Zaza Yurtsever – Egoist Beyin ve Kilo

Bazışeyleri yaşamadan anlamak zordur diye düşünenlerdenim. Örneğin, lezzetli bir yemeğisadece tadına vararak yeriz, bazen de tadını bile fark etmeden sadece yeriz. Ama bir gün o yemeği (ya da benzerini) kendimiz yaparsak, ondan sonra masamıza gelen yemekleri yapanın emeğine saygı duyarak yeriz. En azından böyle olmalı. Başka örnekler vermek gerekirse, annelerimizin kıymetini anne olunca, babamızdan aldığımız harçlığın önemini para kazanmaya başlayınca anlarız. İşte ben de kitap yazmanın ne kadar çok emek isteyen, her adımının detaylı bir çalışma gerektirdiğini, sabrın sınandığı bir süreç olduğunu kendi kitabımı yazmaya çalışırken ve kitaplarını yazma süreçlerinde Zaza’yı takip etme şansım olduğunda anladım. Kıymetli dostum Zaza, Alman disiplini, araştırma merakı, üretme aşkı ve yenilikçi yapısısayesinde sizleri ikisene içinde ikinci kitabıyla buluşturdu. Egoist Beyin ve Kilo adlı kitabının hazırlık döneminin sanıyorum ki epeyce bir kısmını gözlemleme şansım oldu. Gözlemleme demeyelim de bir kitabın su damlaları gibi birikimini görme fırsatım oldu. Zaza’nın ortaya çıkan her bölümde çocuksu bir heyecanı ama profesyonel bir duruşu vardı hep. Kitabın bölümlerini oluştururken bir taraftan kitapları, çalışmaları, literatürleri, araştırmaları hızla okuyup sentezliyor; bir taraftan konuyla ilgili tecrübelerini değerlendiriyor, diğer yandan da yeni kaynaklar araştırıp siparişler veriyor ya da her yurtdışıseyahatinden kitaplarla dönüyordu. Ve bu kitapla ilgili çalışmalarının henüz sonlarına doğru, bana üçüncü kitap projesinden bahsetmeye başlaması ve bu hummalısürece şahitliğim kendisine duyduğum takdir ve hayranlığı bir kat, çok kat artırmıştı. Sonrasında kitabını baştan sona okuyup fikrimi kendisiyle paylaşmamı istemişti. Gerçi değerli dostum bunu ilk kitabı için de istemişti benden. O zaman da çok heyecanlanmış ve sevinmiştim ama bu sefer Egoist Beyin ve Kilo için neden bilmem daha çok heveslenmiş ve daha çok sevinmiş buldum kendimi.


Elimden geldiğince okuyup fikrimisöylemek için sabırsızlanıyordum ama bir taraftan da beslenme ve bozukluklarının psikolojisi konusunda ülkemizde en çok güvendiğim, başarılarını gerek ortak takip ettiğimiz hastalarımda gördüğüm, gerek hastam olmayan pek çok kişiden duyduğum ve profesyonelliğine dostluğumuzun etkisinde kalmadan tamamen objektif bir şekilde son derece güvendiğim bir uzmanın kitabıyla ilgili geribildirim sorumluluğu her şeye rağmen beni biraz da olsa strese sokuyordu. (Kitabı okuyunca bilin bakalım benim yaşadığım bu stres hangi gruba giriyor?) Ancak kitabın ilk sayfası itibariyle ben kendimi Egoist Beyin teorisinin içinde buldum. Eğitim ve öğretim hayatının çok büyük bir kısmını Almanya’da geçirmiş biri için bu ne akıcı bir dil ve ne güzel ifadelerdi. Bu kıyaslama bile hoş olmadı aslında ama ilk satırlar itibariyle bunu düşünmeden yapamadım. Zaza sadece 5-6 senedir değil de sanki hep Türkiye’de yaşamıştı. Beynin çalışma prensibi karışık bir mekanizmadır, ama Zaza bunu hem de stresin etkilerini, psikolojik efektlerini ve bunların bedenselsonuçlarını ve ardından neler yapılması gerektiğini öyle yalın ve öyle akıcı bir dille kaleme almış ki kendisini yürekten tebrik ediyorum. Ülkemizde ve dünyada “obezite” ve “zayıflama” gibi popüler bir konuda sayısız hatalar, eksikler ve suiistimaller içinde kafaların karışık olmasını çok normal karşılıyor ve anlayabiliyorum. İşte tam da bu noktada sevgili Zaza Yurtsever, ilk kitabı Korkma Ye! ile hepimizi düşündürtmüştü. Şimdi de Egoist Beyin ve Kilo ile yine farklı bir pencere açıyor. Ben de beslenmeyle ilgilenen bir hekim olarak Zaza’nın, adına ne demek isterseniz öyle deyin; şişmanlık, zayıflama, diyet, obezite, sağlıklı beslenme konusundaki çalışmaları bana şu mesajı veriyor: Bilimsel temellerde, kanıtlı kaynaklarla karşımıza çıkan her yeni fikir üzerinde düşünmeliyiz. Yani hayatta hiçbir konuda duvarlarımız olmamalı. İşte uzman psikolog değerli dostum Zaza Yurtsever’in bu kitabını okurken, kalıplarınızı bir kenara bırakın, alışkanlıklarınızı ve bildiklerinizi kapının kenarındaki askıya asın ve akıcı yazının içine bırakın kendinizi. Bakalım ne yeni bilgiler ve ardından önerilen egzersiz programlarıyla ne deneyimler bekliyor sizi… ve bakın bakalım hayatınızda neler değişecek? Sevgili Zaza, seni yürekten tebrik ediyor ve bu süreci yaşamama fırsat verdiğin için sana çok teşekkür ediyorum. Yolun bir kez daha açık olsun. Sevgilerimle.

Dr. Tijen Acarkan Türkiye Tamamlayıcı Tıp Derneği Başkanı Önsöz Klinik psikoloji öğrenimi gördüğüm Philipps Üniversitesi, Almanya’nın en güzelşehirlerinden biri olan Marburg’dadır. Tepesindeki görkemlişatosu ve yüzlerce tarihi binasıyla Marburg başlı başına bir müze gibidir. Bundan dolayıdır ki UNESCO’nun dünya mirası listesine alınmıştır. 1527 yılında derebeyi Philipp der Grossmütige von Hessen tarafından kurulan üniversitesi ise dünyanın ilk Protestan üniversitesi olma özelliğini taşıyor. 1527 yılında 90 öğrenciyle açılan okulşu anda 25.000’in üzerinde öğrencisi ve dünya çapında isim yapmış profesörleriyle Almanya’nın en önemli üniversitelerinden biridir. Bu özelliklerinin yanısıra Marburg Üniversitesi aynı zamanda solcu geçmişiyle de adından söz ettirmiştir. Orada yaşadığım 1989-1996 yıllarında 68 geleneğinin izini gözlemlemek hâlâ mümkündü. Mesela yaşadığım Pablo Neruda Öğrenci Yurdu, zamanında solcu öğrenciler tarafından işgal edilmiş, kendi kendini yöneten bir yurttu. Üniversitenin “legal” yurtlarına kıyasla son derece büyük ve şık odaları olan bu yurt, hem daha ucuz hem de daha sıcaktı. Yurtta yaşamak isteyen öğrenciler için solcu bir geçmişe sahip olmak ve sol bir hareket ya da sosyal bir aktivitede yer almak önkoşulu vardı. Odalarımız aynı koridorda olan Elif ve Katja da bir taraftan hukuk fakültesinde öğrenimlerine devam ederken, bir taraftan da Etiyopya’dan gelen mültecilere Almanca dersleri veriyorlardı. Sonradan kendileri de bu insanların kullandığı Amharca dilini öğrenmeye karar verdiler. Gündelik konuşmaları yapacak seviyeye geldikten sonra da bir aylığına Etiyopya’ya gittiler.

Amaçları orada bir ay boyunca hem lisan öğrenmek, hem de dinlenmekti. Döndüklerindeyse onlarıstresli bir sınav dönemi bekliyordu. Etiyopya’daki gidişat ne yazık ki onların beklediklerişekilde gelişmemişti. Önce Addis Ababa’da beş gün kalıp bir dil okuluna yazılmışlar, dersler pazartesi günü başlayacağı için de bir otobüse atlayıp iki günlüğüne birkaç yüz kilometre uzaklıktaki başka bir şehre gitmişlerdi. Orada iki gece kaldıktan sonra Addis Ababa’ya geri dönmek istediklerindeyse, otobüsün bir sonraki seferinin üç hafta sonra olacağını öğrenmişlerdi. Ayrıca otobüslerin zaman zaman yollarda saldırıya uğradığı ve bu yüzden üç hafta sonraki otobüsün de şehre geleceğinin garantisi olmadığı ve tek çarelerinin Addis Ababa’ya yürüyerek gitmek olduğu gerçeğiyle yüzleşmişlerdi. Dilleri döndüğünce bütün geri dönüş olanaklarını gözden geçirdikten sonra, tek çarelerinin Addis Ababa’ya yürüyerek dönmek olduğu gerçeğini kabul edip, insanların kendilerine verdikleri bir kilo şeker, birkaç ekşi ekmek ve birkaç litre suyu da sırt çantalarına alıp yollara koyulmuşlardı. Üç hafta sürecek bu yolculuklarında her günün sonunda bir köy evinde konaklayıp, açlıktan, susuzluktan ve hastalıktan ölüme terk edilmiş insanların yaşamlarına tanıklık edeceklerdi. Her gün bir köyden diğerine yürürken yolda hissettikleri ölüm korkusu, gördüklerini ve yaşadıklarını beyinlerine entegre etmeye çalışmaları, zaman zaman tenha bir dağ başında her an vahşi bir hayvanın saldırısına uğrama endişesi, ruhsal dengelerini o denli bozmuştu ki, birkaç gün sonra otomatikman bir daha birbirlerinin gözlerine bakmamaya karar vermişlerdi. Zira her göz göze geldiklerinde içinde bulundukları çaresiz durumun bilincine varıp bağıra bağıra ağlamaya başlıyorlardı. Neredeyse hiç konuşmadan ve göz temasına girmeden yaptıkları hayatlarının bu en uzun yolculuğunun sonunda üç hafta sonra Addis Ababa’ya varmış ve yine çok fazla konuşmadan ve oyalanmadan Marburg’a geri dönmüşlerdi. Marburg’a döndüklerinde her ikisi de neredeyse bir deri bir kemik kalmıştı. Bütün ısrarlarımıza rağmen bize başlarına gelenleri anlatmıyor ve yalnızca bitirme sınavlarına hazırlanıyorlardı. Aylarca süren bu sınav maratonunda Elif her an gergindi ve durmadan zayıflıyordu. Gece gördüğü kâbuslar yüzünden zaman zaman geceleri bağırıyor ama buna rağmen konuşmamakta ısrar ediyordu.

Katja ise yavaş yavaş eski kilosuna dönmekle kalmamış, aynı zamanda şişmanlamaya başlamıştı. Elif’le karşılaştırıldığında daha sakin, uykuları daha düzenli ve sınavlara hazırlanırken de daha az kaygılıydı. İkisinin de Etiyopya’da bir ay boyunca yaşadıkları yoğun stres ve akabinde aylarca süren sınav stresi aynıydı, ama duruma verdikleri tepki tamamen farklıydı. Biri daha sakin kalıp şişmanlarken, diğeri devamlı gergin bir halde zayıflıyordu. Belli ki yaşadıklarıstres ikisinde farklı bir etki yaratmıştı. İnsanların yaşadıklarıstresin yeme davranışını nasıl etkilediğine yönelik yapılan araştırmalar, Elif ve Katja’nın yaşadıklarının gayet sıradan bir olgu olduğunu gösteriyor. Konuyla ilgili İngiliz bilim insanlarının üniversiteye yeni başlamış bir grup öğrenciyle yaptığı araştırmalar, hayatta yeni bir sayfa açmış olmanın yarattığıstresin, öğrencilerin yüzde 40’ında zayıflığa, yüzde 40’ında şişmanlığa yol açarken, yüzde 20’sini ise etkilemediğini gösteriyor. Peki ama insanlar aynıstrese neden bu kadar farklı tepki veriyor? Neden insanların bir kısmıstresli durumlarda daha az yemek yiyip zayıflarken, diğer bir kısmı fazla yiyip şişmanlıyor ve bir kısmı da durumdan etkilenmiyordu? Konuyu yakından inceleyen İngiliz bilim insanları kronik stresin depresyona yol açtığı görüşünde birleşiyor. İnsanlar depresyona girdiklerinde iki farklı durum sergilerler: Tipik depresyon yaşayanlar uyku sorunu yaşar, yemek yiyemez ve zayıflar. Bu insanların kan değerlerine bakıldığında yüksek miktarda kortizol hormonuyla karşılaşılır. Kortizol hormonunun yüksek olması, kişinin yoğun stres yaşadığının ve son derece aktif bir stres sistemine sahip olduğunun göstergesidir. Atipik depresyon yaşayanlarsa fazla yemek yer, kilo alır, fazla uyur ve sosyalleşemezler. Bu insanların stres sistemleri aktif değildir ve kanlarındaki kortizol oranı düşüktür. Tipik depresyon geçirenlere A grubu insanları, atipik depresyon geçirenlere ise B grubu insanları dersek, Elif’in A grubuna, Katja’nın ise B grubuna dahil olduğu sonucunu çıkarabiliriz. C grubunda yer alan yüzde 20 ise, belli ki ya strese daha dayanıklı karakterlerden oluşur ya da aldıkları ailevi ve sosyal destekten dolayıstres yaşamaz.

Zayıflığın revaçta olduğu ve kiloluların çağımızın yenisiyahları ilan edildiği günümüz dünyasında tipolojimizi kendi özgür irademizle seçme şansımız olsaydı, eminim ki insanların büyük çoğunluğu A grubuna dahil olmak isterdi. Ama her şeyde olduğu gibi burada da madalyonun diğer yüzü var. Zira A grubunda olanlar kronik stres yaşadıklarında yemekten kesilip zayıflıyorlar ama, bunun bedelini de kanlarındaki yüksek miktarda stres hormonları ve bununla bağlantılı psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklarla ödüyorlar. Bunun yanısıra kaybetme durumlarını daha az tolere edebiliyor, emekleri istediğisonucu vermediğinde tipik depresyona girebiliyorlar. B grubundaki insanlar ise hayattaki zorlukları daha iyi tolere ediyor ve strese karşı daha dayanıklı oluyorlar. Yani aslında her iki grup da kendi “tarzında” kronik stresin bedelini ödüyor. Biri depresif oluyor, diğeri ise kilolu. Adorno’nun deyimiyle, “yanlış hayat doğru yaşanmıyor.” Kilo diktatörlüğü yaşanan günümüzde her ne kadar insanların büyük bir çoğunluğu bütün negatif olgulara rağmen Elif’in yerinde olmayı tercih etse de, hangi gruba ait olduğumuzu belirleyen faktörler son derece karmaşık. Bilim insanları kronik strese verdiğimiz tepkinin kısmen karakterimizle, kısmen genetiğimizle ilgili olduğunu, kısmen de kalıtımsal olduğunu iddia ediyorlar. Bir önceki kitabım Korkma Ye! de diyetlerin insanları zayıflatmadığı gibi hastalandırdığını ve kilolu insanların yeme bağımlılığıyla nasıl baş edeceklerini irdelemiş ve pratik çözüm önerilerinde bulunmuştum. Şimdi ise size, insanları yeme bağımlılığına iten psikonörolojik olguları anlatıp, soruna daha derinden bir çözüm bulmanıza yardımcı olmaya çalışacağım. Bu kitapta Berlin Vata Akademisi’nde “Vata Stres Yönetimiyle İncelmek” başlığı altında geliştirdiğimiz stres yönetimiyle tanışacaksınız. Amacımız, sadece insanların sağlıklı beslenmeleri değil, aynı zamanda sağlıklı bir yaşam sürdürmeleri. Yiyip içtiklerimiz ve bedensel hareket sağlığımızın yalnızca bir bölümünü teşkil eder.

Oysa kendimizle olan ilişkimiz (psikolojik sağlık), diğerleriyle olan ilişkimiz (sosyalsağlık) ve varoluşla olan ilişkimiz (spiritüelsağlık) de sağlıklı yaşamın önemli öğeleridir. Bu anlamda sağlıklı beslenen, haftada birkaç kez spor yapan, kan değerleri ve kilosu “normal” olan kişi, kendisi ve çevresiyle ilişkileri bozuk olduğunda ve varoluşun labirentinde kaybolduğunda, ne yazık kisağlıklı değildir. O kişi yalnızca bedensel olarak sağlıklıdır, ama diğer boyutlarda sağlıklı değildir. Ve diğer alanlardaki bu “sağlıksızlık” er ya da geç bedene de yansır. Hepimiz, sigara ve alkol kullanmadığı, her mevsim geçişinde detoks yaptığı, yediği ve içtiğine dikkat ettiği ve düzenlispor yaptığı halde genç yaşta kalp krizinden ya da kanserden ölen insanları biliriz. Ve bu tür olaylarla karşılaştığımız her durumda ilkönce sağlıkla ilgili bütün bildiklerimizisorgular, ama sonradan aynen o bildiklerimizi tekrar ederek yaşamaya devam ederiz. Oysa bu tür olaylar bize bildiklerimizi yeniden sorgulama imkânısunar. Vata Stres Yönetimiyle İncelmek, kişinin gerçek anlamda yaşam biçimini değiştirmesi anlamına gelir. Bu da kişinin yalnızca bedensel olarak değil, psikolojik, sosyal ve spiritüel anlamda sağlıklı bir yaşama adım atmasıyla, yani yaşamla ve varoluşla ilgili stres yönetimi yapmasıyla mümkündür. Dolayısıyla bu kitap size nasıl hızlı bir şekilde kilo vereceğinizi vaat etmiyor. Eğer yaptığınız onlarca ve belki de yüzlerce diyete rağmen hâlâ sihirli bir değnek arayışındaysanız, size bu kitaba vereceğiniz zamanı başka bir uğraşa ayırmanızı öneririm. Zira zayıflamak için hızlı, sağlıklı ve tehlikesiz bir metot yoktur. Ama eğer sizi yeme bağımlılığına iten nedenlerle ilgili bilgi edinmek ve bunlarla mücadele etmek, ufkunuzu açmak ve kiloya yol açan şeyin bedenimizin değil, beynimizin metabolizması olduğunu öğrenmek istiyorsanız, bu kitap size kilo sorununuzu çözmekte yardımcı olacaktır. Bu kitapta kilo sorununun bir disiplin ya da irade konusu olmadığını, tam tersine toplumsal bir sorun olduğunu göreceksiniz. İnsanların disiplinsizlik ya da iradesizlikten değil, fakirlikten ya da fakirleşme korkusu yüzünden şişmanladıklarını öğreneceksiniz.

İşini kaybetmek ya da kaybetme korkusu yaşamak, aile hayatının beraberinde getirdiği zorluklarla başa çıkamamak, çocuk eğitiminin zorlukları, yalnızlık, işyerinde mobbing kurbanı olmak, terk edilmek, bir anda hem annelik hem babalık yapmak, iş hayatının beklentileri, yıllarca mutsuz bir evliliğisürdürmek, aile fertlerinden birinin ölümcül ya da kronik bir hastalığa yakalanması, yani psikososyal bütün streslerin beynimizin metabolizmasını bozarak şişmanlamamıza yol açtığını öğreneceksiniz. Stresin psikososyal olması demek, bu stresi diğer insanlarla olan ilişkimizde yaşamamız anlamına gelir. “Egoist Beyin” teorisi kapsamında Almanya’da Achim Peters ve grubu tarafından yapılan bilimsel araştırmalar, şişmanlığa yol açan faktörün psikososyalstres olduğunu gösteriyor. Yanistres yönetimimiz ile kilomuz arasında doğrudan bir bağlantı var: Beyin ne kadar çok stres yaşıyorsa, beden de o denlişişmanlıyor. Ve bedene uyguladığımız diyet tarzı her stresli durum, beyni de strese sokarak daha fazla kilo almamıza neden oluyor. Bu kitapta sizi yeme bağımlılığından kurtaracak ve yavaş yavaş ideal kilonuza getirecek yegâne yolun yaşadığınız stresi daha iyi yöneterek beyninizin stres sistemini rahatlatmak olduğunu göreceksiniz. Son olarak da bu kitabın yalnızca şişman insanlara yönelik olmadığının altını çizmek istiyorum. Kronik stres yalnızca B grubu insanlarınışişmanlatırken, A grubu insanlarında ise bir taraftan zayıflamaya yol açarken, bir taraftan kanlarındakistres hormonlarının devamlı yüksek seviyede bulunmasına neden oluyor. Kanda kronik bir şekilde yüksek miktarda kortizol hormonunun bulunması ise pek çok hastalığa davetiye çıkarıyor. Dolayısıyla günümüzde bir tek şişman insanların değil, zayıf insanların da stresle başa çıkmayı öğrenmeleri gerekiyor. Bu anlamda Vata Stres Yönetimiyle İncelmek günümüzün stresli koşullarında yaşayan herkes için geliştirilmiştir. İyi bir stres yönetimi dileğiyle!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir