William J. Poweroy – Gerilla Savasi

Dünya siyasetinde devrimci silâhlı mücadele, yaklaşık olarak 30 yıldan beri önemli bir yer işgal etmiştir. II. Dünya savaşının patlamasından bu yana elliden fazla ülkenin halkı, kendilerinden esirgenen demokratik özgürlükleri elde etmek veya ulusal kurtuluşa kavuşmak için ya geniş, ya da sınırlı ölçüler içinde gerilla savaşına yahut başka türden silâhlı mücadelelere başvurmuştur. Bu olay dizileri içinde en dikkate değer olanlarına ise, silâhlı halk mücadelesine ilişkin Marksist kavramlar yol göstermiştir. Yüz yılı aşkın bir süredir, devrimci değişimde silâhlı mücadelenin rolü Marksistler arasında değişmez bir tartışma konusu olagelmiştir. Her zaman kendine özgü yer, zaman ve koşul özellikleri olan belirli devrim ortamlarına ilişkin olarak ortaya çıkan bu sorunun, karmaşık bir sorun olduğu açıktır. Buna rağmen. Marksist-Leninist düşüncede gerçek deneyle sınanmış olmak üzere belirli çözümleme ve yaklaşım ilkeleri iyice yerleşmiştir. Bundan ötürüdür ki; Marx, Engels ve Lenin’in devrimci harekette silâhlı mücadelenin ne yolla yapılacağı hakkında yazdıklarını bilmek yararlı olacaktır. Ayrıca Marksizm-Leninizm ilkesine bağlı devrimci hareketlerin I. dünya savaşından sonra ve günümüzde ortaya çıkan devrim durumlarına nasıl uygulanmaya çalışıldığının da incelenmesi gerekir. Bu kitap işte böyle bir kavrayış sağlamak amacındadır. Hemen başlangıçta belirtmek gerekir ki; tarih, gerilla savaşının kendi başına, mutlaka devrimci bir mücadele şekli olmadığını gösterir. Tarihin her devresinde gerilla savaşı, güçlü bir hasmın örgütlenmiş kuvvetlerine karşı savaşmak üzere, daha zayıf bir şekilde silâhlanmış olan halkın seçtiği klâsik mücadele yolu olagelmiştir. Bu gerillacılar çoğu zaman salt askerî anlamdaki savaşa yardımcı olarak hizmet 5 GERİLLA SAVAŞI VE MARKSİZM görmüşler, bazen de devrimci hareket tarafından olduğu gibi, gerici ve karşı-devrimci güçler tarafından da kullanılmışlardır.


Eşkıyalık da çoğu zaman bir gerilla niteliği taşımaktadır. «Conquistadorc»lar(1) çağından beri bütün sömürgeci ve emperyalist güçler, boyun eğdirmek istedikleri halkların gerilla direnişi ile karşılaşmışlardır. Bundan başka toplumdaki bütün sınıflar zaman zaman gerilla mücadelelerini örgütlemiş, bunlara katılmış veya desteklemişlerdir. Örneğin bu mücadeleler, kalkınan ulusal burjuvazi tarafından yönetilen ve işçilerle köylülerin desteklediği birçok burjuva demokratik devriminin başlıca özelliklerindendir. 1776’daki Amerikan devrimi, yüzyılın başında Amerikan emperyalist saldırısına karşı Filipin’in bağımsızlık savaşı, aynı çağda İngilizlere karşı girişilen Boer savaşı, ya da daha yakın bir Örnek vermek istenirse, Cezayir kurtuluş savaşı hep bu özelliği taşımaktadır. Toplumdaki devrimci güçlerin, kapitalizmden sosyalizme dönüşmeyi gerçekleştirdiği çağdaş tarih sahnesinde her türlü kitle mücadelesinin olduğu gibi, gerilla savaşının da karakteri, Marksist düşünce ve Komünist hareketin buna getirdiği fikir ve örgütlenme yöntemleri ile belirlenmektedir. İşçi ve köylülerin özellikle az gelişmiş ülkelerde, en güçlü askeri kuvvetler karşısında direnme ve zafere ulaşma konusunda gösterdikleri şaşırtıcı yetenek ve azim, çoğu kez işçi sınıfı ideolojisini benimsemiş, zalim ve yağmacı emperyalist sistem yerine, sosyalizmin insancıllığını getirmeyi, açık seçik bir biçimde amaçlayan önderler tarafından siyasi bilince kavuşturulmuş kitlelerin hareketlerini yönetici nitelikte olan devrimci türden örgütlerin eseridir. Toplumsal haksızlıkların köklü bir şekilde yerleştiği bütün ülkelerde, herhangi bir zamanda, devrime elverişli bir durum bulunmasa bile, kendi yaşama koşullarını değiştirmek umuduyla silâha sarılacak kişiler çıkabilir. Bu tür eylemlere; ister kendiliğinden doğmuş, ister gizlice plânlanmış olsun, Marksist-Leninistler tarafından bireysel umutsuzluk durumları veya serüvencilik gözüyle bakılır. Bunlar toplum- (1) Amerika’yı zapteden İspanyol fatihler (Fernand Cortez, Pizzarro, De Soto gibi) için kullanılan bir deyim. (Çev.) 6 Pomeroy: GİRİŞ sal sorunların çözüm yolları değil, belirtileri olmak durumundadırlar. Şüphesiz, gerici bir devletin ya da faşist türden sivil haydutların, zecrî şiddet hareketlerine karşı, silâhlı savunmanın bir zorunluluk haline geldiği durumlar da vardır. Bu silâhlı savunma hakkı, aynı zamanda mümkün olan en geniş yasal ve sivil kitle güçlerini, gerici saldırıya karşı harekete getirmeye çalışan marksistler tarafından tamamen desteklenmektedir. Ancak, birkaç kişinin silâha sarılması, azimli halk kitleleri devrimci amaçlar doğrultusunda bir mücadele hareketi içinde olmadıkça ve silâhlı eylem bu harekete, onun vazgeçilmez niteliği olarak bağlı bulunmadıkça, devrim demek değildir.

Marksizm-Leninizmin, koşulları ne olursa olsun, şiddet ve silâh kullanma yöntemleri uygulamakla bir tutulması gülünç bir tahrif olur. Aynı şekilde, Marksizm-Leninizm adına, ayrım gözetmeksizin silâhlı mücadeleye girişmek eğilimi de ciddi bir hatadır. Silâhlı mücadele için zorunlu koşulların hazır bulunduğu özel ve açıkça belirlenmiş durumlarda, eğer halk kitleleri için başka çıkar yol kalmamışsa, devrimci amaçları hedefleyen silâhlı mücadele yoluna başvurulabilir. Bu düşünce, kitaptaki seçmelerin de göstereceği gibi. silâhlı devrim mücadelesi karşısında Marksist-Leninist tavrın temel çıkış noktasıdır. Şurası hatırlarda tutulmalıdır ki: bu derleme, gerilla savaşının veya devrimlerin tarihi olmak iddiasında olmadığı gibi, gerilla savaşını yürütmekle ilgili formül, ilke ve teorileri ortaya koymayı veya tarihteki bütün devrimci mücadeleleri, hatta II. dünya savaşından bu yana beliren, ya da kitabın hazırlanışı sırasında gelişmekte olan mücadeleleri kapsamayı da amaçlamamaktadır. Örneğin, günümüzde Ortadoğudaki Arap kurtuluş hareketi için yapılan gerilla mücadelesinin pek çok evreleri, en başta malzeme yetersizliği dolayısıyla kitaba alınmamıştır. Kitabın asıl amacı, silâhlı mücadelenin, yüz yılı aşkın bir süre boyunca son derece değişik durumlarda nasıl doğduğunu ve Marksist-Leninist ilkelerin, yeni deneylerin ışığı altında, çağdaş silâhlı mücadelede beliren tartışmalı sorunları tanımlamak için nasıl kullanılabileceğini göstermek suretiyle, silâhlı mücadele konusunda ileri sürülen bu ilkeleri açıklığa kavuşturmaktır. 7 GERİLLA SAVAŞI VE MARKSİZM 1. Marksist düşüncenin tek bir yönünü veya Marksist teoriden çıkan herhangi bir uygulamayı, diğerlerinden ayrı olarak incelemeye çalışmakta tehlike vardır; zira, gerçekte karmaşık olan ve birçok özellikleri bulunan durumlarda tek bir etkenin önemini abartmak mümkündür. Bu tehlike en çok, bir devrim durumunda uygulanacak taktikler sorununda göze çarpar. Bu taktiklerin, istikrarsızlık noktasına gelip dayanmış toplumsal koşullar ve güçlerle ilgili dikkatli bir değerlendirmeyle temellenmesi gerekir. Bir türünü de gerilla savaşının teşkil ettiği silâhlı mücadele taktikleri, teori ve pratiğin nazik noktalarıdır. Bunların doğuracağı sonuçlar herhangi başka bir mücadele şeklininkine nazaran çok daha ciddi ve geniş çevreleri etkileyici nitelikte olabilir.

Silâhlı devrimci mücadele, karşıt güçlerden birinin gerçekten yok olmasıyla sonuçlanabilir; bu bakımdan, grev. gösteri, veya bu gibi nisbeten barışçı siyasal mücadelelerdeki başarı ya da başarısızlık, silâhlı mücadeledeki zafer ya da yenilgi ile aynı anlamı taşımaz. Bu nedenledir ki. gerek Karl Marx gerekse Friedrich Engels, işçi sınıfını zamansız ve desteksiz silâhlı eylemlere sürüklenmemek ve bu yolda yapılan kışkırtmalara kapılmamak üzere devamlı olarak ihtiyatlı bulunmaya çağırıyorlardı. Burjuvaların 1890’larda, kendi sınırlı çıkarlarını gerçekleştirmek için İtalyan işçilerini rastgele bir başkaldırma hareketine katılmaya çağırmaları üzerine Engels onları şöyle uyarıyordu: «Görevimiz bütün gerçek halk hareketlerini desteklemek olduğu kadar, partimizin ancak şekillenmiş bulunan çekirdeğini korumak, onu boş yere feda etmemek ve proleteryanın verimsiz mahalli ayaklanmalarda harcanmasına izin vermemektir. Fakat eğer gerçekten ulusal bir hareket söz konusu ise, halkımız buna kapalı kalmayacak ve parolaya ihtiyaç duymayacaktır. »(2) Herşeyden önce Marx ve Engels herhangi bir işçi sınıfı hareketinin, bu hareketi kaçı- (2) Karl Max ve Friedrich Engels, Selected Corresponden-ce, 1846-1895, International Publishers, 1935, s. 522-23 8 Pomeroy : GİRİŞ nılmaz ve zorunlu kılan belirli koşulların sonucu olduğunu iddia ediyorlardı. Daha 15 Eylül 1850’de, Komünist Birliği, Londra Merkez Komitesindeki bir tartışmada Marx, derhal ayaklanmak isteyen solcu bir azınlığa şöyle karşı çıkmıştı: «Azınlık eleştirici bir tavır yerine dogmatizmi, maddecilik yerine idealizmi koyuyor. Devrimi başlatıcı güç olarak halihazır koşulları gözönünde bulunduracağı yerde, bu gücü salt irade’de görüyor. Biz; işçilere, ‘sadece içinde bulunduğunuz koşulları değiştirmek için değil, kendinizi değiştirmek ve siyasal iktidara hazırlamak için 15-20-50 yıllık iç savaşlardan ve ulusal savaşlardan geçmeniz gerekir’ derken, siz, aksine onlara, ‘iktidarı derhal ele geçirmeliyiz, aksi halde yan gelip yatalım daha iyi’ diyorsunuz. Nasıl demokratlar halk sözcüğünü kutsallaştırdılarsa. siz de aynı şeyi proleter sözcüğü için yaptınız. Yine onlar gibi devrimci gelişimin yerine devrimci sloganları koyuyorsunuz.» Silâhlı devrimci mücadele laktiklerine ilişkin ilk Marksist formüllendirmeler, Avrupa’daki 19.

yüzyıl burjuva demokratik devrimlerini destekleyen işçi sınıfı mücadeleleri sırasında ortaya kondu. Yeni doğan sanayi burjuvazisi, iktidarı feodal aristokrasinin elinden almaya uğraşıyordu. «Ayaklanma sanatı»nın sık sık sözü edilen Marksist tanımı bu dönemde yapılmıştır. Aslında bu tanım, Marx ve Engels’e göre 1848 de feodal junkerler(3) ve diğer gerici güçler tarafından hazırlanan karşı-devrimle savaşırken Alman burjuvazisinin kent işçileriyle ittifak kurarak kullanması gereken taktiklerin betimlenmesinden ibarettir. Gelişen işçi sınıfı 1840’lardaki mücadelelerde, kendi payına, iktidarı ele geçirmeye uğraşmıyor, buna karşılık yeni rejimde eşit temsil hakkına ve menfaatlere kavuşmak için devrimin alanını genişletmeye çabalıyordu. Marx ve Engels bu umut kırıcı deneylerin yer aldığı bir ortam içinde, toplumda başkaldırın bir güç olarak işçi sınıfının durumunu ve rolünü inceliyor. bu sınıfın kapitalizm’den sosyalizme doğru ilerleyişe önderlik ederken ve kendi iktidarı için mücadelesini yürütürken kullanacağı taktikleri geliştiriyorlardı. Marx ve Engels, daha başlangıçta, işçi sınıfının tarihsel görevini yerine getirmek için, silâhlı mücadele taktiklerini (3) Feodal Junkerler: Almanya’da feodal sistemi yaşatan askeri soylular. (Çev.) 9 GERİLLA SAVAŞI VE MARKSİZM kullanmaya hazır olması gerektiğinden emindiler. 1847 Komünist Manifestosunda, Marx ve Engels komünistlerin «hedeflerine ancak mevcut toplumsal koşulları zorla devirerek ulaşabileceklerini» ilân ediyorlardı. Bununla birlikte Marx ve Engels zor’dan, kendilerini izlemiş olan belli başlı Marksistler gibi, işçi sınıfı mücadelesinin aldığı türlü biçimleri anlamaktaydılar; yani zor, silâhlı ayaklanmayı olduğu kadar, kitle gösterilerini, genel grevleri, hatta nisbeten pasif boykotları ve özellikle de bütün bunların karışımını kapsamına almaktaydı. Dolayısıyla, mücadele biçimlerinden yalnızca birini alıp, bunu göklere çıkartmak, Marksist tutumu tahrif etmek olur. Marx ve Engels devrim dönemlerinde sınıfsal güçlerin tutumlarını anlamaya çalışarak, çağlarındaki bütün devrimleri ve silâhlı ayaklanmaları son derece yakından ve dikkatle izlediler. İşçi sınıfından gelen militan eylemle ilgili belirtileri övmekle birlikte, asıl ilgilendikleri konu, işçi sınıfını örgütlemek ve siyasal bilince kavuşturmak, zamansız ve kendiliğinden eylemler yerine, bu sınıfın gücünü dikkatle hesaplayarak bilimsel bir biçimde kullanmak ve işçi sınıfına önderlik edecek kadroyu sağlamak amacıyla ideolojik olarak, silâhlandırılmış siyasal öncüler yetiştirmekti.

Marx ve Engels’in bunu gerekli görmelerinin nedeni, şüphesiz, işçilerin 1840’lardaki silâhlı ayaklanma mücadelesinde uğradıkları başarısızlıklar olmuştur. Askerî strateji ve taktikler konusunda kabul edilmiş bir uzman olan Engels. yıllar sonra, yüzyılın ortalarına kadar silâhlı ayaklanmanın birinci özelliği olan barikat taktiklerinin yetersizliklerini ayrıntılı olarak açıkladı. Engels, burjuva siyasal iktidarının güçlenmesinden önce, barikat taktiklerinin özellikle moral gücü olarak etkili olduğunu görmüştü. Barikat taktiği aslında, kitle örgütüne dayanmayan, azimli küçük devrimci grupların feodal otoriteye meydan okumakta kullandığı bir katalizörden başka birşey değildi ve ancak, eğer o çağda, şehirlerdeki burjuva mülkiyetini koruyan kent milisleri ayaklanmayı desteklemeye ikna edilebilselerdi, başarılı olabilirdi. Feodal devletin çoğunlukla açık alanlarda manevra yapmak üzere yetiştirilmiş ve oldukça ilkel ateşli silâhlarla donatılmış milislerden ve kiralanmış ücretli askerlerden teşkil edilmiş bulunan silâhlı kuvvetlerini dahi, az sayıdaki isyancılar tarafından hakim olunan önemli bir noktaya dayanılarak yapılacak devrimci bir çağrıyla elde etmek mümkün olabi10 Pomeroy: GİRİŞ lirdi. Bununla birlikte profesyonel orduların elinde bulunan yüksek kalibreli modern silâhlar, burjuvazinin, güçlerini işçilere karşı feodal ögelerle birleştirdiği yeni koşullar karşısında bu eski barikat taktiklerinin terkedilmesi sonucunu doğurmuş ve belirli bir azınlık tarafından yapılan ayaklanmaları, münferit kısa vadeli eylemler haline getirmiştir. (Ancak Engels’in yukarıdaki düşüncelerini belirtmesinden on yıl sonra, 1905 Rus devriminde, mücadelenin değişen koşulları karşısında, onun kötülemiş olduğu barikat taktikieri yeniden gözden geçirilerek etkinliklerini yeni bir biçim allında tekrar kazanacaklardır.)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir