Bütün o eski ve unutulmuş eşyalar; kesme kristalden hokka takımı, sülüs yazıların ölmekte olan canlılar gibi üstünde kıvrandığı sararmış kâğıtlar, yer yer çatlamış deri koltuk, duvara dayalı bir teli kopuk tambur, çekmeceleri kaybolmuş ceviz masa, çatlak bir porselen tabağın içinde duran, sabundan yapılmış, boyaları dökük meyveler, ortasından geçen ince demir çubuğu paslı, bir yanı göçmüş teneke atlas, duvara yan yana asılmış gümüş kılıçla fildişi baston, odanın bir köşesine yığılmış eski dergiler, maroken ciltli kitaplar; bütün bunlar, bütün oda, bütün ev, hatta belki bütün kent toz içindeydi; incecik bir toz her şeyin üstüne yayılmış, içine sinmiş, eskitip öldürmüştü. Kendisine bütün anlatılanları hatırlıyordu, hiçbirini atlamadan hepsini teker teker hafızasına yerleştirmişti; her birinin anlattığı öbüründen değişikti: Kristal hokka takımı bazılarının anlattığına göre Şeyh Efendinin sünnetinde gelmiş, bazılarının söylediğine göre ise Ragıp Paşaya düğün armağanı getirilmişti; duvardaki fildişi baston bazılarına göre Reşit Paşanındı, bazılarına göre ise Hikmet Bey Selanik’te bir eskiciden almıştı. Bu kentin, bu evin, bu odanın, bu eşyaların tarihi, her anlatana göre değişiyor, her seferinde bir başka hikâyenin, bir başka mevsimin, bir başka zamanın sahibi oluyor ve her seferinde tarihini kaybedip biraz daha yokluğa gömülüyordu.
Ahmet Altan – Kılıç Yarası Gibi
PDF Kitap İndir |