William Faulkner – Ses ve Öfke

Parmaklığın arkasında, sarmaşıklann arasından, vurduklarını görüyordum. Bayrağın olduğu yere geliyorlardı ve ben yürüdüm parmaklık boyunca. Dutun çevresindeki otların içinde aranıyor Luster. Bayrağı çıkardılar, vuruyorlardı. Sonra bayrağı yeniden diktiler, tablaya gittiler, vurdu, öteki de vurdu. Sonra yine vurdular ve ben yürüdüm parmaklık boyunca. Dutun oradan geldi Luster ve biz yürüdük parmaklık boyunca, vurdular ve biz durduk, parmaklığın arasından baktım, Luster aranıyor otların içinde. “Buraya gel caddiel.” Vurdu. Çayın geçip gittiler. Parmaklığa yapışmışım, bakıp duruyorum uzaklara gidişlerine. “Bana bak,” dedi Luster. “Hiç otuz üç yaşına basan bir adam yapar mı bunu. Bak, şehre gidip sana o pastadan da aldım. Kes şu ulumayı.


Yardım et bana. Bulayım şu çeyreği de, tiyatroya gideyim bu gece.” Kısa kısa vuruyorlardı, çayırın ortasında. Parmaklık boyunca yürüdoJ.m bayrağın olduğu yere kadar. Aydınlık otların üstünde dalgalanıyordu ve ağaçların. “Hadi,” dedi Luster. “Artık baktık. Gelmiyorlar işte. Dereye dönelim de o kerata zenciler bulmadan biz bulalım çeyreği.” Kmruzıydı, çayırın üstünde dalgalanıp duran. Sonra bir kuş vardı üzerine doğru inen. Luster fırlath. Bayrak aydınlık otların üstünde dalgalaruyordu ve ağaçların. Parmaklığa yapışmışım.

1 Golf oyulluıu.fo sopalan taşıya il “Kes şu ulumayı,” dedi Lustcr. “Gelmiyorlar işte ben ne yapayım. Bak sesini kesmezsen annem sana doğum günü yapmaz sonra. Ben de ne yaparım biliyor musun. Hepsini yerim pastanın. Mumlarını da birlikte. Otuz üç mumu birden. Hadi derenin oraya gidelim de çeyreği bulayım. Belki toplardan birini de bulurum orada. İşte. İşte bak. Oradalar. İleride. Görüyor musun.

Hadi yürü.” Parmaklığa geldi ve kolunu uzattı. “Görüyorsun ya artık gelmiyorlar bu yana. Hadi yürü.” Yürüdük parmaklık boyunca, bahçeye geldik, gölgelerimizin durduğu yere. Benim gölgem Luster’ın parmaklıktaki gölgesinden uzun. Kırık yerine geldik parmaklıkların ve arasından geçtik. “Dur bir dakika,” dedi Luster. “Takıldın yine çiviye. Geçemezsin bir türlü şu çiviye takılmadan.” Caddy beni kurtardı ve sürünerek geçtik aradan. Maııry Dayı kimse sizi görmesin demişti, lıiz de sürüne sürüııe geçeriz aradan daha iyi, dedi Caddy. Eğil, Beııjy. Bak işte böyle, görüyor musun. Eğildik ve geçtik bahçeden, çiçekler daladılar bizi ve hışırdadı/ar biz yüriidiikçe.

Toprak katıydı. Parmaklığa tırmaııdık, domuzlar lıomıırdamyor ve koklııyorfardı. Bııgiiıı canları pek sıkkın, içlerinden biri kesildi de, dedi Caddy. Toprak katıydı, basılmış ve diiğiim diiğiim. Ellerini celıiııdcıı çıkarına, dedi Caddy. Donar soııra. Tam Noel zamanı ellerin doııs111ı ista misin. “Dışarısı çok soğuk,” dedi Yersh. “Çıkıp da ne yapacaksın.” “Yine ne var,” dedi annem. “Dışarı çıkmak istiyor,” dedi Vcrsh. “Bırakın çıksın,” dedi Maury Dayı. “Çok soğuk,” dedi annem. “Dışarı çıkmasın. Benjamin Kes artık.

” “Bir şey olmaz,” dedi Maury D,1yı. “Bcnjamin,” dedi annem. “Uslu oturmazsan mutfağa atarım.” “Annem bugün sokmayın diyor onu mutfağa,” dedi Yersh. “Bugün çok yemek varmış yapılacak.” “Bırak çıksın, Caroline,” dedi Maury Dayı. “Ne diye üzülüyorsun.” “Öyle ya,” dedi annem. “Alnımın kara yazısı. Bazen �.ı�ıyorum da.” “Biliyorum, biliyorum,” dedi Maury Dayı. “Ama gücünü yitirmemen gerek. Sana bir toddy2 yapayım.” “Beni daha kötüleştiriyor,” dedi annem.

“Bilmiyor mu- “İyi gelir,” dedi Maury Dayı. “İyi sarıp sarmala da oğlum, biraz dışarı çıkart.” Maury Dayı gitti. Versh gitti. “Sus rica ederim,” dedi annem. “Seni bir an önce dışarı çıkartmaya çalışıyoruz işte. Hastalanmanı istemem.” Versh şosonumu ve paltomu giydirdi, kasketimi aldık ve dışarı çıktık. Maury Dayı yemek odasında şişeyi büfeye koyuyordu. “Yarım saat kadar dışarda dolaştır oğlum,” dedi Maury Dayı. “Avludan dışarı çıkmasın ha.” “Baş üstüne,” dedi Versh. “Zaten uzaklaştırmayız.” Dışarı çıktık. Güneş soğuk ve parlak.

“Nereye gidiyorsun,” dedi Versh. “Şehre gideceksen haber ver.” Hışırdayan yaprakların arasından yürüdü. Bahçe kapısı soğuktu. “Ellerini ceplerinden çıkarma,” dedi Versh. “Kapıya yapışırsa ellerin, ne yaparsın sonra. Neden evde oturup beklemiyorsun onları.” Ellerimi cebime soktu. Yaprakların içinde hışırdadığını duyuyorum Versh’in. Kokluyorum soğuğu. Bahçe kapısı soğuk. “Bak birkaç ceviz var burada. Uuuuuu. Ağaca bak. Görüyor musun sincabı, Benjy.

” Sezinleyemiyorum hiç bahçe kapısını ama kokluyorum pırıl pınl soğuğu. “Ellerini cebine sok yine.” Caddy yürüyordu. Sonra koşuyordu, okul çantası arkasından sallanıyor, hopluyor. “Merhaba Benjy” dedi Cıddy. Kapıyı açtı, içeri girdi, eğildi. Caddy yapraklar gibi kokuyordu. “Beni karşılamaya mı geldin,” dedi, “Caddy’ni karşılam.ıya mı geldin. Neden clll’rinı üşüttün bunun böyle, Versh.” 2 Viskidcıı Y•lpıl�n birçeşiı içki. “Kaç �ere söyledim çıkarma ellerini ceplerinden diye,” dedi Vl’rsh. “ille de kapıya yapışacak.” “Caddy’ni karşılamaya mı geldin sen,” dedi, ellerimi ovuşturnrnk. “Nedir o elindeki.

Caddy’ne bir şey mi söyleyeceksin.” Caddy ağaçlar gibi, uykumuz geldi dediği zamanki gibi kokuyordu. Niyı· lıomurdanıyorsun, dedi Luster. Dereye gittiğimiz zaman görlirsliıı yiııe onları. A bak. Al sana bir tatulda. Çiçeği verdi bana. Plırmnklığm arasından geçtik. Tarlaya çıktık. “Ne var,” dedi Caddy. “Ne söylemek istiyorsun Caddy’ne. Onlar mı çıkarthlar bunu dışarı, Versh.” “içeride durmadı,” dedi Versh. “Durmadı dinlenmedi dışarı çıkartılıncaya kadar, çıkınca doğru buraya geldi, kapının arasından bakmaya başladı.” “Neyin var senin,” dedi Caddy.

“Okuldan eve döndüğüm zaman Noel mi olacağını sanıyordun. Hep bunu düşündün ha. Öbür gün Noel. Noel Baba gelecek, Benjy, Noel Baba. Hadi eve gidelim koşa koşa, ısınırız.” Elimi tuttu ve hışırdayan aydınlık yaprakların arasından koştuk. Basamaklardan çıktık koşa koşa ve girdik aydınlık soğuktan karanlık soğuğa. Maury Dayı şişeyi bir daha büfeye koyuyordu. Caddy’ye seslendi. • “Ateşin yanına götür onu, Versh. Aynlma sen de Versh’in yanından,” dedi Caddy. “Ben gelirim birazdan.” Ateşe gittik. Annem “Üşümüş mü, Versh,” dedi. “Hayır,” dedi Versh.

“Paltosu ile şosonlarını çıkart,” dedi annem. “Şosonlannı çıkartmadan sokmayın şunu eve diye kaç kere söyledim size.” “Peki l’fendim,” dedi Versh. “Kıpırdanma.” Şosonlarımı çıkarttı ve di.iAmelerini çözdü paltomun. Caddy dedi. “Dur b.ıkayım biraz. Versh. Bir daha dışarı çıkabilir mi, anne. Benimlt• birlikte gelsin olur mu.” “O hur.ıd,1 kalsın daha iyi,” dedi Maury Dayı. “Bugün çok çıktı zaten d ı�,1rıya.

” “İkiniz dl· oturun içeride, bence daha iyi olur,” dedi annem. “Hav,1 d.ı soğuyacak, diyor Dilsey.” “Ama annl’,” dedi Caddy. 10 “Saçma,” dedi Maury Dayı. “Bütün gün okulda kapalı kız z.ıtcn. Temiz hava alsın biraz. Hadi durma burada, çabuk Candace.” “Onu da bırakın gelsin benimle, anne,” dedi Caddy. “Rica l’diyorum, ağlayacak sonra biliyorsunuz.” “Peki öyle ise ne diye yanında söylüyorsun,” dedi annem. “Sen niye buraya girdin. Bir daha beni üzsün diye değil mi. Bu­ };Ün evde değildin hiç.

Otur burada da oyna onunla.” “Bırak çıksınlar, Caroline,” dedi Maury Dayı. “Azıcık bir soğuk ne yapar canım. Unutma, gücünü yitirmemen gerek.” “Evet,” dedi annem. “Kimse bilmez benim Noel’ den ne kadar korktuğumu. Kimse bilmez. Üstelik dayanıklı kadınlardan da değilim ben. Keşke Jason’ın ve çocukların hatm için biraz daha dayanıklı olabilseydim.” “Sen elinden geleni yap ve onlar için. üzülmemeye çalış,” dedi Maury Dayı. “Haydi gidin ikiniz de. Ama çok kalmayın dışarıda, üzülür anneniz sonra.” “Peki efendim,” dedi Caddy, “Haydi Benjy. Bir daha dışarı çıkacağız.

” Paltomu ilikledi, kapıya doğru gittik. “Şosonlarını giydirmeden mi dışarıya çıkaracaksın çocuğu,” dedi annem. “Hasta mı edeceksin, tam evin misafirlerle dolu olduğu bir sırada.” “Unuttum,” dedi Caddy. “Ben ayağında sandım.” Geriye döndük. “Dikkat etmelisin,” dedi annem. Sıkı dur sallanma dedi Versh. Şosonlarımı giydirdi. Bir gün göçüp gideceğim, o zaman siz bakacaksınız ona.” Haydi bassana dedi Versh. “Hadi gel, öp anneni Benjamin.” Caddy beni annemin oturduğu koltuğa götürdü. Annem yüzümü ellerinin arasına aldı, sonra göğsüne bastırdı: “Zavallı yavrum benim,” dedi. Bıraktı sonra beni.

“Hadi bakayım yavrum, Versh’le sana emanet o.” “Merak etmeyin,” dedi Caddy Dışan Çlktık Caddy dedi h “Sen istersen gelme, Versh. Ben biraz oyalarım onu.” “Peki,” dedi Versh. “Bu soğukta dışarı çıkmak hoşuma gitmiyor, zaten.” Gitti ve biz holde durduk, diz çöktü Caddy, kollarıyla beni sardı, soğumuş aydınlık yüzünü benimkine dayadı Ağaçlar gibi kokuyordu. 11 “Sen zavallı yavru değilsin. Öyle değil mi. Caddy’n var senin, değil mi. Yok mu Caddy’n senin.” Kes şıı vızıltıyı, burnunu çekmeyi de bırak, dedi Luster. Utanmıyor ınıısun bu kadar giiriiltii patırtı etmeye. Arabalığı geçtik. Araba dıırııyordu orada. Yeni bir tekerlek takılmış.

“Gir içeri de annen gelinceye kadar kıpırdamadan otur,” dedi Dilsey. Arabanın içine itti beni. T. P.3 dizginleri eline aldı. “Clare neden Jason yeni bir fayton all!lıyor bilmem ki,” dedi Dilsey. “Bu şey bir gün alhnda dağılıverecek. Tekerleklerine bak şunun.” Annem dışarı çıktı, vualetini indirerek. Elinde bir sürü çiçekler. “Roskus nerede,” dedi. “Roskus’un kolunu kaldıracak gücü yok bugün,” dedi Dilsey. “T. P. arabayı pekala sürer.

” “Ama ben korkanın binmeye,” dedi annem. “Haftada bir gün bile bir arabacı bulamıyorsunuz bana. Çok bir şey istemiyorum ki sizden ben.” “Siz de biliyorsunuz benim kadar Bayan Cahline, Roskus’un kötü bir romatizması var, daha çok çalıştırmıyor onu,” dedi Dilsey. “Siz gelin binin şimdi. T. P. sizi Roskus kadar rahat götürür.” “Kvrkarım,” dedi annem. “Bebek de var yanında.” Dilsey basamaklardan çıktı. “Siz ona bebek mi diyorsunuz.” Annemin kolunu tuttu. “T. P.

kadar olmuş. Hadi yürüyün eğer gidecekseniz.” “Korkarım,” dedi annem. Basamaklardan indiler ve annem Dilsey’in yardımı ile arabaya girdi. “Belki de daha iyi olur, hepimiz için,” dedi annem. “Hiç yakışmıyor size böyle konuşmak,” dedi Dilsey. “Biliyorsunuz Queenie’yi harekete getirmek için on sekiz yaşından daha büyük bir zenci gerek. Ama T. P. ile Benjy’nin yaşlarını bir araya getirseniz yine de ahn yaşı daha büyük kalır. Queenie’yi hızlı sürme anladın mı T. P. Eğer Bayan Cahline’in istediği gibi 3 “Tıpi” okunur. Zenciler bazen çocuklarına isim yl’rim• harf koyarlar. Çoğunlukla bu harfler büyük adamlara aitlir.

Burada sadeCl’ kulağa hoş gelen harfler kullanılmıştır. sürmezsen atı, Roskus sana gösterir. Hiç hasta imiş, değilmiş dinlemez.” “Peki efendim,” dedi T. P. “Bir şey olacakmış gibi geliyor içime,” dedi annem. “Dur, Benjamin.” “Eline bir çiçek verin,” dedi Dilsey. “Bunu ister o.” Elini içeri uzattı. “Olmaz, olmaz,” dedi annem. “Dağıtacaksın hepsini.” “Sıkı tutun,” dedi Dilsey. “Bir tane çekip vereceğim ona.” Bana bir çiçek verdi ve eli dışarı çıkıp gitti.

“Haydi artık Quentin görmeden çıkıp gidin siz,” dedi Dilsey. “Kız nerede,” dedi annem. “Evin oralarda Luster ile oynuyor,” dedi Dilsey. “Hadi bakayım T. P. Roskus nasıl söyledi ise öyle süreceksin arabayı. Göreyim seni. Hadi.” “Peki efendim,” dedi T. P. “Deh Queenie.” “Quentin,” dedi annem. “Aman göz kulak olun.” “Tabii,” dedi Dilsey. Çekilen araba zıpladı ve gıcırdadı.

“Korkuyorum gitmeye Quentin’i bırakıp,” dedi annem. “Keşke bırakıp gitmeseydim onu. T. P.” Bahçe kapısından çıktık, zıplamıyordu artık araba. T.P. Queenie’yi kamçıladı. “Hişt bana bak T. P.,” dedi annem. “Ne yapayım, başka çare yok,” dedi T. P. “Ahıra dönünceye kadar rahat bırakmaya gelmez hiç.” “Geriye dönelim,” dedi annem.

“Korkuyorum gitmeye Quentin’i bırakıp.” “Burada dönemem,” dedi T. P. Sonra daha genişçe bir yere geldik. “Buradan da dönemez misin,” dedi annem. “Dönerim,” dedi T. P. Dönmeye başladık. “Hey T. P.,” dedi annem, sarılarak bana. “Ben ne yapayım, başka türlü dönülmez ya,” dedi T. P. ”Bsst Queenie.” Durduk.

“Sen devireceksin bizi,” dedi annem. “Ne yapmak istediğinizi anlamıyorum ki,” dedi T. P. “Çeviremeyeceksin diye korkuyorum,” dedi annem. 13 “Haydi Queenie,” dedi T. P. Yola koyulduk. “Biliyorum Dilsey aldırmaz. Ben yokken Quentin’e bir şey olur,” dedi annem. “Hemen geri dönelim.” “Deh, hadi,” dedi T. P. Queenie’ye kamçı ile vurdu. “Hey T. P.

,” dedi annem bana sanlarak. Queenie’nin ayaklarını işitiyorum, aydınlık biçimler her iki yanda rahatça geçiyor, sürekli oluyorlar, gölgeleri Qucenie’nin yamacında akıp gidiyor. Tekerleklerin parlak üstleri gibi sürüp gidiyorlar. Sonra yandaki biçimler uzun beyaz bir kulübede durdular, askerin olduğu yerde. Öte yandakiler rahatça geçiyorlar süregelmekteler. Ama daha yavaş. “Ne istiyorsunuz,” dedi Jason. Elleri ceplerinde ve bir kalem vardı kulağının arkasında. “Mezarlığa gidiyoruz,” dedi annem. “Peki,” dedi Jason. “Sizi durdurmak istemem. Tamam mı. Benden istediğiniz bu kadar mı. Yalnız bunu söylemek mi.” “Biliyorum gelmezsin,” dedi annem.

“Gelseydin içim daha rahat ederdi.” “Neden korkuyorsun,” dedi Jason. “Babamla Quentin’in size kötülükleri dokunmaz.” Annem mendilini vualetinin altına götürdü. “Sakın ha,” dedi Jason. “Meydanın ortasında çığlığı bastıracaksın AUahın budalasına. Hadi sür.” “Deh Queenie,” dedi T. P. “Alnımın kara yazısı,” dedi annem. “Eninde sonunda öleceğim zaten. Çok sürmez.” “Dur,” dedi Jason. “Duuur,” dedi T. P.

“Maury Dayı elli dolarlık bir senet verdi senin adına. Ne yapacaksın şimdi bakalım.” “Neden soruyorsun bana,” dedi annem. “Ne diyeyim ben bilmem ki, seni de Dilsey’i de üzmek istemiyorum. Nasıl olsa öleceğim yakında, o zaman sen de … ” “Hadi sür T. P.,” dedi Jason. “Deh, Queenie,” dedi T. P. Biçimler tıkmaya başladılar. Öteyandakiler yeniden, aydınlık ve hızlı ve düz, tıpkı Caddy’nin uyuyalım dediği zamanki gibi. 14 Sulu gözlü, dedi Luster. Sen hiç utanmıyorsun. Ahırın içiııdc11 ,111′(“/ik. Yemliklerin hepsi açıktı.

Binecek bir tay yok şimdi, dedi Lııs­ /a. Yer kuru ve tozlu. Tavaıı bel veriyor. Yatık delikler büklüm büklıiııı sarı ile dolu. Neden o yana gilmek istiyorsun. Toplardan biri ka­ /1111a çarpsm diye mi. “Ellerini ceplerinden çıkarma,” dedi Caddy. “Yoksa donar, Noel’ de ellerin donsun ister misin.” Ahırın çevresini dolaşhk. Büyük inekle küçük inek kapıda duruyorlardı, ve biz Prince’in, Queenie’nin, Fancy’nin ahırda lcpiştiklerini duyuyorduk. “Soğuk olmasaydı Fancy’ye binerdik,” dedi Caddy. “Ama bugün dayanamayız, hava çok soğuk.” Sonra dereyi görüyorduk, duman çıkıyordu oradan. “Domuzu orada kesiyorlar,” dedi Caddy. “Dönüşte gidip bakalım.

” Tepeden aşağıya indik. “Mektubu götürmek ister misin,” dedi Caddy. “İstiyorsan sen götür.” Çıkarttı cebinden mektubu, benimkine koydu. “Bir Noel hediyesi,” dedi Caddy. “Maury Dayı Bayan Patterson’a bununla sürpriz yapacak. Kimse görmeden vereceğiz kadına. Elini cebinden hiç çıkarma dedim sana.” Dereye geldik. “Donmuş,” dedi Caddy. “Bak.” Suyun üstünü kırdı ve bir parçasını yüzüme sürdü. “Buz, işte soğukluğunu anla bak.” Bana yardım etti, dereyi geçtik ve yamacın üstüne çıktık. “Annemize, babamıza bile söylemeyeceğiz.

Biliyor musun ben ne düşünüyorum. Bu herhalde hem babam, hem annem, hem de Bay Patterson için bir sürpriz olacak, çünkü Bay Patterson sana şeker gönderdi. Geçen yaz Bay Patterson sana şeker göndermişti hatırlıyor musun.” Bir parmaklık vardı. Asmalar kuruydu ve rüzgar hışırdayarak geçiyordu aralanndan. ”Yalnız Maury Dayı neden Versh’i göndermedi bilmiyorum,” dedi Caddy. “Versh bir şey söylemez ki.” Bayan Patterson pencereden bakıyordu. “Sen bekle burada,” dedi Caddy. “Şuracıkta bekle, hemen gelirim. Mektubu ver bana.” Mektubu cebimden aldı. “Ellerini ceplerinden çıkarma.” Elinde mektup, parmaklığı tırmandı ve hışırdayan kahverengi çiçeklerin <1r,ısından yürüdü. Bayan Patterson geldi, kapıyı açtı, önünde durdu.

15 Bay Patterson yeşil çiçeklerin içinde odun yarıyordu. Bıraktı ve baııa baktı. Bayan Pattersoıı bahçeden geldi, koşa koşa. Gözlerini göriiııce başladım ağlamaya. Aptal, dedi Bayan Patterson, ona kaç kere söyledim yalnız başına göııdenneyin bunu bu.raya diye. Ver bakayım onu bana çabuk. Bay Patterson hızlı hızlı geldi, elinde çapasıyla. Bayan Patterson pannaklıktan eğildi, elini uzatarak. Pannaklığa tırmanmaya çalışıyor. Ver onu baııa, dedi, ver onu bana. Bay Patterson pannaklığa tınnandı. Mektubu aldı. Bayan Patterson’ın elbisesi parmaklığa takıldı. Yeniden gördüm gözlerini ve yamaçtan aşağıya koşmaya başladım.

“Bir şey yok oralarda evlerden başka,” dedi Luster. “Dereye inelim.” · Derenin orada çamaşır yıkıyorlardı. Şarkı söylüyordu içlerinden biri. Çırphrılan çamaşırlann kokusunu duyuyordum, ve derenin öte yanından duman yükseliyordu. “Sen burada otur,” dedi Luster “Orada işin yok senin. Döverler sonra. Bir yerine bir şey olur.” “Ne yapmak istiyor.” “Ne yapmak istediğini kendisi de bilmiyor,” dedi Luster. “Oraya gitmek istiyor galiba, topa vurdukları yere. Sen burada otur ve tatulanla oyna. Derede oynayan çocuklara bak, bir şeye bakmak istersen. Hiç adam gibi durmasını bilmez misin sen.” Dere kıyısına oturdum, çamaşır yıkıyorlardı derede ve mavi duman çıkıyordu dereden.

“Burada bir çeyrek gördünüz mü hiç,” dedi Luster. “Ne çeyreği.” “Bu sabah burada yanımda olan çeyreği,” dedi Luster. “Bir yerde kaybettim. Cebimdeki şu delikten düştü. Bulamazsam bu gece tiyatroya gidemeyeceğim.” “Çeyreği nereden buldtın bakalım. Aşırdın değil mi ceplerinden beyaz adamların, görmeden.” “Nereden buldumsa oradan aldım,” dedi Luster. “Daha çok vardı onlardan, bu çıktı bana. Bunu bulmam gerekir. Siz gördünüz mü.” “İşim yok da çeyreği arayacağım. Kendi işim başımdan aşmış burada.” “Hadi gelin,” dedi Luster.

“Bana yardım edin, arayalım.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir