Yilmaz Oztuna – Kanuni Sultan Suleyman

Kanûnî Sultân Süleyman, 1495’te Trabzon’da doğdu. 1520’de İstanbul’da tahta çıktı. 1566’da Macaristan’da Avusturya sınırında Sigetvar’da, savaşan ordusunun içindeki otağında öldü. İç organları oraya gömüldü. Cenazesi İstanbul’a getirilip, yaptırdığı camiin içindeki türbesine gömüldü. Yetmiş bir buçuk yaşında idi ve 46 yıldan beri tahtta bulunuyordu. Biyografisinin bir paragraflık özeti budur. Türkiye, Türk ve dünya tarihindeki yeri nedir? Belki tarihimizde ondan daha büyük dehâya sahip bir kaç devlet başkanı gösterilebilir. Ama onun ihtişamında bir hükümdarı değil Türk tarihi, henüz cihan tarihi kaydetmedi. Onun için Batılılar ısrarla “Muhteşem Süleyman” demişlerdir. “Cihan Hâkanı” diye anılmıştır. Elbette bütün dünyaya hükmetmemiştir ama Pax Ottomana’yı kurmuştur. Osmanlı düzenini kabûl ettirmiştir. Cihan Devleti, dünyaya hâkim olan devlet demek değildir, zaten tarihte böyle bir devlet olmadı. Rızası olmaksızın (modern tabirle okeyi alınmaksızın) yeryüzünde herhangi bir denge değişikliğinin yapılamadığı Devlet demektir.


Türk tarihinde Sultan Süleyman kadar devlet başkanlığı makamında kalan pek az hükümdar vardır ve 900 yıllık Türkiye tarihinde hiç yoktur. Mîlâdî hesapla 46 ve Hicrî hesapla 47,5 yıla ulaşan saltanatı, sanıldığı gibi Osmanlı Devleti’nin âzamî (en geniş) sınırlarına ulaşıldığı dönem değildir. Âzamî sınırlar, çeyrek asır sonra, torunu devrinde elde edildi. Ama hiçbir saltanat, Sultan Süleyman’ınki ile mukayese edilemedi. Zira hemen ondan sonra, çok fazla genişlemiş imparatorlukta müesseseler eskisi derecesinde mükemmelikle işlememeye başladı. Daha hayli büyük padişah gelmesine rağmen, ataları Sultan Süleyman’ın dehâ çapına ulaşanı da çıkmadı. Askerlik dehâları bakımından dedesinin babası Fâtih ve babası Yavuz, Sultan Süleyman’a üstün sayılmaktadır. Bilginlik bakımından da Fâtih ve dedesi İkinci Bâyezîd’den sonra geldiği kabûl edilmektedir. Ama anılan bu büyük isimler dahil, hiçbir hükümdar, devlet yönetiminde Sultan Süleyman’ın erişilemez çizgisine ulaşamadı. Eski asırlarda bir imparatorluk en az kusurlu şekilde nasıl yönetilirdi? Bunun parlak örneği Sultan Süleyman devridir. Kaanûnî Sultan Süleyman, bu işi tek başına yapmadı. Bütün Türk tarihinde tesadüf edilen en mükemmel ekibi (Fr. équipe formidable) oluşturarak yaptı. Ondaki bu ekip oluşturma dehâsına, başka hiçbir devlet başkanında tesadüf edilmemektedir. Bu işi Mustafa Reşid Paşa, asırlar sonra devrine göre yapmaya çalışmıştır.

Sultan Süleyman, her sahada, askerlikte, denizcilikte, edebiyatta, şiirde, san’atta, yöneticilikte, ilimde en yetenekli kişileri temyiz ve teşhis eder, yükseltir, himaye ve teşvik eder, sahalarında hizmet etmeleri için elinden geleni yapar, onları en çok işe yarayacakları alanlarda kullanırdı. Barbaros Hayreddin Paşa, Sinan, Bâkî gibi erişilmez dehâları ortaya çıkaran odur. Bu küçük kitapta, Sultan Süleyman’ın siyasî ve askerî hayatının ana çizgilerini anlattım. Devrin müesseselerine, devletin işleyiş tarzına girmedim. Zira konu, fevkalâde azametlidir. Kaanûnî hakkında gereken şeyleri söyleyip anlatmak için, en azından iki büyük ciltlik bir monografi icap eder. Bibliyografya, yüzlerce sahife oluşturacak derecede geniş ve hemen her dildedir. Böyle bir bibliyografya benim Büyük Türkiye Târîhi’min 14. cildinde ve bunun kısaltılmışı Osmanlı Devleti Târîhi’min 2. cildinde verilmiştir. Onun için, Türk aydınına ve gencine, gerçekten büyük bir hükümdarı ana çizgileriyle tanıtmak amacıyla kaleme alınan bu küçük ve dar sınırlı monografide, hiçbir bibliyografik bahse girilmeyecektir. Okuyucu, büyük Osmanlı tarihlerinde, istediği takdirde, her türlü detayı bulabilecektir. Kanunî’nin şiirleri, büyük bir cilt halinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yayınlanmıştır. Derinlemesine bir san’at zevki olduğu açıktır. Ancak bazı padişahlar gibi bizzat büyük bir san’atkâr değildir.

Yılmaz ÖZTUNA GİRİŞ ŞEHZÂDELİĞİ Osmanoğulları’nın Türkiye tahtında Fâtih Sultan Mehmed’in oğlu ve halefi İkinci Sultan Bâyezîd oturuyordu (Saltanatı 1481-1512). Şehzâde Selim, Sultan Bâyezîd’in 8 oğlunun 4 üncüsü idi. Sert karakterinden dolayı “Yavuz” ve “Selim-Şâh” deniyordu. 1470’de babası Sultan Bâyezîd’in sancak beyi bulunduğu Amasya’da doğmuştu. 1487’den beri Trabzon’da sancak beyi sıfatıyla ve hükümdarca yetkilerle bulunuyordu. Annesi Dulkadıroğlu Ayşe Hatun da yanında idi (1505’de Trabzon’da öldü). Kırım hânı Mengli (bizim Türkçemizde Benli) Giray Han’ın kızı Ayşe Hanım’la evlendi (Topkapı Sarayı Arşivi, E 6.185). Bu prensesten 1494’e doğru Gevherhân Sultan adlı kızı doğdu (1509’da Şehzâde Selim bu büyük kızını İsfendiyâroğlu Dâmâd Sultan-zâde Mehmed Bey’le evlendirdi ki, annesi Yavuz’un kızkardeşi Fatma Sultan olmakla, Gevherhân Sultan halasının oğlu ile evlenmiş olur, bu Dâmâd Bey, Karası (Balıkesir) sancak beyi sıfatıyla katıldığı Çaldıran meydan muharebesinde 23.8.1514 günü şehid oldu). Şehzâde Yavuz Selim-Şâh’ın diğer eşi Ayşe Hafsa Hâtun’dur (bazı kaynaklarda adı Hafîsa ve hatta Hafîza şeklinde de geçiyor). Bu eşinden sırasıyla Sultan Süleyman, Hadice Sultan (1496?-1582), Hafsa (Hafîsa) Sultan (1500?-1538), Fatma Sultan (ölm. 1556) doğdular. Kısaca Şâh Sultan denen Devlet-Şâhî Sultan’ın (ölm.

1572) annesi saptanamadı. Beyhan Sultan’ın (ölm. yaklaşık 1558) annesi de bilinmiyor. Görüldüğü gibi Yavuz Selim’in 6 kızı, fakat tek oğlu, Sultan Süleyman oldu. 3 şehzâdesi daha oldu ise de, bunlar küçük yaşlarda öldüler: Şehzâde Orhan 1510’a doğru 10 yaşlarında, Şehzâde Mûsâ ile Şehzâde Korkut ise daha da küçük yaşta öldüler. Ortada Yavuz’un tek oğlu ve vârisi olarak Şehzâde Süleyman kaldı. Sultan Süleyman bu sûretle Trabzon’da 27 Nisan 1495 günü doğdu (6.11.1494 tarihi de veriliyor). Annesi Hafsa Hâtun (1479?-İstanbul, 19.3.1534), oğlu ile berâber Trabzon, Kefe (Kırım), Manisa ve 1520’den itibaren İstanbul’da yaşayıp burada ölecektir. 13,5 yıl Vâlide-Sultan oldu (22.9.1520- 19.

3.1534). Sultanselim Camii’nde eşi Yavuz Sultan Selim’in türbesinin yanındaki küçük türbede gömülüdür. 1520’den sonra Edirne’de oturdu ki, Edirne’ye yakın Hafsa kasabasını yeniden kurduğu için bugün adını taşımaktadır. Manisa’da yaptırdığı, inşaatı 1520’den 1539’a kadar devâm eden (cami 1532’de bitti) külliyesi ile ünlüdür (cami, bîmâr-hâne, hamam, imaret, mektep, hankah, fırın, kiler, mutfak, ahır v.s.). Trabzon’da imaret ve medrese, Aydın’da çeşitli hayır eserleri, Niş yakınlarında Peraken’de cami (Sırbistan), Marmaris’te cami, han, hamam, diğer hayrâtı arasındadır. Yavuz Sultan Selim’le 26 yıl evli kalmakla beraber, Yavuz 1512’de tahta çıktıktan sonra, oğlunun yanında yaşadı. Şehzâde Süleyman, asrın şehzâdeleri gibi, en üst düzeyde öğrenim ve eğitim gördü. Kendisine devrin ilimleri ve edebiyatlarıyla beraber, dilleri yanında, askerlik san’atının her türlü nazarî ve uygulamalı incelikleri öğretildi. 1509’da 14 yaşında iken, babasının Trabzon sancağına yakın Şebinkarahisar (Karahisâr-ı Şarkî) sancak beyliğine gönderildi. Bir kaç ay sonra Yavuz, tek oğlu Süleyman için, babası İkinci Sultan Bâyezîd’den Bolu Sancak Beyliğini istedi ve aldı. İstanbul’a çok yakındı. Velîahd-i Saltanat olan ulu şehzâde Sultan Ahmed (Yavuz’un ağabeyi), yeğeninin Bolu’ya tayinine kızdı.

Amasya-Tokat sancak beyi idi. “Bu oğlan (Şehzâde Süleyman) benim yolum üzerinde n’eyler?” diye itiraz etti. Sultan Ahmed’in yolladığı birlik Bolu’ya geldi. 14 yaşındaki Şehzâde Süleyman’ı babasının yanına Trabzon’a gönderdi. Yavuz, ağabeyine karşı dişlerini gıcırdattığı gibi, babası Sultan Bâyezîd’e de, torununun haklarını korumadığı için kızdı. Bunun üzerine Sultan Bâyezîd, torunu Şehzâde Süleyman’ı, Kırım’da Kefe Sancak Beyliğine tâyin etti (6.8.1509). Şehzâde Süleyman, yanında annesi ve kalabalık maiyeti, Trabzon’dan gemiye bindi. Kırım’a gelip sancağını teslim aldı. Kefe sancağı, İkinci Bâyezîd’in oğullarından ve Yavuz’un küçük kardeşi Şahzade Mehmed’in Kırım’da ölmesi üzerine açılmıştı (Topkapı Sarayı Arşivi, E 6.185, E 98). Kırım Hanı Mengli Giray, Yavuz’un kayınpederi olduğu için, Şehzâde Süleyman’ın Kırım’a tayinini hazırladığı anlaşılmaktadır. Şehzâde, Kefe’de 2 yıl, 8 ay, 19 gün valilik yaptı (24.4.

1512’ye kadar). Bu 3 yıla yakın müddet içinde, Şehzâde Süleyman, Kırım’da iken, yalnız Osmanlı Devleti için değil, Yakın Doğu politikası için de birinci derecede önemli gelişmeler oldu. İran’da Şâh İsmâil Safevî, Akkoyunlu Sünnî Türk hânedânını yıkarak, Şîî bir Türk hânedânı kurdu ve dehşetli bir Şîî’leştirme politikasına girişti. Osmanlı Türkiyesi ile uğraşmaya başladı. Osmanlı’dan sonraki en kudretli devletin sahibi hâline geldi. Anadolu’da Safevî ajanları ihtilâller çıkartmaya, kandırdıkları Türkmenleri İran’a götürmeye başladılar. Cengizoğulları’ndan Şeybânîler’in yönetimindeki Türkistan Türk İmparatorluğunda da anarşi başladı. Altınordu denen Doğu Avrupa Türk Hâkanlığı tamamen dağıldı ve Türk hanlıklarına ayrıştı. Memlûkler denen Mısır Türk Hâkanlığı sıkıntılar içindeydi. İspanya’daki son İslâm Devletini de –Amerika’nın hesabına keşfedildiği- 1492 yılında ortadan kaldıran İspanya Krallığı, en kudretli Hıristiyan devlet hâline gelmiş, Kuzey Afrika’daki Müslüman Arap-Berberî devletlerine saldırmaya başlamıştı. İkinci Sultan Bâyezîd, zamanından önce ihtiyarlamıştı. 1511’de Karaman beylerbeyisi olan oğlu Şehenşâh’ın da ölümü ile 8 oğlundan sadece üçü hayatta kaldı: yaş sırasıyla Sultan Ahmed, Korkut Han ve Şehzâde Selim… Üçü de, Osmanlı tahtını istiyorlardı. Ancak ordu, Safevî tehdidini Anadolu’dan def edeceğini isbat etmiş bulunan Şehzâde Selim’i, yâni en küçüklerini destekledi. Ordunun gönlünü kazanan, kayınpederi Kırım Hanı’ndan destek gören, meşrû velîahd olan ağabeyi Sultan Ahmed’i tutan Sadrâzam Ali Paşa’nın Safevîler’e karşı vuruşurken şehit düşmesiyle rahatlayan, büyük bir askerî dehâ ile doğmuş, büyük fetihler yapmayı planlayan, aldığı kararların amansız bir uygulayıcısı bulunan Şehzâde Selim’e, taht yolu açıldı. Hasta padişah, tahttan, Sultan Selim nâmına ferâgat etti.

İstanbul’a gelen Yavuz Sultan Selim, babasının elini öpüp tahta geçti (24 Nisan 1512). İhtiyar padişah Sultan Bâyezîd, 32 gün sonra öldü. Yavuz, önce ağabeyleriyle anlaşmak istedi. Fakat onlar, tahta hak iddia etmekte direndiler. Bunun üzerine Sultan Ahmed ve Sultan Korkut’un üzerlerine yürüyüp yok etti, tarafdarlarını dağıttı. Yavuz’un tahta geçmesiyle Şehzâde Süleyman, ulu şehzâde yâni velîahd oldu. Zaten tek oğuldu. Tam 17 yaşındaydı. Saruhan (Manisa) sancak beyliğine tâyin edildi. Annesi ve kalabalık ve seçkin bir maiyyetle Manisa’ya gitti. Bu görevi, babasının bütün saltanatı boyunca devâm edecektir (8 yıl, 4 ay, 28 gün). Yavuz, yalnız Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde dönüm noktaları olan ve tarihin akışını değiştiren iki seferine, İran ve çok uzun süren Mısır seferlerine oğlunu götürmedi. Şehzâde Süleyman, babasının, Türkiye’den sonra dünyanın 2. ve 3. devletleri olan İran ve Mısır’ın taht şehirlerine Tebrîz ile Kahire’ye girişine bizzât katılamadı.

Uzun Mısır seferinde, Edirne’de kaldı ve bütün Rumeli eyaletlerinin gözetimi görevini yürüttü. Yavuz seferden, halîfe sıfatını da kazanarak İstanbul’a geldi. Şehzâde Süleyman, Manisa’ya döndü. Yavuz Sultan Selim, üçüncü seferine çıkmak üzere iken, ordusunun içinde, otağ-ı hümâyûn’unda 50 yaşında, Edirne yakınlarında öldü (22 Eylül 1520). Sultan Süleyman, 9 gün sonra İstanbul’a gelip tahta oturdu ve Sadrâzam Pîrî Mehmed Paşa’nın getirdiği babasının cenazesini şehrin surları önünde karşıladı, tabutunun altına girdi. Yavuz’un cenazesi eller üzerinde Fâtih Camii’ne getirilip namazı kılındı. O yakınlarda bir yere gömülüp, türbe yapıldı ve yanına günümüze kadar başka hiç kimse gömülmedi. Sultan Süleyman, babasının gömüldüğü yere, onun adına bir cami yapılması için Mimarbaşı Alâeddin Ali Bey’e emir verdi (Sultanselim Camii). Babasının askerî sınıftan değil, mülkiye sınıfından gelen sadrâzamı Konyalı Pîrî Mehmed Paşa’yı görevinde bıraktı. Sonra tersâneye gidip, babasının tezgâha koydurduğu -bir Rodos fethinin projesi olduğu sanılan- 150 parça harb gemisinin inşâsını gördü. Sultan Süleyman, yaklaşık 2.373.000 km2 topraklar üzerinde uzanan bir imparatorluğu devralıp, 8 yıl içinde bunu 2,5 misline ve yaklaşık 6.557.000 km2’ye çıkaran babası Yavuz Sultan Selîm’in devletini teslim alıyordu.

8 yıl içinde Osmanlı Devleti, Afrika kıt’asına çok sağlam şekilde ayak basmış, dünyanın 3. önemli devleti bulunan Mısır-Suriye Türk Memlûk İmparatorluğunun bütününü ilhâk etmiş, Kızıldeniz’e, Umman Denizi’ne, Hind Okyanusu’na, Cezâyir tarafından Batı Akdeniz’e çıkmış, Basra Körfezi’ne çok yaklaşmış, Mekke, Medîne ve Kudüs gibi İslâm’ın en kutsal 3 şehrine hâkim olmuş, 750 yılından beri Abbâsîler’in temsil ettiği Dünya Müslümanları’nın en büyük lideri sayılan halîfelik makam ve sıfatını elde etmişti. “Yavuz Selîm devrinde Türkiye, cihan devleti, gerçek bir cihan devleti oldu. Sultan Selîm, Avrupa’yı serbest bıraktı ise de, Asya ve Afrika’daki ölçüye sığmaz fetihleri, bu durumu sağladı. Akdeniz, Türk Denizi hâline gelmek üzereydi ve Hind Okyanusu’na çıkılmıştı” (René Grousset, L’Empire du Levant, s. 642-4). Kanunî Sultan Süleyman, Afrika’nın kuzey-doğusunun tamamını içine alan muazzam bir Mısır eyâleti ile Batı Akdeniz kıyılarında Cezâyir eyâletini, babasının fetihleri ile bugünkü sınırlarına çok yaklaşan birlik içinde bir Anadolu’yu miras alıyordu. 1517’den beri artık Osmanlı Devleti, tam bir Cihan Devleti (Alm. Weltreich, Fr. Puissance mondiale) hâlindeydi. Büyük Devlet ve dünyanın 1. devleti safhalarını çok aşmış bulunuyordu. 25 yaşını 4 ay ve 25 gün geçe böylesine bir imparatorluğun tahtına oturan Sultan Süleyman, şehzâdeliğinde “Süleyman Şâh” diye de anılmıştır (Topkapı Sarayı Arşivi, E 10.292). Babası tahta geçince, Kırım Hanı ile de görüşüp acele Kırım’dan İstanbul’a gelen Sultan Süleyman, Manisa’ya tâyin edilmesine rağmen, babasının İran seferinde “İstanbul muhâfızı” adıyla saltanat nâibi olarak İstanbul’da oturdu ve sonra çok uzun Mısır seferinde Edirne’de oturarak Avrupa eyâletlerini, Balkanlar’ı yönetti.

Bu tecrübeleri kazanarak Cihan Tahtı’na oturdu. 30 Eylül 1520’de hâkan-halîfe sıfatıyla bîat kabul etti. Eyüb Sultan’daki törende son Abbâsî halîfesi Mütevekkil kendisine kılıç kuşattı (“el-Mütevekkil…, Selim Hân ile İstanbul’a gelip, hayli î’zâz, ikrâm olunup zevk, safâda iken Selîm Hân vefât edip Süleymân Hân dahi kendiye hâdden efzûn in’âm, ihsân edip, Süleymân Hân’a ibtidâ hılâfet şemşîrin Ebâ-Eyyûb-i Ensârî’de bunlar kuşatıp, Süleymân Hân, bunlardan bî’at kabûl edip cülûs etdiler”, Evliyâ Çelebî, X, 38). Sultan Süleyman şair, hattat ve kuyumcu idi. Değerli taşlar mütehassısı idi. Arapça, Farsça, Çağatayca dışında Sırpça da biliyordu. Çok şiir söylemiştir, en büyük kısmı gazeldir. Padişahın bütün şiirlerini toplayıp, sıraya koyarak düzenleyen şair ve yazar Draçlı Ahmed Fevrî Efendi’dir (ölm. 1570). Onun düzenlediği edebiyatımızın en hacimli dîvânı olan Dîvân-ı Muhibbî, 3 defa İstanbul’da (son ikisi Latin harfleriyle) ve 1 defa Almanya’da basıldı. Muhibbî, Sultan Süleyman’ın şiirlerinde kullandığı mahlas (takma ad)’dır. Şehzâde Süleyman’ı yetiştiren hocaların adlarını bilmiyoruz. Dâye Hâtun denen dadısı, 1532’ye doğru İstanbul’da ölmüş, Ayvansaray’da mescit ve kendisi için türbe, 1530’da Mahmudpaşa’da cami yaptırmıştır. Velîahd olmadan önceki lalası Ken’ân Hüdâyî Bey, şair olup, Balıpaşa’da gömülüdür. 1550’ye doğru Selânik’de ölen Sinân Paşa, Şehzâde Süleyman’a önce defterdar, sonra lala olmuş, 1520’de padişah olunca 4.

vezirliğe getirilmiş, emekli olmuş, cami yaptırdığı Selânik’de yaşamıştır. Yavuz’un son lalası olan Cezerî-zâde Kasım Paşa, velîahdliği boyunca Şehzâde Süleyman’a da lalalık yapmış, öğrencisi tahta çıkınca tekrar 4. vezir olup, 1543’de Bursa’da 90 yaşlarında ölmüştür. Şehzâde Süleyman’ın baş muallimi, talebesi tahta çıkınca Hâce-i Sultânî olan Mevlânâ Hayreddin Hızır Çelebî, Daday doğumlu olup, 1543’de Kırım’da Kefe’de öldü. Daday’da mescit, mektep gibi hayrâtı vardır. Zeyrek-zâde Rükneddin (Şemseddin) Ahmed Efendi’nin de, Şehzâde Süleyman’ın hocaları arasında bulunduğunu biliyoruz. 1532/3’de 63 yaşlarında Mekke’de öldü, Rûmeli kazaskeri idi. Musliheddin Mustafa Surûrî Efendi (Gelibolu 1491-İstanbul, 13.1.1562), Sultan Süleyman’ın süt kardeşi ve oğlu Velîahd-Şehzâde Mustafa’nın 1548-53’de hocasıdır. Müderris, sonra Nakşî şeyhi oldu. Kasımpaşa’daki mescidinde gömülüdür. 36 eserin yazarı ve 3 dilde şairdir, Türkçe Dîvân’ında 500 kadar gazel vardır. Mesnevî, Dîvân-ı Hâfız, Gülistân, Bostân şerhleri çok ünlüdür. Sultan Süleyman’ın süt annesi Afîfe Hâtun, Beşiktaş’ta Yahyâ Efendi Türbesi’nde gömülüdür.

1495’te yâni Şehzâde Süleyman’ın doğumunda Trabzon müftüsü bulunan Amasyalı Ömer Efendi’nin karısıdır. Bu Ömer Efendi ile Afîfe Hâtun’un oğulları ve Sultan Süleyman’ın diğer süt kardeşi Celâleddin Yahyâ Efendi’dir (Trabzon 1495-İstanbul, Mayıs 1570). Çocukken yüksek tahsil için Trabzon’dan İstanbul’a geldi. Beşiktaş’a yerleşti. Kanunî Sultan Süleyman ile aynı yıl içinde Trabzon’da doğmuş ve annesi Şehzâde Süleyman’a süt vermişti. Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendi’den mezun, mutasavvıf, şeyh, bilgin, dîvân sahibi idi. Cenâze namazını Şeyhulislâm Ebüssuûd Efendi, Sultan Süleyman’ın cenâze namazını kıldırdıktan 4 yıl sonra kıldırdı. Beşiktaş’ta cami, medrese, tekke, hamam, çeşme, mektep, park yaptırdı. Türbesini İkinci Selim, Mimar Sinan’a yaptırdı, 1873’te Pertevniyâl Vâlide-Sultan, sonra İkinci Abdülhamîd yeniledi. Burada Osmanlı Hânedânı’ndan pek çok kişi gömülüdür (Evliyâ, I, 451). Şehzâde Süleyman, 1511’de Kefe’de adını bilmediğimiz bir hanımla evlendi ki, 1550’ye doğru İstanbul’da ölmüştür. Şehzâde Camii’nde gömülüdür. Şehzâde Mahmûd’u doğurmuştur. Şehzâde Süleyman, 1514’te Mâh-i Devrân Haseki ile evlendi ki, Velîahd Şehzâde Mustafa’nın annesidir. 1534’ten itibaren oğlunun yanında yaşadı, 1553’te Bursa’ya yerleşti, 3.

2.1581’de 82 yaşlarında Bursa’da ölüp, kendi yaptırdığı oğlunun türbesine gömüldü (Ahmed Refik, Hicrî X. Asırda İstanbul Hayâtı, s. 8). Şehzâde Süleyman, 1511’de Gülfem Hâtun ile de evlendi ki, 1562’de 65 yaşlarında İstanbul’da ölmüştür. Şehzâde Murâd’ı doğurdu. 1558’de Hurrem Sultan ölünce Gülfem Hâtun, Sultan Süleyman’ın tek eşi olarak kaldı. Fakat bunu değerlendiremedi, padişahı kızdırdı ve onun emriyle boğuldu. İstanbul’da büyük mülkleri ve vakıfları, Üsküdar’da Sinan eseri cami (1561), mahalle, medrese, mektep, türbesi, Manisa’da cami (1539) ve vakıfları, Yenişehir’in Karahisar köyü için su tesisleri ve çeşmesi vardır (Topkapı Sarayı Arşivi, D 2.497, 3.683, 3.954, 4.545, 8.732; E 3.362; İ.

H.Konyalı, Üsküdar Târîhi, I, 154-7, II, 288, 308). Sultan Süleyman’ın sonuncu eşi ünlü Hurrem Sultan’dır (1506?-İstanbul, 17.4.1558). Pâdîşâh olduğu yıl (1520) evlendi. Polonya krallığı tab’ası Ukran ırkından bir Katolik râhibinin kızı olup, asıl adı Alexandra Lisowska’dır, Batı dillerinde Roxelane veya Roxelana diye ünlüdür. 38 yıl Sultan Süleyman’la evli kaldı ve padişah üzerindeki nüfuzunu gittikçe arttırdı. Süleymaniye Camii’nde kendi türbesinde gömülüdür. Sırasıyla Şehzâde Mehmed, İkinci Selim, Şehzâde Bâyezîd, Şehzâde Cihangir, Şehzâde Abdullah, Mihr-ü Mâh Sultan adlı çocuklarını doğurdu. Oğulları Mehmed ve Selim’i görmek için bir kaç defa Manisa’ya gitti. 3 Nisan 1546’da Şehzâde Cihangir’le Manisa’ya gelip, 5 Mayıs’a kadar kaldı, Şehzâde Selim’i alıp İstanbul’a döndü. 1544 yazında Sultan Süleyman’la beraber 40 gün Bursa’da oturdu. Son kışını Edirne’de geçirdi. Hasta olarak İstanbul’a döndü ve öldü.

Şiirler yazmış olup, nesri de güzeldir. Osmanlı tarihinde Ahmed Refik’in “Kadınlar Saltanatı” dediği dönemi başlattı ki aralıklarla 1656’ya kadar devâm etti ve 1656’dan sonra hiçbir hânedân mensubu kadın politikaya karışmadı (1876’daki bir 3 aylık dönem hâriç). Hurrem Haseki-Sultan’ın hayır eserleri sayılamayacak derecede çoktur. İstanbul, Ankara, Edirne, Cisrimustafapaşa, Mekke, Medîne,Kudüs şehirlerindedir (Topkapı Sarayı Arşivi, 7.788, 5.221/12, 7.816). Birçoğu Sinân eseridir (en ünlüleri kendi adıyla Haseki diye anılan semtte kurdurduğu külliye ki, 1539’da yapılan hastahanesi ünlüdür ve bu kompleksin inşââtı 1550’de bitti. Ünlü Ayasofya Hamamı’nı gene Sinân’a yaptırdı).

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir