Bazı insanlar vardır, okur ya.> · «Sen kitap okur musun?> dedi Popeye.

öteki adamın eli ceketi üzerinde donup kalmı.ştı. Pınann ilri yP’lllldan bakışıp duruyorlardı. Sigaranın belli belirsiz tüyü andıran dumanı Popeye’ın yüzü önünde taca dönüşiü ve aynı zamanda iki ayn anlam taşıyan bir maske gibi yüzünün bir yanı duman karşısında çarpıldı. Popeye, arka cebinden pis bir mendil çıkarıp, ayak dibine . serdi. Pınann öte yanındaki adamın karşısına baldaş kurdu. Mayış ayının bir ikindi vakti, saat dört sularında oluyordu bu. Karşılıklı baldaş kurup böylece iki-saat oturdular. Sanki bir saatle Ayarlanmış gibi, bataklıktaki kuş ikide bir ötüp duriıyordu, iki görünmeyen araba daha gelip geçti yoldan. Kuş yine öttü. · «Elbette bilıne7.Bin adını> dedi, pınariıı karfısındaki. «Bir otel �lonundaki kafes içinde öteıı kuş bir, bir de tabak.içinde dört dolar eden kuş iki, başka kuş tanıyacalım sanmam.

• Popeye susuyoröu. Dar, kara iırbalar içinde baldat kurmUf oturuyordu, ceketinin sal cebi tortop olup yanma aarkmıftı; taş bebek ellerini andıran elleriyle, liprayı esiyor, yuvarbyor, ·pınara tüldlrilp duruyordu. Derisinin lSltı ve Jı:aranhk bir solukluğu vardı. Karga burunluydu, çene namına da bir teyi yoktu. Ateşin yanı bqına konup da unutulmUf, balmumu ‘bir. bebek yüzü gibi birden eriyiverdi yüz(l. Yelelinin bir yanından öteki yanına, örümcek ajın.ı andıran, plltin bir zincir gidiyordu. •Bana bak• dedi öteki, cadım Horace Benbow, Kiııston’da avukatlık yapıyorum. Oturdutum yer de daha ötede, Jefferson. Oraya gidiyordum şimdi. Kime sorarsan sor, herkes bilir zararsız olduğumu bu dolaylarda. Viskiye gellnce, ne kadar yaparsanız yapın, alın satın, umurumda delil- Şuracıkta bir yudum su içeyim. demiştim. Kente varmaktan başka kaygım yok, Jefferson’a>.

Popeye’ın gözleri lastik top gibi bakıyordu, sanki dokunulsa içine kaçıverecek, bırakıldığında da parmağının. helezoni izi kaybolup gidecek. 8 «Hava kararmadan Jefferson’a varmalıyıın• dedi Benbow, «tutamazsın beru böyle hurda•. Sigarasını ağzından çıkarmadan pınara tükürdü. «Alıkoyan’lazsın beni böyle• dedi Benbow, «ya kaçıverirsem?» Popeye, llsti.k gibi gözlerini, Benbow’a yapıştırdı. «Kaçmak mı istiyorsun?. cHayır,• dedi Benbow. Popeye gözleriiii çekti. «Pekala, ka�ma o halde.• Benbow kuşu duydu yine, ona bir şey diyorlardı bu dolay !arda; görünmeyen ana yoldan bir araba daha gelip geçti. Onlarla gürültü arasından, güneş hemen hemen kayıp gitmiş.­ ti. Popeye, pantalonunun cebinden, ·madeni paraya benzeyen, bir dolarlık bir saat çıkardı. Pınardan gelen patikanın kumlu kenar yolla birleştiği yerde, geÇenlerde bir ağaç kesmişlerdi, yol da böylece tıkanmıştı.

Ağacı üstünden aşıp anayolu arkalarında bırakarak yürüdüler. Kuntda bir rine · koşuk iki araba izi vardı ama ayak izi yoktu. Pınann Öir kolunun o izleri aştığı yerde Benbow otomobil lAstiği izi gördü. Popeye, önde, ilerde yürüyordu; dar giysisiyle, her yanı köşeli kaskatı şapkasiyle, modem bir ayaklı limbayı andınyordu. Kum bi�. Yol, cengelden ayrılıp kıvrılarak yükseliyordu. Karanlık bastı basacaktı. Popeye omU.zu üstünden bir göz attı. «Pergelleri aç- biraz, arkadaş» dedi. «Niye doğru tepeden, kestirmeden gitmedik?» dedi Benbo� • «Bütün şu ağaç yığını arasından ha?• ·dedi Popeye. Tepeden aşağıya doğru, artık bir mürekkep gölünden farksız olan cengele baktığında, şapkası, alacakaranlıkta, ürpertici, belirsiz bir ışık gibi kaydı. «Vay canına!> Karanlık bastı basacaktı. Popeye yavaşlamıştı. Şimdi Benbow’n yanında yürüyordu.

Benbow da, Popeye çevresine şeytanca bir ürkeklikle baktıkça, şapkasının duı·madan bir o yana bir bu yana kayışını seyrediyordu… Şapka neredeyse Benbow’un çenesine değecekti … Derken, hızla biçimlenen bir gölge atıldı üzerlerine; gergin kana�ann sessizce kayışı, yüzlerine hava gibi çarptı, Benbow, Popeye’ın bütün vücuduyla üstüne abandığını ve elinin ceketini hapazladığını duydu. cBir baykuş canım• dedi Benbow. (“.Sadece bir baykti.ş». Sonra devam etti: «Buna Carolina · serçesi derler, balıkçıllardan. Ya öyle işte, demin bir türlü gelmemişti aklıma». Popeye, ona yapışmış, ceketine asılmış, dişleri arasından kedi gibi ses çıkanyordu. ‘Kata kara kokuyor’ diye düşündü Benbow; ‘başını kaldırdıklannda, Madam Bovari’nin ağzından duvağına akan şu kara nesne gibi.’ Az sonra, girintili çıkıntılı, karanlık aiaç yığını üstünden, ev, kupkuru cüssesiyle, ölmekte olan göğe doğruldu. Bu yıkıntı, birbirine girmiş çam ağaçlan arasından kupku Fransız’ın ru, kaskatı yükseliyordu. İç savaştan önce kurulınUf, yaŞlı arsanın konağı diye bilinen bir nirengi noktasıydı bu; bir tam orta yerine yapılmış bir çiftlik evi; Vicksburg biniıı muharebesine giden Grant, bu eyaletten geçerken, mal sahiburalarda bir yere gömdülfi söylenilen altını bulmak için gWice, umudunu yitirmeden kazdılt veya yakılacak odun arayan civar halkın elli yıldır yavaş yavaş kemirdili, çoktandır ‘cengele karışıp gideıl, pamuk tarlalan, bahçeler, çjmerılikler prtasında duran biı’ çiftlik evi. · Balkonun bir ucunda, üç adam sandalyede oturuyordu. Açık duran koridorun derinliklerinde sönük bir. ışık .

göriln'(lyordu. Koridor, evi boydan boya kesiyordu. Popeye merdivenlerden çıktı. O üç adam Popeye’la arkadaşına bakıyordu. c:Pir profesör» dedi Popeye durmadan; eve, koridora girdi. Yoluna devam ederek arka balkona çıktı, boydan boya yürüdü, dönüp ışık gelen odaya girdi. Mutfaktı. burası. Ocak ‘hiitmda bir Jıcadın duruyordu; üstünde, soluk buma bir entari vardı. Çıplak ayak bileklerinde, kımıldadıkça, kalkıp inen baiı çödk bir erkek ayakkabısı vardı. Popeye’a baktı, sonra içinde et kaynayan bir tencerenin ıslık çaldığı ocağa döndü. Popeye kapıda dikiliyordu. Şapkası yüzüne dolru yatuJ,ıştı, paketi çıkarmadan eebinden bir sigara aldı, yuvarladı, ‘9Ul’­ du, ağzına yerleştirdi, derken b8fparmalmm tınıalı Gstündebir kibrit çaktı. cBir çemif var dıfarda, önde• dedi. Kadın başını aynatmadı.

Eti çevirdi cBana ne?• dedi. cLıee’nin müşterilerine ben bakmıyonım.ı. cBir -profesör> dedi Popeye . Kadın döndü, elinde demir bir çatal sallanıyordu. Ocalm arkasında, gölgede, tahta bir sandık vardı. «Ne dedin, ne dedin?• d,3ir profesör> detli Popeye. cYanında bir kitap var. clşi ne burada?• 8 «Bilmem, hiç aklıma gelmedi sormak. Belki, kitap okumak için gelmiştir». «Kitap okumak için briraya mı gelmiş?» «Pınarda buldum onu.» «Bu evi mi anyordu?» «Bilmem» dedi Popeye, «hiç aklıma gelmedi sormak.» Kadın hep ona bakıyordu. «Kamyonla göndereceğim onu Jefferson’a» dedi Popeye, «oraya gitmek istediğini söyledi.» «Ne anlatıp duruyorsun bunlan bana?» dedi kadın.

«Sen pişiriyorsun ya, o da yer.» «Ya,» dedi kadın. Yeniden ocağa döndü. «Pişiriyorum ya, pezevenklere, sarhoşlara, eşşoğlulara pişiriyorum ya.» Popeya kapıda durmuş ona bakıyordu, sigarası yüzünde kıvrılıyordu. Elleri cebindeydi. «Basıp gidebilirsin. Pazar günü alıp götürürüm seni gerisingeri, doğru Memphis’e. Katılırsın o güruha.» Kadının kalçalarına baktı. cEpey şiştin hurda. Kırda yan gelip yat. Korkma söylemem Manuel caddesindekilere.» Kadın, çatal elinde, döndü. «Seni piç seni» dedi.

«Elbette» dedi Popeye. «Elbette onlara söylemem, Ruby Lamar’ın, kırda, Lee Goodwin’in eski pabuçlannı giyip de, kendi odununu kendi yardığını söylemem. Yooo. Lee Goodwin’ in evvelallah zengin olduğunu söylerim.» «Seni gidi piç seni» dedi kadın. «Seni gidi piç seni». «Elbette» dedi Popeye. Sonra başını çevirdi. Balkonun öte yanından bir hışırtı geldi-; derken bir adam girdi içeri. İşçi tulumu içinde kambur duruyordu. Ayakları çıplaktı, demin duyduktan bu çıplak aya’klardı . Güneşten yanmış, pis, l;t�e gibi bir tutam saç vardı tepesinde. Soluk, ateşli gözleri, kararmış altın gibi, kısa, yum.uşak bir sakalı vardı. «Ne tip herif be» dedi.

cNe istiyorsun?» dedi kadın. İşçi tulumu içindeki adam cevap vermedi. Yanından geçerken, sanki bir şakaya gülecekmiş de, gülecek ani bekliyormuş gibi. gizli ve �urnaz bir bakış fırlattı Popeye’e. Ayaklarını sürüyerek, ayı gibi iki yana yalpa vura vura, kuşkulu kuşkulu, neşe!� bir sinsilik içinde, mutfağın öbür ucuna gitti ve gözleri önünde, yerden bir kapak kaldınp, beş litrelik bfr testi çıkardı: Popeye gözüyle izliyordu onu, parmak uçları yeleğind.eydi, eliyle bir kez olsun dokunınadıği sigaraSı, yüzünden aşağı sarkıyordu. Hemen he-:· men uğursuz denebilecek yabani bir ·görünüşü vardı Popeye’ın; 9 tulumlu adamın acemice öte yanına gizlediği testisiyle ve kuşkulu bir Çeşit ürkeklik ve çekingenlikle odayı geçişinE bakıyordu dalgın dalgın. Adam, odadan çıkıncaya kadar, o sevinç­ ;� kuşkulu, kurnaz davranışıyla Popeye’dan gözlerini ayırmadı. Balkonda çıplak ayaklarının sesleri yeniden duyU}du. «�bet�• dedi Popeye. «Söylemem onlara, :Ma.nuel cadde­ .sindekilere; Ruby Laınar’ın bir salakla, bir uyuza yemek pi­ .şirdiğini nasıl söylerim?>· «Seni gidi ·piç seni» dedi kadın. eseni gidi piç seni•.

il Kadın, elinde bir· kayık tabak etle yemek odasına girdiği 2aman, Poj>eye, inutfaktaİı testiyi alan adam ve yabancı, iki :ayak üstüne çivilenmiş üç kaba keresteden uydurulmuş bir masanın çevresine oturmuşlardı bile. Masamn ü.stündeki lambanın ışığı altırida yüzü asıktı, yaşlı görünmüyordu, gözleri soğuktu. Kadın, kayık tabağı masaya· koyarken, Benbow baktı; kadın bir kerecik olsun ona bakmamıştı; kadınlann kendileri.:. ne özgü o süzgün bakıŞıyla masada bir eksik olup olmadığma baktıktan sonra, gidip üstü açık bir sandiktan, bir tabak, bir çatal, bir de b�çak aldı, masaya getirip, rahat, ama kesin bir hareketle onları BenbOw’un önüne koyarken, omuzuna değdi. Tam bu sırada, Goodwin gİi-di içeri. Çamurlara l:>atm.ış bir ·tulum vardı .üstilnde. Yüzü zayıf ve esmerdi, çenesi iyi kırpılmamış kara bir sakalla. örtülüydü; ·saçlan şakaklarında ağarmıştı. Ağzında iğrenç bir leke gibi duran, uzun ak sakallı b4” adamı; kolundan tutm.u.Ş, sürüklüyordu.

·BenbOw, Goodwin’in ihtiyarı ·sandalyeye otu,rtuşuna · baktı; ·ihtiyar, tek bir zevki kalınış da, dünyanın ken dedi kadın kapının içerisinden. «Lee içeri al· mamalıydı.» Benbow verilen cevabı dinlemedi. «Üstünde· dudak boyası olan bir p�çavra. Belle’in odasına daha gitmeden onu orada bulacağımı biliyordum. Oradaydı da, aynanın arkasına sıkıştırılmış duruyordu: tuvalet yapınca, yüzündeki boya fazlalığını silip, şöminenin arkasına sıkıştırdığı bir mendil. Onu çantama koydum, şapkamı alıp çıktını. Bir kamyona atlamıştım ki, yanımda para olmadığının farkına vardını. Bir bu eksikti: çekle ödeyemezdim ya. Para bulmak için kamyondan atlayıp kente de dönemezdim. Olacak şey değildi. O gün bugün yürürüm, bulunca da bir şeye atlarını. Gecenin birini, bir değirmende talaşların üstünde, birini bir zenci kulübesinde, birini de demiryolu istasyonunda yedek bir hatta duran bir yük vagonunda geçirdim. Üstünde yatabileceğim bir tepecik arıyordum yalnızca; anlıyor musun? İşte o zaman rahat edecektim. Kendi karınla evlendiğin zaman hemen hemen bir hiçten başlıyorsun.

bir başkasınınkiyle evlendiğin.deyse on yıl gecikmeyle, başka birinin bir hiçten başlamasından on yıl sonra. Ustilnde yatabileceğim bir tepecik arıyordum yalnızca.» «Budala» dedi kadın, «zavallı budala». Kapının içinde duruyordu. Popeye arkasından, koridordan geldi, bir şey söylemeden yanından geçip balkona çıktı. «Yürüyün hadi» dedi, «gidip yükliyelim». Kadın, üçünün de uzaklaştığını duydu. Kalakalmıştı oracıkta. Derken, Benbow’un yerinden ağır ağır kalkıp balkonda yürüdüğünü gördü . Kadın, onun karanlık göğe çizilen gölgesini seçebiliyordu: biçimsiz urbalar içinde zayıf görünüyordu; seyrek, dağınık saçlı bir başı vardı, zilzurna da sarhoştu. «İyi beslemiyorlar herhalde» dedi kadın. Kadın kıpırdamadan ·duruyordu, yabancının karşısında hafifçe duvara yaslanmıştı. «Bu yaşam hoşuiıa mı gidiyor?» diye sordu yabancı. cNe diye burada çalışıyorsun? Daha gençsin, kente dönüp, istediğin gibi yaşayabilirsin, gözünü bir ‘iki oynat, yeter.

» Kadın kıpırdamıyordu, hafifçe duvara yaslanmış, kollannı kavuşturmuştu. «Zavallı şapşal budala• dedi kadın. «Cesaret denen şu şey yok bende• dedi· yabancı, «anlıyor 13 musun? Eksilt bırakılmış bir yarum ‘bu. Makine tastamam ama. gelgelelim işlemek istemiyor bir türlü.• Eli acemice kadının yanağında geziniyordu. �Daha gençSin•. Benbow’un elinin yüzünde dolaştığını, etine dokunduğunu tiuyuyordu, sanki ke­ �erinin biçimini, etinin dokusunu tannnala çalışan bir eldi Otuziında bu. cBütün bir ömür var önünde. Kaç yaşındasın· kuzumt görünmüyorsun daha•. Sesi yüksek delildi, fısıltı gibiydi. Kadın konuşmağa başlayınca, sesi bayağı yüksek çıktı. Kımıldamamıştı, kollan hAJ.4 kavuşuk duruyordµ. cKannı niye bıraktın?• dedi.

cKaridese düşkündü de onun için» dedi. «Olmadı – bak, günlerden Cumaydı, kurup duruyordum Utindiyin nasıl istasyona gidip de trenden karides sandığı.nı alacalım diye, derken efendim, her yüz adımda bir el d�timi . :ıt’ cHer gün mü yapardın bu !fi?• dedi kadıiı. · cHayır, Cumalan. Ama en yıldır bu böyle, evlendiğimizden beri. Bir türlü alıışamaduri karides kokusuna. Bu eve taşuna işine yine de pek aldırdıtJm yoktu. Buna dayanabilirdim. Ama gelgelelim paket . sızardı. Eve vanncaya dek damlar da damlardı, ta ki bir zaman sonra. kendi kendimi istasyopa izler, bir kenarda durur, Horace Benbow’un o sandığı trenden alışına bakar, derken onunla ev yoluna koyulurdum, sonra da yüz adımda bir el değiştirirdim, böylece kendi kendimi izlerdim. Missisipi boyunca giden kaldınm üstündeki karşıma· çıkan, lef kokulu her solUk kan lekesi, bana ‘Burada rahmetli Horace Benbow yatar’ derdi.• cYa?ıo dedi kadın.

Kollan kavUŞldc, S’llkin sakin soluyordu. Yürümeğe başladı, o önden, Benbow arkasından, koridorda · yürüyorlardı. İçinde lamba yanan mutfağa ·girdiler. “Üstümü başımı hoş. gör’ dedi .itadın. Ocağın arkasındaki sandığa doğru gitti, sandığı öne çekerek, ellerini entarisinin önüne gizleyip başında dikildi. Benbow odanın ortasında duruyordu. cFareler yemesin diye onu “;&ndıkta saklamak zorunda kalıyorum> dedi kadın. · cNeyi?» dedi Benbow, «Nedir o?• Sandılın içini görebilecek kadar yaklaştı. Bir yaşından küçük görünen, uyuyan bir bebek vardı içinde. Sakin sakin, buruşuk yüzüne baktı bebeğin. · cOooıt dedi Benbow ·xbir oğlunuz var demekı>. Bebeğin burUf!.ık yüzüne birliltte baktılar.

Dışardan bir ses geldi, arlr• balkonda ayak sesleri vardı. Kadın, sandığı gerisingeri köşesine itmişti ki, Goodwin girdi içeri. «Hadi bakalım,» dedi Goodwin. cTommy kamyona ilete-· ce.� �seni» derken dönüp eve girdi yeniden. ,Benbow kadına baktı; elleri hala entarisinin içinde gizliydi. «Yemek için teşekkürler» dedi, «bir gün belki . » kadına bak� )adın da ona bakıyordu, yüzü eskisi gibi asık değildi pek, �de o kadar soğtık ve hareketsizdi. «Belki Jefferaon’da; işine yanyabilirim. Ne bileyim gereksindiğin bir Şf!’J gönderebilirim.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir