William Shakespeare – Yeter ki Sonu Iyi Bitsin

Shakespeare’in dilimize çevrilmesi gecikmiş oyunlarından biri de All’s Well That Ends Well adlı “sorun komedyası”dır. [1] Bunun bir nedeni, bazı araştırmacıların bu oyuna üvey evlat gibi davranmış olmalarıdır. Avrupa tiyatrolarının oyun dağarlarında sık sık yer alan bu oyun seyirciler tarafından beğenilmiştir. Ancak oyunun renkli kişisi Helena’yı seven, oyunu yer yer öven bu araştırmacılar, oyunun bütünü üzerinde pek de olumlu olmamışlardır. Bu oyunda eleştirilen noktalar arasında Shakespeare’in başarılı uyaksız şiiri yanında, acemice koşuklara yer vermesi, konuyu süslemeyişi, yatak sahnesini, soytarılığı hoyratça ve biraz da kabaca gösterişi, Parolles’in çelişkili karakteri, Bertram’ın sevimsiz bir kahraman oluşu, Helena’nın –erdemli oluşuna karşın– entrika çevirmesi; kısacası oyundaki raslantısal uyumlu ve başarılı sahnelere karşın, genelde kötü bir oyun oluşu gösterilmiştir. Ne ki, bu eleştirilerde gözden kaçan bir nokta, bu araştırmacıların yalnızca olumsuz yanlar üzerinde durup olumlulardan hiç söz etmemeleridir. Hele çağdaş bir gözle bakıldığında, yani kategorik bir iyikötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin ayrımı yapmadan, diyalektik olarak olumlu-olumsuz iç içeliği ile bir yoruma gidildiğinde bu oyunun erdemleri bir bir ortaya çıkmaya başlar. Neden kahramanımız Bertram klasik oyunlardaki gibi yüceltilsin? Neden sevimli ve erdemli Helena entrika çevirmesin? Soytarılık neden Kral Lear’daki gibi felsefi bir boyuta oturtulsun? Aslında böyle bir komedyada oturtulması da doğru mudur? “Ahlak dışı”dan ne kastedilmektedir? Kime ve neye göre ahlak? İnsansal olan her şeyin içinde olumlu ve olumsuzu aynı anda içeren çelişkiler yok mudur? Doğal olarak, önyargılarla ve birtakım kalıp düşüncelerle oyunun kahramanı Bertram’a yönelenler onu bir kahraman olarak görmeyeceklerdir. Oysa onun gençliğini, yetiştiği çevreyi, anlayışını ve konumunu dikkatlice izleyenler, Bertram’ın yanlışlarını insansal olanla birleştireceklerdir. Oyunun komedya oluşunu düşünüp bu oyuna gidenler, oyunu “eğlenceden yoksun” ya da “esprisiz” bulabilirler. Oysa bazı komedyaların güldürmekten çok insansal zayıflıklar açısından uyardığını da düşünmek gerekmez mi? Shakespeare’in bu komedyası, onun öteki komedyalarında gördüğümüz şenlikli öğelerini içermez: Bu oyunda, neşeli çıkışlar, eğlendirici ezgiler, kemanlar eşliğinde aşk sahneleri, çekici dans sahneleri, oyun içinde oyun, cümbüşlü geçişler yoktur. Bu da gösterir ki, Shakespeare’in bu komedyadaki amacı öteki komedyalarından daha değişiktir; yazar mutlu bir komedya değil, daha değişik etkiler sağlayacak bir komedya yazmayı düşünmüş olamaz mı? Shakespeare’in öteki komedyalarındaki aşk sahnelerine alışmış olup bu komedyayı da aynı kalıplar içinde görmek isteyenler için bu oyun gerçekten de düş kırıcı olabilir. Bu komedyada ona yukarıdan bakan bir erkeği deli gibi seven, yaşamını tehlikeye atıp sevdiği erkeğe kavuştuğu ve hatta evlendiği anda erkek tarafından terk edilen bir kadın vardır. Soylu olan erkek, ünlü bir doktorun kızını soylu olmadığı için aşağılar: Burada onur kavramı, o dönemin birçok yazarının tersine, sorguya çekilmektedir. Onur mu, aşk mı? Sonunda sevginin onurdan çok daha önemli olduğu anlaşılacaktır.


Ya soyluluk? Soyluluk aileden değil, insanın kendi ahlakından, meziyetlerinden gelir, insan olmanın yanında soyluluk unvanı bir hiçtir. Yazarın aynı tavrını soytarıyı ele alırken izleriz. Bu oyunda zeki ama mutsuz bir soytarı vardır. Dünyanın çılgınlığını, budalalığını akıllıca açıklayabilen, ama bu dünyanın nimetlerinden hoşnut olmayan bir soytarıdır bu. Davranışlarını cinsel dürtülerine göre ayarlayan insanların acımasız eleştirisini yapan soytarı Lavache, bilinçli bir seyirciye dolaylı yoldan o çevrenin yaşayışını, politikasını, ikiyüzlülüğünü ve ilkelliğini vurgular. Shakespeare oyununu geliştirirken –öteki komedyalarının tersine– rahatlatmayı ve uyumlu durumları getireceği yerde, bilinçli olarak çatışma üzerine çatışma ekleyerek seyirciyi durmadan yeni kararsızlıkların içine sokar. Oyunun sonunda da seyirci kuşkulu ve düşünceli olarak salonu terk eder. Yazarın bu komedyadaki tutumunu kusurlar ya da zayıflıklar olarak düşünmek yerine, oyundaki değişik yaklaşımları, alışagelinmemiş aşk ilişkisini, soytarının soğuk duş etkisi yapan konuşmalarını, final sahnesinin belirsizliğini Shakespeare’in bilerek tasarladığı özellikler olduğunu anlamalıyız. Bu bakışla oyunu ele aldığımızda kendine özgü bir Shakespeare komedyasıyla karşı karşıya olduğumuzu anlamakla gecikmeyiz. Çağdaş tiyatro anlayışı ve seyirci açısından bu oyun, yönetmene, oyunculara ve seyircilere değişik düşünceleri ve duyguları, bugünün insanlarına çok daha uygun bir yorumu getirecektir. Yeter ki Sonu İyi bitsin [2] başlığıyla dilimize çevirdiğimiz bu komedya, ilk kez 1623 yılında yayımlanmış olan folioda karşımıza çıkar. Oyunun yazılış tarihi ya da ilk oynanışı üzerine hiçbir kanıt bulunamamıştır. Ancak Shakespeare araştırmacıları [3] üsluba ve Kısasa Kısas başlığıyla dilimize çevrilen Measure for Measure’a olan benzerliklerini göz önüne alarak, oyunun aşağı yukarı 1602 ile 1604 yılları arasında yazılmış olabileceğini belirtmektedirler. Yine bu araştırmacılar, oyunun Troilus ile Cressida’ya olan bağlantılarına bakarak, her iki oyun gibi bunun da bir “sorun komedyası” olduğunu yazmışlardır. Çağdaş araştırmacılarca [4] bu oyun, Shakespeare’in olgunluk dönemi yapıtlarıyla bir tutulmakladır.

Gerçekten de çağdaş yorum ve anlayış içinde bu oyun Shakespeare komedya geleneğinin önemli yapıtlarından biridir. Yeter ki Sonu İyi Bitsin, bütün öteki Shakespeare komedyaları gibi, bir aşk serüveni ile taşlama kutupları arasında gidip gelir. Ayrıca, büyü ve olağanüstü rastlantılarda anlatım kazanan yaşamın iyi, güzel yanları ile ahmaklığı ve tersinlemeyi sağlayan sahnelerle gösterilen saçma ve yozlaşan yanları arasında başka bir gelişim vardır. Bu iki yaklaşım dışında, bir de üçüncüsü vardır: Bu da İngiliz töreci oyunlarının [5] mirası olan bir öğretidir: Yaşam denilen şey insanoğlunun ömrü boyunca kurtuluşu arayışıdır. İnsanoğlu sık sık yanlış yollara sapar, ormanların labirentlerinde kaybolur, acı çeker ve acı çektikten sonra doğru yolu bulur. Oyunun olay dizisi, Boccaccio’nun bir öyküsünden [6] alınmıştır. Shakespeare’in bu öyküyü 16. yüzyılda herkesçe bilinen Paynter adlı bir yazarın Palace of Pleasure (Zevk Sarayı) başlığı altında çevirmiş olduğu İtalyan öykülerini kapsayan bir seçkiden aldığı bilinmektedir. Yazar, öyküyü yeni baştan özgürce biçimlendirmiş, ama aşk serüvenini, Helena’nın büyülü ilacını, hac yolculuğunu, yalandan ölümünü ve mutlu rastlantıları değiştirmemeye dikkat etmiştir. Aynı zamanda, aşk dokusuna töreci oyun dokusunu kaynaştırarak Bertram’ı oyunun anahtar kişisi yapmıştır. Öyküde ise anahtar kişi Helena’dır. Bilindiği gibi, eski töreci oyunlarda kahramanın yaşamı doğumundan ölümüne kadar, belli ahlaksal evreler içinde geliştirilirdi. Bazen bu oyunlarda kahramanın en çok yanlış yapma olasılığı olan gençlik evresi üzerinde dikkatler odaklanırdı. Genç kahraman, deneyimsizliği, ataklığı ve cinsel itkileriyle garip yanlışlıklar içine düşer, sonunda da doğru yolu bulup erdemli bir genç olarak mutlu olurdu. Bu oyunda da Bertram aynı yolun yolcusu, deneyimsiz, atak, cinsel dürtülerinin kurbanı olan bir gençtir.

Onun için de bir yanlıştan başka bir yanlışa düşer. Kendine akıl hocası olarak seçtiği ise Parolles adında palavracı biridir. Başlarda bu çıkar düşkünü, kendini olduğundan başka gösteren palavracının verdiği öğütlere kapılarak onu sevenlere ihanet eder, kötü davranır. Helena’yı reddederek toplumun bütün geleneksel değerlerine ve dolayısıyla ölmüş babasına, annesine, krala karşı çıkmış olur. Onun bu başkaldırısının küçük bir olumlu yanı da vardır: Savaşta bir kahraman olarak ünlenmek. O dönemde askerlik ve yiğitlik geleneksel değerlerden biriydi. Onun bu alandaki başarısı, başından geçenler ve Helena’nın planı sonuçta toplum değerlerini ve kendi konumunu tanımasını sağlar, Bertram, Floransa Savaşı’nda yararlık gösterir. Dükün gözüne girer ve kendine güven kazandıkça o zamana kadar fark edememiş olduğu gerçekleri yavaş yavaş görmeye başlar. Önce onu yanlış yöne çeken ve dengi olmayan Parolles’in ikiyüzlülüğünü, korkaklığını ve palavracılığını anlar, ondan ayrılır. Annesinin mektubundan karısı Helena’nın onun yüzünden evi terk ettiğini öğrenince bundan vicdani bir sorumluluk duyar; tam anlamıyla “başka bir adam” olmasa bile, değişmeye başlamıştır. İki genç soylu, oyunun ahlaksal eğilimini sağlayan iki karakterdir. Shakespeare, kendi düşüncelerini bu iki genç saraylının ağzından verir: “Yaşamımızın dokusu karmakarışık bir masal, iyiyle kötü yan yana, eğer yanlışlarımız onları kırbaçlamasaydı erdemlerimiz gurur duyardı ve eğer erdemlerimiz onları bağrına basmasaydı suçlarımız umutsuzluğa kapılırdı.” (IV/3) Bu sözler aynı zamanda Shakespeare’in karakterlere ve durumlara olan yaklaşımına da ışık tutar: Olumlu ile olumsuz iç içedir; kötünün içinde iyi olabileceği gibi, iyi de içinde kötülük taşıyabilir. Bu tamamen çağdaş, diyalektiğe uygun bir görüştür ve Shakespeare çağının kategorik, iyi-kötü, doğruyanlış, güzel-çirkin biçimindeki dondurulmuş kalıplarından arındırılmış, insansal ve gerçekçi bir yaklaşımıdır. Bertram da bu yaklaşım içinde ele alınınca insanlığın bir temsilcisi olur: Onda iyiyle kötünün girift bir biçimde iç içeliği ile oluşmuş insan yaşamının dokusu vardır: İki soylu da insanlığın bu durumunu Bertram yoluyla vurgulayan yazarın sözcüleridir.

Bertram daha çok ciddi çağdaş oyunlarda görebileceğimiz bir olumsuz kahraman’dır. Oyun komedya olduğu için değişimi de yanlıştan doğruya olur. İki genç soylu Bertram hakkında konuşurken, Bertram da Diana sandığı karısı Helena ile birlikte olur. Helena’yı baştan reddettiği için onu pek tanımayan Bertram, gece karanlıkta yatağına giren kadının yine pek fazla tanımadığı Diana olduğunu sanır. Bundan kısa bir süre sonra da Parolles’in maskesinin düşürüldüğü sahne gelir. O andan itibaren Bertram, Parolles’in kötü atmosferinden çıkıp Helena’nın çekim alanına girmeye başlar. Parolles’in dıştaki cilası yerine, Helena’nın gösterişsiz görünümünün altındaki gerçek değerleri görmeye başlar. Bertram’ın öyküsünün bir başka önemli öğesi, ilk kez onaltıncı yüzyılda ortaya atılan “babadan oğula geçen soyluluk mu, kişisel erdem ile elde edilen soyluluk mu?” tartışmasıdır. 1573 yılında, bir Rönesans düşünürü olan Poggio’nun Soyluluk Üzerine adını verdiği “diyalog”larında “kişisel erdem dışında bir soyluluk olmayacağını” kanıtlamaya çalıştığını görürüz. Oyunun başından itibaren bu tartışma seyirciye açılmıştır. Kontes, oğlu Bertram’dan ayrılırken ona şu öğütte bulunur: “Baban gibi ol davranış ve tavırlarında Soyun, meziyetlerin yol göstersin sana” (I/1) Kralın da belirttiği gibi, Bertram’ın babası Rousillon kontu erdemli ve alçakgönüllü bir adamdır: “Kendinden aşağı olanlara bile, Sanki ondan yüksek kişilermiş gibi davranırdı Ve o seçkin, o yüce başını eğer, Gururlandırırdı onları alçakgönüllü haliyle. Onlara iltifat eder, Büyük bir incelikle geri plana çekerdi kendini. Böyle yüce bir kişi zamanımızda örnek alınmalı. İyi izlenip anlaşılmalı bazı üşengeç gençlerce.” (I/2) Oysa Bertram gençliğinin aşırılığı içinde, babasının bu özelliklerinden hiçbirine sahip değildir, soyluluğu yalnızca babadan oğula geçen bir şey sanmaktadır.

Onun için annesine, saraylılara, hatta krala karşı gelerek aileden soylu olmayan, ama kişilik olarak soylu bir kız olan Helena’yı reddeder. Soyluluk Bertram’ın babasında bir olgunluk, bir anlayış içinde seçkinleşmişken, Bertram’da kaba bir züppeliğe dönüş-müştür. Başlarda, bu aristokratik mirası basit bir sahiplenme olarak görmüş, manevi yönünü kavrayamamıştır. Bunun için Helena ile evlenmek istemeyen Bertram’ı kral şöyle azarlar: “Onda küçümsediğin unvandan başka bir şey değil, O unvanı da ben verebilirim. Asıl önemli olan şu: Kanlarımız renk, yoğunluk ve ısı >açısından Birbirinin aynıdır; bunlar karıştırılınca ne soy kalır, ne unvan. Ama yine aralarında bir uzaklık vardır. Eğer o çok erdemli bir kızsa –Yoksul bir doktorun kızı diye ondan hoşlanmaman dışında– Unvanı yok diye sevmezlik etme! En umulmadık bir yerden erdem yeşerirse Onu yapan çıktığı yeri de yükseltir. Erdem yoksa eğer unvanlarla şişindiğimiz yerde Sabun köpüğüdür onur dediğimiz şey de. İyi olan için unvana gerek yoktur; Nitelik unvanla gelmez, ama kötülük gelebilir. Bu kız genç, zeki ve güzel; Öyleyse o doğrudan doğanın mirasçısıdır; Soyluluğu ona doğa vermiştir. Unvanı olanların çelişkili küçümseyişi, Soylu bir kandan geldiğini savunup soylu davranmamaktır, Soyluluk atalarımızdan geçmez bize, davranışlarımızdadır. Soyluluk hemen her mezar taşına yazılan, Bizleri tutsak eden, akıl çelen bir sözcüktür sadece, Aldatıcı, ölü bir ganimettir; Soyluluk toz toprağa karışmış, unutulmuş soylu kemiklerin Çoğu kez suskun mezarıdır. (…)” (II/3) Bertram’ın soyluluk simgesi, parmağından hiç çıkarmadığı, ailede babadan oğula geçen değerli bir yüzüktür. Ama kahramanımız bunu hiç düşünmeden bir gecelik zevki için tanımadığı bir genç kıza verecek kadar cinsel dürtülerinin kölesidir. Bu yüzüğü Diana’ya vermesi Bertram’ın anlık bir tutkusu uğruna bu simgeyi bile feda edebileceğini gösterdiği gibi, onun soyluluğu sahiplenişindeki yüzeydeliği ve boşluğu da belirler.

Son sahnede Bertram’ın iyi bir aile kızı olan Diana’yı fahişelikle suçlaması üzerine, Diana’nın bu aile yüzüğünü Bertram’ın ona kendisinin verdiğini kanıtlaması “soyluluk onuru”nun da ne kadar boş bir şey olduğunu ortaya çıkarır. Bertram böylece utancından yerin dibine batar. Ama bu da onun kendi kişiliğini kurtarması için son acı deneyim olur. Bertram’ın gelişmesinde ters orantılı bir değişim vardır. Kendini beğenmiş, soğuk, fazla konuşmayan, katı Bertram, aldatıldığını gördükçe ve bu aldatmacayı en çok kendinin yaptığını anladıkça büyük bir utanç duyar, vicdan azabı ile bir arınmaya yönelir. Bu arınma da onu giderek yumuşatır, daha sevimli ve sıcak yapar. Ancak Bertram, karakter olarak zaten soğuk, katı ve soyluluğu sindirememiş bir gençtir. Bu yönden de Helena’ya bir karşıtlık kurar. Helena’nın sevimli, sıcak, alçakgönüllü, nitelikli davranışları Bertram’ın karakterine hiç uymaz. Aslında Bertram, oyun boyunca, seyirciler için de yarı karanlıkta olan bir karakterdir. Bertram’ın onu yakından tanımamızı sağlayacak tek bir tiradı yoktur. Yine onun başka kişilerle olan ilişkilerinde yalnızca silueti belirlenir. Hatta Bertram’ın yanından ayırmadığı Parolles’in maskesinin düşürüldüğü sahnede bile, tepkisi kısa ve tekdüzedir. Öfkesinin ölçüsü belli değildir: Öfkenin doruk noktasında “Orospu çocuğu!” demekle yetinir. Bertram’ın bu tepkisi, bazı araştırmacıların belirttiğinin tersine, onun sevimsizliğinden değil, onun donuk, kendini beğenmiş, kaygısız karakterindendir.

Böyle bir karakter oyun geliştikçe yavaş da olsa parlayacak, hanyayı konyayı anlayacak ve duyarlık kazanacaktır. Bu da başta belirttiğimiz gibi Bertram’ın bir töreci oyun kahramanı olarak düşünülmüş olmasından gelmektedir. Bertram edilgen, yönetmekten çok yönetilen bir kişiliğe sahiptir. Parolles, Bertram’ı sürükleyen kötü güçtür. Henüz deneyimsiz olduğu için, Bertram’ın savaşa gönderilmeyişindeki hoşnutsuzluğunu körükleyen odur; krala rağmen saraydan kaçmasını öğütleyen odur; Bertram’ın evlendiği Helena’yı bırakıp kaçmasında ısrar eden odur; Floransa’da Diana ile onun arasında arabuluculuk yaparken, efendisini kötüleyip kızı elde etmek isteyen yine odur. Adı, Fransızca’da söz anlamına gelen “parole”den türetilmiş ve “sözler” anlamını vermesi için çoğul eki “s” eklenmiştir. O bir lafazandır, daha doğrusu yapmadığı şeylerle böbürlenen palavracının tekidir. Kendini yetenekli bir asker, çok iyi bir silahşor olarak gösterir, ama aşırı da korkaktır. Bu bize Latin komedyasındaki “Miles Gloriosus”u, yani Palavracı Asker’i anımsatır. Savaştaki yeri davulculuk olur, yani içi boş bir çalgıdan gürültülü sesler çıkartma uzmanıdır; başkalarını aksiyona iten, ama kendisi hep geri planda kalan biridir. Maskesi savaşta kaybettiği davulunu bulmak için gönderilmesiyle hazırlanan bir planla düşürülür. Parolles, süslü püslü giyinmeyi seven züppenin tekidir. Giysisinde atkılar, renk renk kurdeleler vardır. Davulun gürültüsü onun kofluğunu simgelerken, süslü giysileri de onun cilalı yüzeyselliğini gösterir. İç güzelliği ve değeri olan Helena’nın tersine, Parolles tümüyle dış görünüşten ibarettir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir