Yaprak Zihnioğlu – Kadınsız İnkılap

YAPRAK kitabına bir giriş yazısı yazmamı istediğinde tereddütsüz kabul ettim. Sonra düşünmeye başladım. Biz Yaprak’la ne zaman tanışmıştık? Yirmi yıldan çok olmalıydı. Arkadaşlığımızın başlangıcını bulmak için elimde bir-iki ipucu vardı. Kadınlarla ilgili doçentlik tezimi yazdıktan sonra olmalıydı … Bizi buluşturan, kadın konusuna ortak ilgimizdi. Ben üniversiteden istifa etmeden önce olmalıydı. Onu ilk kez, Beyazıt’taki, bakımsızlıktan kararmış ama bir zamanlar güzel olduklarını saklamayan ahşap Osmanlı evlerine bakan, yüzyıllık ağaçların gölgelediği küçük odamda, üzerinde eprimiş bir jean etekle gördüğümü hatırlıyorum. Ve hamileydi. Ama, 1978 miydi, 79’un başı mıydı (sonu olamaz çünkü son bursumla o yıl Fransa’ya gitmiştim), 80’in sonu muydu, yoksa 81 miydi? Dört yıla varan bir belirsizlik! Proust’un “madelaine”den hareketle yaptığını yapmak, “Kayıp Zamanın Peşinde” bir roman yazmak niyetinde olmadığım açıktı. Hemen Yaprak’a bir mail gönderdim. O da uzun boylu düşünmüş. Gönderdiği yanıt kafamı daha da karıştırdı. Çünkü Yaprak, o küçük odada bir değil iki kez karşılaştığımızı, ikincisinde hamile olduğunu yazıyordu.


Birincisini tamamen unutmuşum. Sonunda, elimizdeki verilerin en sağlamına güvenip -kızı Başak 1981 ‘in Temmuz ayında doğmuştu- benim hafızamda yer eden buluşmayı 81 ‘in bahar aylarında gerçekleştirdiğimiz sonucuna vardım. O gün ne konuşmuştuk? Yaprak, gazeteciliği bırakmıştı, kadın konusuna ciddi olarak eğilmeye karar vermişti. Kafasında kadınlarla ilgili bir yüksek lisans tezi çalışması yapmak vardı. Benden ona yardımcı olup olamayacağımı öğrenmek istiyordu. Neden olmasındı? Ama o yılın sonunda YÖK kabul edilince üniversiteden ayrıldım, bunca yıldır değişmediği için de, bir daha dönmedim. Sonra Yaprak’la 80’li yıllarda oluşan “Yeni Kadın Hareketi”• içinde yeniden buluştuk. İkimiz için de çok heyecan verici , “Çekirdek Grup” ,2 “Kadın Çevresi”J gibi aşamaları birlikte yaşadık. Daha sonra her birimiz kadın hareketinin 90’lı yıllarda geliştirdiği çeşitli projelerden, kendine o an için daha yakın bulduğu birinde çalıştı … 4 Onu en son gördüğümde, Boğaziçi Üniversite- 10 KADINSIZ İNKILAP sinde yüksek lisans çalışması yapmakta olduğunu söylediğini hatırlıyorum. İşte şimdi okura sunmaya çalıştığım kitap, bu çalışmanın ürünü. Bunca yıldan sonra, Yaprak’ın inatla, sebatla bir zamanlar yapmak istediği çalışmayı gerçekleştirmiş olması beni öyle mutlu etti ki, ona “artık yazmıyorum … yazamam” diyemezdim. Bütün bunları böyle uzun uzun anlattıysam, bunun elinizdeki çalışmayla ilgili çok önemli bir nedeni var: Hatırlamanın aslında ne kadar zor bir şey olduğunu vurgulamak. Belgesini saklamadığınız geçmişinizi unutuyor, hatırlamakta zorlanıyorsunuz. Bireysel tarihimizden toplulukların tarihine geçildiğinde de olan bu. Hele, “kadınların tarihi” gibi özellikle unutulmak, unutturulmak istenen bir alanla ilgiliyseniz geçmişi hatırlamak çok daha zorlaşıyor. Yalnız Türkiye’ de değil, 1980′ li yıllara kadar dünyanın her yerinde karşılaşılan bu zorluk, bizde, bu ülkeye özgü maddi ve tarihi/ideolojik nedenlerle daha da derinleşiyor. Yaprak tezinde, belgelere ulaşmanın zorluklarından, tüm çabalarına karşın bazı belgelere ulaşamadığından ayrıntısıyla söz ediyor.

Diyeceksiniz ki, bu her tarihçinin sorunudur. Ama iş “kadınların tarihi” olduğunda, belgeler daha da erişilmez ve eksik gibi görünüyor. Üstelik “müstear adlar” gibi ek dertler, kadınların tarihinde, genel olarak tarihte olduğundan daha çetrefil sorunlara yol açabiliyor: Acaba takma kadın adıyla yazanlar arasında erkekler de var mıydı? Vardıysa, buna neden gerek görmüşlerdi? Yaprak araştırmasının bir bölümünde bu tartışmaya da giriyor ve bir açıklama bulmaya çalışıyor. Bu araştırmanın konusu olan pırıltılı kadın -Yaprak’ın deyişiyle “enfüsi şahsiyet”- Nezihe Muhiddin, unuttuğumuz bir kadın tarihinin çok sayıda yazan, çizeri ve militanından herhangi biri değil. Çok genç yaşta, il. Meşrutiyet döneminde yayın hayatına girmiş, fikirleriyle öne çıkmış, polemiklere girişmiş bir kadın. Cumhuriyet’in kuruluş döneminde de kadınlardan beklenmeyen, istenmeyen cürette işlere kalkışmış, daha Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmadan bir siyasi parti, Kadınlar Halk Fırkası’nı kurmak istemiş,s buna izin verilmeyince bugün haıa varlığını sürdüren, kadın derneklerinin “duayeni” olan Türk Kadınlar Birliği’ni kurmuş ve bu demek aracılığıyla Türk kadınlarının siyasi haklarını elde etme mücadelesine giriştiği için dönemin iktidarıyla ters düşmüş, gözden düşürülmüş, sonra da bilinçli olarak unutturulmuş bir kadın. Yaşadıklarıyla bir tür “trajedi kahramanı”. Benim kuşağımdan feminist sosyal bilimciler, eski Türkçe bilmedikleri için kadınların tarihini yarım yamalak ve yanlış öğrendiler. Ör- SUNUŞ il neğin ben, doçentlik tezimi yazarken kitapları yeni Türkçede mevcut olan Tezer Taşkıran, Afet İnan, Muhaddere Taşçıoğlu gibi tarihçilerin eserlerinden yararlanmıştım. Ama hiçbirinde Nezihe Muhiddin adına rastlamadım. Aynı şekilde, Kadınlar Fırkası ve Türk Kadınlar Birliği de sözünü ettiğim bu yazarlarca kayda değer oluşumlar olarak ele alınmamıştı. Bu önemli boşluklar yüzünden, başka ülkelerdeki kadın mücadeleleri tarihini inceleyip yakın tarihimize bu gözlükle, belirli bir eleştirellikle baktığım tez çalışması sırasında aklıma basmayan şeyler gördümse de -Osmanlı kadınlarının haklarını elde etmek için hayli çaba gösterdikten sonra birden ortalıktan kayboluvenneleri ve 1930- 1934 evresinde, yani siyasi hakların kazanılması aşamasında hemen hiç etkili olmamaları tuhaftı- kadınların “araçsallaştırıldığı” yönündeki tezimi dayandıracak belgelerden yoksundum.6 Sonraki yıllarda gerek Serpil Çakır ve Aynur Demirdirek gibi tarihçi kadınların çalışmaları gerek Zafer Toprak’ın yayımlayıp yorumladığı belgeler sayesinde sözünü ettiğim tuhaflığın nereden kaynaklandığını çözmem ve tek parti döneminde kadınların neden “araçsallaştınldığı”nı, kadın hareketinin dönemin iktidarı tarafından neden “bastınldığı”nı anlamam mümkün oldu.7 Ama bir şeyin neden olduğunu anlamak başka bir şey, nasıl olduğunu bilmek başka bir şey.

İşte elinizdeki kitap bu, “nasıl” sorusuna açıklık getiriyor. Nezihe Muhiddin kimdi? Hangi sosyal ve entelektüel ortamda yetişti? Kadınlar için neler düşündü? Neler yaptı? Otuzlu yaşlarını sürerken, yani daha çok şeyler yapabilecekken neden ve nasıl kadın hareketinden koparıldı? Nasıl unutturuldu? Türkiye’nin yakın geçmişine ışık tutan bu bilmecenin, Yeni Kadın Hareketi’nin ilk günlerden itibaren içinde yer almış, oluşumuna katkıda bulunmuş, feminizm tartışmalarını yakından izleyen bir kadın tarihçinin kaleminden, dönemin eski Türkçe belgelerine dayalı öyküsünü okumak, özellikle genç kadınlara çok şey öğretecektir. Yaprak, kitabın sonlarında, tek parti dönemi yöneticileriyle Nezihe Muhiddin arasındaki çatışmanın, özünde, kadın kimliği etrafında döndüğünü, Muhiddin’in, Cumhuriyetçi erkeklerin kadınlan “gayri meşur çocuk”, hatta düpedüz “çocuk kadın” olarak görmek istemelerini kabu’llenemediğini söylüyor. Bu yorumu Fatmagül Berktay’ın bir yazısında dile getirdiği ” … geçmişte yaşananlar, çekilen acılar ve harcanan çabalar belleklerden silinip gidiyor ve bizler hep ‘çocuk kalmaya’ mah- 12 KADINSIZ İNKILAP kOm oluyoruz. İşte bunun içindir ki kadınların kendilerini ‘tarihe yazmaya’, geçmişi araştırmaya, başka kuşakların mücadeleleriyle bağlar kurmaya ve kendilerinden esirgenmiş olan bilgi ve eğitime sahip çıkmaya ihtiyaçları var,”B görüşüyle birleştirirsek, Nezihe Muhiddin’in mücadelesini bi!menin, biz kadınlar için neden hayati önemde olduğunu anlarız

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir