İki Oyun / Brand – Peer Gynt – Henrik Ibsen

İbsen 1828’de Skien kasabasında doğdu. Danimarkalı olan büyükbabası 1726’da buraya yerleşmişti. Babası hali vakti yerinde bir tüccardı. Çok iyi yürekli uysal bir adamdı. Annesi de sakin, saf, sade bir kadındı. Kasaba halkı arasında bu ailenin çok iyi bir konumu vardı. İbsen sekiz yaşlarında iken ailenin maddî durumu tamamıyla değişti. Ticaret işlerinde uğradığı büyük zararlar tam bir felakete yol açtı. Bütün servetleri tükendi. Skien kasabasından ayrılmaları gerekti. Zengin ve güzel evlerinden ayrılarak küçük bir yere taşındılar. Bu durum onu çok etkiledi. Daha sekiz yaşında iken kendi düşünceleriyle baş başa kalıyor, topluluktan kaçıyor, hep yalnızlık istiyordu. Kardeşleri bahçede oynarlarken o mutfağın yanındaki küçük ve karanlık odaya kapanır, orada saatler ve günler geçirirdi. İbsen’in kız kardeşi bir mektubunda bu durumu şöyle anlatıyor: “Bize karşı soğuk dururdu.


Onu yalnız kalmaktan vazgeçirmek için mümkün olan her şeyi yapardık. Kapandığı karanlık odanın kapısını vurup dururduk. Yaramazlığımız onun sabrını tükettiği zaman, birdenbire kapıyı açar ve bizi kovalamaya başlardı; ama pek koşamazdı, çok zayıf olduğu için çabuk yorulur ve hemen yine odasına kapanırdı.” Çocukluğunda en büyük merakı babasının kütüphanesinde bulduğu denizciliğe ait çok eski öykü kitaplarını okumaktı. Resim yapmayı ve kâğıttan şekiller kesmeyi çok severdi. 1842’de İbsen’in ailesi tekrar Skien’e yerleşti. İbsen orada papazların yönettiği bir okula gitti. İncil elinden düşmüyordu. İbsen daha okul sıralarında iken yazdığı yazılarda dikkate değer bir yetenek gösterdi. Bir gün gördüğü düşü bir okul ödevine konu yapmıştı: “Arkadaşlarımla beraberdim. Birçok dağlar aşmıştık. Çok yorgun olduğumuz için eski zamanda Yakub’un yaptığı gibi taşların üzerine uzanmıştık. Arkadaşlarım uyumuşlardı. Ama ben gözümü kapayamıyordum. Sonunda yorgunluk ağır bastı, ben de uyudum ve bir rüya gördüm.

Rüyada bir melek yanıma geldi ve bana ‘Kalk, arkamdan gel’ dedi. Büyük bir korku içinde meleği izledim. Beni uzun ve yüksek merdivenlerden yukarı çıkardı… Birdenbire gözüme yıkık, ölü bir kent göründü. Bu kadavra dünyası, görkemli, parıltılı bir dünyadan geride kalanlardı. Kiliselerin ışığı gibi soluk bir ışık, bu ölü kenti aydınlatıyordu. Bütün ruhumu bir korku kapladı. Melek bana yavaş sesle şu sözleri söyledi: ‘Burayı görüyor musun? Burada her şey hiçtir, geçicidir!’ Sonra binlerce insanın sesini, mırıltısını duydum ve olağanüstü bir fırtına gürültüsü… Kan ter içinde uyandım.” İbsen on altı yaşında öksüz kaldığı için hayatını kazanabilmek zorunluluğuyla Grimstad’da bir eczaneye çırak oldu. Bir yandan şuruplar, haplar hazırlıyor, bir yandan da kendisini şiire edebiyata veriyordu. 1847’ye kadar Norveç Danimarka’nın etkisi altında idi. O tarihte ulusalcılık anlayışı ağırlıktaydı. Tiyatroda yalnız ulusal oyunlar oynanıyordu. Bu hareket, genç şairi öylesine etkilemişti ki, çalıştığı Grimstad eczanesi ona bir süre sonra dar gelmeye başladı. Eczacı olmak istemiyordu. Ruhu başka dünyaların özlemi içindeydi.

1850’de Christiania Üniversitesi’ne girdi. Björnson, Jonas Lie ve Vinje ile beraber Profesör Helmberg’in seminerlerini izledi. Ama dersleri o kadar iyi gitmiyordu. (İbsen her zaman büyük bir gurur ve iftihar duyduğu felsefe doktoru unvanını sonradan almıştır.) O sırada Shakespeare, Schiller ve Goethe’yi okuyordu; ama o dönemde üzerinde en büyük etkiyi Sallustius’un Catilina’sı yapmıştı. Catilina’nın çehresini beynine kazımıştı. Bu, onda devrimcilere karşı derin bir ilgi ve sevgi uyandırdı, bu adla bir oyun yazdı. 1850’de bu yapıt sahnelendi. Ama eleştirmenlerden sert tepkiler aldı. 1851’de İbsen, Björnson, Vinje ile birlikte haftalık bir dergi yayınlamaya başladı. “Helge Hulndingsbane” adıyla çıkan ilk şiirleri ve Norma adlı taşlama türünde bir oyun bu dergide çıktı. Fakat bu dergi ancak dokuz ay yaşamını sürdürebildi. İbsen aynı yıl ünlü kemancı Ole Bull tarafından kurulan Bergen Tiyatrosu’nda yönetmen oldu. Burada 1857’ye kadar çalıştıktan sonra Christiania Tiyatrosu’nun yöneticiliğini üstlendi. Bergen rahibinin ve tanınmış bir yazar olan Madame Thoresen Magdalena’nın kızı Suzanne Deae Thoresen’le evlendi.

Bu bir aşk evliliğiydi. Karısını çılgınca seviyordu. Karısı çok değerli bir kadındı. Kocasının eserlerine büyük ilgi gösterirdi. İbsen’in üzerindeki etkisi çok büyük olmuştu. İbsen’in oyunlarındaki güçlü kadın tiplerinde bu etkinin izlerini bulabiliriz. İbsen düşüncelerini önce ona söyler, yapıtlarını önce ona okurdu. Birlikte üzerinde konuşup, tartışırlardı. Büyük yazar, bu ilişkinin ona ne kazandırdığını çok iyi biliyordu, bundan dolayı da şükranla bağlıydı karısına. Digte adlı şiir dergisindeki şiirlerinden bazılarını karısı için yazdığı söylenir. İbsen karısından söz ederken “O benim yüreğimde yanan kutsal ateşi devam ettiren Vestale’dır. Hiçbir zaman kendisine teşekkür edilmesini istemediği için bu dizeleri ona ithaf ediyor ve böylece teşekkür ediyorum” demiştir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Ünlü şair Sezai Karakoç’un ilham kaynağı.