Yaşar Kemal – Çakırcalı Efe

1956 yılında bir arkadaşım bana Çakırcalı Memed Efeyi öldüren müfrezenin kumandanınm yaşadığını, anılarım, istersem bana anlatacağını söyledi. İnsan tarihinin bu en büyük eşkıyalarından birinin, belki de birincisinin ölümünü öğrenmek benim için ilginçti. Çakırcalıyı öldüren müfrezenin kumandanı emekli bir candarma albayıydı. Adı Rüştü Kobaştı. Karasunun Kobaşlar köyünde oturuyordu. Kobaşlar köyünde uzun bir süre kaldım. Albay Rüştü Kobaşm bitmez tükenmez anılarım dinledim, yazdım. Albay Rüştü Kobaş hem Çakırcalıyı izlemiş, hem de onun yaşamını derinlemesine öğrenmişti. On iki defterlik bir notu vardı Çakırcalı hakkında. Ben Albay Rüştü Kobaşı dinledikten, anılarını, defterindeki notlarını yazdıktan sonra Çakırcalıyla daha yakından ilgilendim. Çakırcalmm gezdiği dağları daha önce gezmiş, yaşadığı yerleri görmüştüm. Bir de Kadirlide arzuhalcilik yaparken ortağım eski bir candarma çavuşu olan Hacı Ali Çavuştan Çakırcalıyı uzun uzun dinlemiş, onun da anılarını yazmıştım. Hacı Ali Çavuşun babası da ünlü bir candarma çavuşuydu. Çakırcalıyı yakından tammış Kamil Ağa admda bir de Yörük ağası tanıyordum. O da yıllar yüı bana Çakırcalıyı, onun başmdan geçenleri söylemişti.


Ünlü gazetecilerden Zeynel Besim Sun da Çakırcalı hakkında uzun bir yaşantı kitabı yazmıştı. Gerçekten bu kitap Çakırcah üstüne yazılmış en ilginç kitaptır. Çakırcalmm yüzünü, boyunu bosunu da bana romancı Yakup Kadri Karaosmanoğlu anlattı. Çocukken, ya da delikanlılık 7 çağma varırken babasının çiftliğine gelen Çakırcalı Efeyi Karaosmanoğlu yalandan tanımıştı. O da Çakırealıyı yazmak istiyordu. Yukarıda saydığım kişilerden, daha başkalarından Çakırcalmın ilginç yaşamını öğrenip yazdım. Efenin yaşamı 1956 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. O gün bugündür bu yaşamı kitap olarak çıkarmadım. Dileğim, Çakırcalı üstüne daha geniş bir araştırma yapmak, bu ilginç kişiliği derinlemesine işlemekti. Çakırcalının on beş yıllık eşkıyalık yaşamında 1081 kişi öldürdüğü söyleniyordu. Her kişiyi öldürüşünde kendisini haklı gördüğü de bu söylentiye ekleniyordu. Yıllar geçtikçe Çakırcalı benden uzaklaştı ve onun son kızanı Koca Mustafa Efe de anılarını kimseye yazdıramadan öldü gitti. Koca Mustafa Efenin anılarını çok istedim. Anıları karşılığında istediği parayı bulamadım ve bu yüzden tarihin en ilginç eşkıyasının yaşamını en yakınlarından birisi olan son kızanının ağzından dinleyemedim. Yazdıklarımı on altı yıl sonra yeniden okuyunca ilginç bulup yayımlamaya karar verdim.

Bu kadarlık çalışmam bile Çakırcalı Efenin ilginç kişiliğine bence ışık tutuyordu. Gelecek kuşakların bu ilginç kişiliğe ilgi duyacaklarını, Çakırcalı Efe üstüne geniş araştırmalara girişeceklerini sanıyorum. Kitabın Arpazın basılışına kadarki kısmmı ben, Rüştü Beyden de faydalanarak yazdım. Ordan ötesi Albay Rüştü Kobaşm anılarıdır. Çakırcalının öldürülüşü üstüne söylentiler çoktur. Albay Rüştü Kobaşm Çakırcalı Efeyi kendi müfrezesinin öldürdüğü üstüne elindeki, bana verdiği belgeler, bu ilginç kişiliğe yeni bir ışık tutmuştur. Ve efenin ölümü aydınlanmıştır. Çakırcalının yaşamına “Çakırealıyı Biz Öldürdük” kısmını Albay Rüştü Kobaşm ağzından, olduğu gibi ekledim. Cumhuriyette de bu kısım böyle çıkmıştı. Başka bir şey eklemedim. Yaşar Kemal 10 Haziran 1972 Basmköy 8 I Haşan Çavuş iriyarı, buğday benizliydi. Uzun bıyıkları kumraldı. Beş atlısıyla birlikte, doludizgin Ayasurat köyüne girdi. Atlar köpüğe batmışlardı. Atların boyunları terden kapkara kesilmiş, bacakları çamur içinde kalmıştı.

Haşan Çavuş, o hızla atının başını Ahmed Efenin evinin kapısında çekti. Soluyordu. Efe kapıda, at ayağı gürültüsü duyup dışarı çıkmıştı. Haşan Çavuşu görür görmez yüzünde bir gülümseme dolaştı. Oldum olası bu Haşan Çavuşu severdi. Yiğit adamdı. Eşkıya iken, onu canını alırcasma takip etmişti. Haşan Çavuşun elinden neler çektiğini bir o bilirdi. Ama yüze indikten sonra, canciğer olmuşlardı. Halk arasında o günlerde dillerden düşmeyen bir laf vardı: “Osmanlıya güven olmaz.” Ahmed Efe bunu bilirdi. Bu laf doğru laftı. Gene de kardeş gibi olmuşlardı. Çavuşla Efe yüze indikten sonra, nice eşkıya takibine çıkmış, birlikte nice zorluklarla karşılaşmışlardı. Dosttular, biribirlerine el vermişlerdi.

“Ne hal bu hal böyle Çavuş? İn hele in!” “Başım darda Efe!” Hızla atından indi. Kucaklaştılar. “Başım darda.” “Ne var, ne oldu? Seni böyle telaşlı hiç görmediydim.” Çavuşun yüzü sapsarı kesilmişti. Elleri titrer gibiydi. Sarhoş gibi de sallanıyordu. İçeri geçip oturdular. Haşan Çavuşun kulunçlarmdan ter fışkırmıştı. Bu sırada içerden bir çocuk sesi geldi. Haşan Çavuşun yü9 zü biraz ışıdı. Çocuk Çavuşun elini öptü. Haşan Çavuş cebinden bir mecidiye çıkarıp çocuğun avucuna koydu. Çocuk almadı. Efe: “Çavuş,” dedi, “Memedi görünce yüzün ışıdı.

Memedim aslan olacak.” Çavuş: “Paramı almaz ama, gene de severim aslanımı.” Ahmed Efe: “Memed,” dedi, “al Çavuşun parasını. O senin emmin. Yabancı değil.” Çocuk bir “cık” yaptı. Almadı. Çavuş onu ellerinden tuttu yanma oturttu. Saçlarım okşamaya başladı. Her gelişinde aynen böyle olurdu. Bu sırada, atları ahıra yerleştiren zaptiyeler içeri girdiler. Kollarında heybeleri vardı. Bir zaptiye Çavuşun heybesini getirdi yanma koydu. Çavuş yavaş yavaş heybeyi açtı içinden bir çocuk kundurası ile küçük bir kıvırcık kalpak çıkardı. Kalpağı Memedin başına yerleştirdi.

Kundurayı da ayaklarına eli ile geçirdi. Sonra döndü, gülerek Memedi süzdü: “Paşa olacak Memed oğlum,” dedi. “Ne de yakıştı! Paşa olacak. Maşallah!” Her gelişinde Memede mutlak hediyeler getirirdi. Çavuş Memedin gözünde, pırıl pırıl çizmeleriyle yiğit, yiğitler yiğidi bir adamdı. Heybenin öbür gözünden de ev için getirdiği hediyeleri çıkardı. Bir yana koydu. Bir kız gelip heybeyi, hediyeleri aldı götürdü. Memed Çavuşun eve her gelişinde yanma oturur, babasıyla onun konuşmalarmı can kulağıyla dinlerdi. Yalnız Çavuş değil, kim gelirse eve, Memed aralarmdan eksik olmaz, hiç konuşmadan, sonuna kadar, gece yarılarına kadar onları dinlerdi. Ahmed Efe: “De bakalım kardaşım neler geldi başına? Çok meraklandırdın beni,” dedi. Çavuş rahat değildi. Yerinde duramaz bir hah vardı. “Efem…” dedi, durdu. Efe gözlerinin içine bakıyordu.

“Hiç başıma gelmediydi. Haşan Çavuş oldum olalı böylesi başıma gelmediydi. Utandırıcı.” Efe: “Eee?” dedi. “Sonra?” Çavuş: “Sabahtan çıktık yola. Niyetim sana. Varayım da Ah*ned kardeşimi bir göreyim diyordum. Bir saatlik yol almıştık ki önümüzden bir yaylım ateşi açıldı. Bereket versin tam pusuya düşmemişiz. Geriye döndük kurşunu yemeden. Rum eşkıyaları olsa gerektir. Takip edemedim. Sana geliyordum, niyeti bozmayalım, dedim. Sonra Efeyle onların bir çaresine bakarız, dedim. Yol aldıkça da onlarm önünden kaçışım bana koydukça koymaya başladı.

Utandım kendi kendimden. Haşan, dedim kendi kendime, bu yiğitlik mi? Bu senin yaptığın yiğitlik mi? Yüreğime dert oldu. Şimdi döneyim diyorum, yakınlardadırlar nasıl olsa, şunlara hadlerini bildireyim.” Efe güldü: “Yeme kendini kardaş, şimdi onların icabına bakarız. Hele sen dinlen. Yemek ye.” Çavuş: “Yemek falan boğazımdan geçmez Efe. Ben kahrımdan ölüyorum!” Efe: “Bir lokma, bir iki lokma… Çocuklar, Çavuşa hemen bir iki şey hazırlayın. Çabuk çabuk!” Az sonra yemek geldi. Çavuş elini bile sürmedi. Efe ısrar ettikçe o, “Ben kahrımdan ölüyorum,” diyordu. “Kahrımdan ölüyorum Efe!” Zaptiyeler birkaç lokma aldıktan sonra Efe hemen ayağa kalktı: “Haklan var kardaşım,” dedi. “Hemen takibe çıkalım.” Silahlarmı kuşandı. Bir dakika içinde yola çıktılar.

Efeyle Haşan Çavuş önde, zaptiyeler arkada, köyün içinden yel gibi geçtiler. Atlan öldürürcesine sürüyorlardı. Atlan kan tere batmıştı. Körük gibi alıp alıp veriyordu atlar. Gün yavaş yavaş iniyordu. Gölgeler uzamıştı. Bir suyun 11 yanına geldiler. Haşan Çavuş Ahmed Efenin suya bakmasından faydalanarak arkada kaldı, bu ara altı silah birden patladı. Ahmed Efe attan yuvarlandı. Kafası dağılmıştı. Yakından üç kurşun yemişti kafasına Efe. Kan içinde, suyun kıyısında cansız uzanıp kalmıştı. Haşan Çavuş ölüye bakmadan atını doludizgin Ödemişe sürdü. O gün düze inmiş ne kadar eşkıya varsa hepsi tuzağa düşürülerek öldürülmüştü. İzmirde Hükümet Konağında Yörük Osman Efe, Bergamada Hükümet Konağında kızanlarıyla birlikte Bakırlı Efe, Aydında Parmaksız Arap… Ahmed Efeyi öldürme işini de yakın ahbabı Haşan Çavuşa havale etmişlerdi.

Bunun sebebi de şu idi: Yüze inen eşkıyalar silahlarını, kızanlarını bırakmıyorlar, istedikleri köylere böylece silahları, kızanlarıyla yerleşiyorlar, vukuat falan yapmıyorlar ama, halkın başına birer derebeyi kesiliyorlardı. Hükümet içinde hükümettik sürüyorlardı. Öldürülmeleri bunun önüne geçecekti. Ahmed Efenin kara haberi ikinci günü kuşlukta köyde duyuldu. Karısı Hatçe ağlaya ağlaya, saçlarını yola yola, yaya yapıldak yola düştü. Efesinin bulunduğu yere geldi. Ala kanlı ölünün üstüne atıldı: “Demedim mi Efem sana! Demedim mi, Osmanlıya inan olmaz. Demedim mi Efem!” Ölüyü alıp Ayasurat köyüne götürdüler. Bundan sonra Hatçe iflah olmadı. Her gün saçını yolarak Efesinin ölümüne ağladı. Memed büyüyordu. Babasına yapılan kancıklığı her Allahın günü duya duya büyüyordu. Yıllar yılı kulağında bir ağıt sesi, anasının sesi: “Demedim mi Efem? Demedim mi OsmanlInın dostluğu olmaz. Al ile avlanan Efem! Kötünün eliyle giden Efem!” Memed iptidai mektebini bitirmiş, bir iki yıl da Ödemişteki medresede okuduktan sonra okumayı bırakıvermişti.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir