Muazzez İlmiye Çığ – Gilgameş

Bu küçük kitap, Sümerlilerin bundan binlerce yıl önce yaşamış olan kahraman kralı Gılgames’in serüvenlerini kapsayan bir öyküdür. Aslında bu öyküde olan konular, Gılgames’in yaşadığı çağdan itibaren yüzyıllar boyunca ağızdan ağıza geçtikten sonra çivi yazısıyla destan halinde tabletlere yazılmıştır. Kazılardan çıkarılan bu tabletlerin kırıkları ve bozuklukları nedeniyle metnin birçok yerinde boşluklar bulunuyor. Bu yüzden dış ülkelerde bu destanın çevirileri genellikle akademik ortamda okunmaktadır. Ülkemizde ilk kez 1942 yılında, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sümeroloji Profesörü B. Landsberger tarafından destanın çivi yazılı metninden Almancaya yapılan çevirisini, profesörün tercümanı olan Muzaffer Ramazanoğlu Türkçeye aktarmıştır. Bu çevirinin, 1989 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Dünya Edebiyatndan Seçmeler” olarak yeniden baskısı yapıldı. Kitapta birçok yer eksiktir. Bunların bir kısmı daha sonra çeşitli yerlerde yapılan kazılardan çıkan parçalarla tamamlandı. Fakat yine de metnin yüzde 60’i eksiktir. Ben, yeni tamamlamalarla bir çevirisini yapmayı düşündüm ve başladım da. Fakat gördüm ki, yine metindeki eksiklikler, özellikle pek çok tekrar yüzünden herkes tarafından şiir halinde okunması sıkıcı, anlaşılması güç olacak. Bunu göz önüne alarak destanı bir öykü şeklinde yazmayı denedim. Fena olmadığını görünce devam ettim. Babıl’liler, Sümerce yazılmış tek tek konulan, Akad dilinde bir bütün destan haline getirmişlerdi.


Sümerce yazılıp destana alınmamış öyküleri, Xİİ. tablette yazılanları ve destanda bulunmayan, fakat Akadca şiir halinde yazılmış Gılgames’in doğumunu anlatan öyküyü de ekledim. Destanda Tanrılar çok rol oynuyor, fakat asıl konu insan. Bu bakımdan Tanrıları daha az meydana çıkarmaya çalıştım. Tanrılar içinde Gılgames’e en yakın olan Güneş Tanrısı. Yaban adamı olan Enkidu, Sümer hikâyelerinde Gılgames’in yardımcısı, hizmetçisi durumunda. Ona karşın Akadcasında Gılgames’in can arkadaşı. Ben de öykümde onu arkadaş yaptım. Bu yolla Gılgames destanının tümünü ve Gılgames’e ait yazılan bütün konulan bir araya toplamış oldum. Tutkuları, sevinçleri, acıları, umutlan ve hayal kırıklıklarıyla bugüne bağlanan tarihin ilk kahraman kralını tanıtmak amacıyla kaleme aldığım bu öykü, amacına ulaşırsa ne mutlu bana! Tarı̇hte I ̇lk Kral Kahraman Gilgameş Gılgames, sarayın Fırat Nehri’ne bakan bölümünde oturmuş, nehrin sakin sakin akan sularını, sularıı üzerinde salına salına gidip gelen tekneleri, yelkenlileri izliyor, bir taraftan düşünüyordu. Omuzlarına kadar inmiş siyah saçları, kır düşmeye başlamış sakalı ve bıyığının süslediği yüzü, deri elbisesinden açık kalan kol ve bacaklarının adaleleri, uzun boyu, iri gövdesi ile bir taraftan çok yakışıklı, bir taraftan çok güçlü görünüyordu. Halkı onu kendilerinden çok üstün ve farklı bulduklarından, onda bir Tanrısallık var diye düşünmüş ve vücudunun üçte ikisinin Tanrı, üçte birinin insan olduğuna inanmışlardı. Bu yüzden annesinin Tanrıça Nınsun, babasının da, kendisinden bir önceki Kral Lu-galbanda olduğunu söylüyorlardı. Gılgames, Uruk şehrinin kralıydı. Onun kral oluşu hakkında da garip bir öykü vardı.

Sözde babası kendinden iki önceki uruk Kralı olan Emmerkar imiş. Bir gün Kral’a bir falcı, kızının bir oğlu olacağını, büyüdüğünde kralı, yani dedesini öldürerek krallığı elinden alacağını söylemiş. Bunun üzerine Kral, kimseyle beraber olmaması için, kızını bir kuleye kapatmış. Dışarı çıkmasını önlemek için de, yanına bir bekçi koymuş. Bu kadar önlemeye rağmen, kız yine hamile kalmış. Dokuz ay sonra kızın bir oğlu olmuş. Bekçi çocuğu görünce, Kral kendisini öldürecek korkusuyla çocuğu kuleden aşağı atmış. O sırada kulenin altından bir kartal uçuyormuş. Çocuğun düştüğünü gören kartal, hemen onu sırtına almış ve bir hurma bahçesinin kenarına büyük bir dikkatle bırakmış; onu bırakırken bahçıvan görmüş. Ne olduğunu anlamak için yanına yaklaşınca güzel bir bebekle karşılaşmış. Hemen onu alıp evine götürmüş. Karısı ile birlikte “her şeyi gören ve bilen” olsun diye ona aynı anlama gelen “Gılgames” adını vermişler. Çocuk büyüyüp delikanlılık çağına gelince, bahçıvanın yanından ayrılmış. Dere tepe düz demeden, şehir şehir dolaşmaya başlamış. O arada yazı yazmayı, okumayı öğrenmiş.

Adına uygun olarak birçok bilgi edinmiş. Akıl soranlara akıl vermiş, yol soranlara yol göstermiş. Böyle dolaşırken, bir gün yolu onu uruk’a getirmiş. uruk, büyük bir şehir. Sokaklarda hayran hayran dolaşırken, onu görenler bir yabancı olduğunu anlayarak, “nereye gidecek?” diye arkasına takılmış. Nihayet şehrin büyük Pazar Meydanı’na gelmişler. Derken, etrafına halk toplanmaya başlamış. Gılgames, bir heykel gibi durarak gelenlere, gelenler de ona bakıyormuş. Şehrin yaşlıları aralarında, “Kralımız oldu. Bir oğlu yok. Bu delikanlı hem iri vücudu, hem yakışıklılığı ile tam bize kral olacak gibi. Gelin bunu kralımız yapalım” diye konuşmaya başlamışlar. Herkes birbirine bu lafı aktarmış. Her duyan bunu onaylamış. Bunun üzerine, yaşlılar gidip ona kendisini kral yapmak istediklerini söylemişler.

Gılgames, hiç düşünemediği böyle bir isteği geri çevirir mi? Hemen kabul etmiş. Bunun üzerine onu saraya götürüp, giydirip, kuşatmışlar ve krallık tahtına oturtmuşlar, işte o böylece uruk Kralı oluvermiş. uruk, Sümer ülkesinin Tufan’dan sonra ilk var olan şehirlerinden biriydi. O zamandan Gılgames’e kadar dört kral yönetmiş uruk’ü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir