Erika Leonard James – Elli Ton #1 – Grinin Elli Tonu

Aynaya yüzümü sıkıntıyla buruşturarak baktım. Bir türlü söz dinlemeyen lanet olası saçlarım ve hastalanıp beni bu angaryaya mecbur eden lanet olası Katherine Kanavagh. Gelecek haftaki final sınavlarım için çalışıyor olmam gerekirken, burada durmuş, saçlarıma fırçayla söz geçirmeye çalışıyordum. Islak saçla uyumamalıyım. Islak saçla uyumamalıyım. Bu mantrayı arka arkaya tekrarlarken, saçlarımı fırçayla kontrol altına sokmayı bir kez daha denedim. Çileden çıkarak gözlerimi devirdim ve aynadaki, yüzüne fazla iri gelen mavi gözlerini bana dikmiş soluk tenli ve kahverengi saçlı kıza bakıp pes ettim. Tek seçeneğim, inatçı saçlarımı atkuyruğu yapmak ve az da olsa prezantabl görünmeyi ummaktı. Kate oda arkadaşımdı ve gribe yenilmek için bula bula bugünü bulmuştu. Bu yüzden, adını daha önce hiç duymadığım mega-sanayici zengin iş adamıyla okul gazetesi için sözleştiği röportaja gidemeyecekti. Böylece ben gönüllü edilmiştim, ineklemem gereken final sınavlarım, bitirmem gereken bir denemem vardı ve bu öğleden sonra çalışıyor olmam gerekiyordu; ama hayır, bugün Grey Şirketler Topluluğu’nun gizemli CEO’suyla bir araya gelmek için, Seattle şehir merkezine 165 mil direksiyon sallayacaktım. Sıra dışı bir girişimci ve üniversitemizin önemli bağışçısı olan Grey’in vakti olağanüstü kıymetliydi benimkinden çok daha kıymetli ama Kate’e bir röportaj bahşetmişti. Kate, gerçek bir başarı, demişti. Kate’in lanet olası ders dışı aktiviteleri. Kate oturma odasındaki kanepeye kıvrılmıştı.


Kulak tırmalayan kısık sesiyle, “Ana, üzgünüm. Bu röportajı kapmam dokuz ayımı aldı. Tarihi değiştirmek bir altı ayımı daha alır ve o zamana kadar ikimiz de mezun olmuş olacağız. Editör olarak bu işi mahvedemem. Lütfen, ” diye yalvarıyordu. Bunu nasıl başarıyordu? Hastayken bile çocuksu ve muhteşem görünüyordu; çilek sarısı saçları yerli yerinde, yeşil gözleri şu anda kırmızı ve sulu olsa da hâlâ parlaktı. Aniden beliren sempati dalgasını görmezden geldim. “Tabii ki giderim, Kate. Sen yatağına dönmelisin. NyQuil ya da Tylenol ister misin?” “NyQuil, lütfen. Sorular ve dijital kayıt cihazım burada. Şu kayıt tuşuna basman yeterli. Not al, ben hepsini yazıya dökerim.” içimde yükselen panik duygusunu boş yere bastırmaya çalışarak, “Hakkında hiçbir şey bilmiyorum, ” diye mırıldandım. “Sorular işini görür.

Haydi git. Yolun uzun. Geç kalmanı istemem.” “Tamam, gidiyorum. Yatağına dön. Daha sonra ısıtman için çorba yaptım.” Ona sevgiyle baktım. Kate, bunu sadece senin için yaparım. “Isıtırım. Bol şans. Ve teşekkürler, Ana; her zamanki gibi hayatımı kurtardın.” Sırt çantamı alırken ona buruk bir gülümsemeyle baktım ve kapıdan çıkıp arabaya yürüdüm. Kate’in beni bunu yapmaya ikna etmesine izin verdiğime inanamıyordum. Ama Kate beni neye olsa ikna ederdi. Olağanüstü bir gazeteci olacaktı.

Kendini çok iyi ifade edebilen, güçlü, ikna edici, tartışmaya açık ve güzeldi; benim canım, canım arkadaşımdı. Washington, Vancouver’dan Interstate 5’e doğru ilerlerken yollar açıktı. Henüz erkendi ve saat ikiden önce Seattle’da olmam gerekmiyordu. Neyse ki Kate bana spor Mercedes SLK’sını ödünç vermişti. Eski VW Kaplumbağa’m Wanda’nın bu yolculuğu vaktinde tamamlayacağından emin değildim. Ah, Mercedes’le yolculuk eğlenceliydi ve pedalı köklerken kilometreler hızla akıp gidiyordu. Varış noktam Bay Grey’in küresel şirketinin ana merkeziydi. Her mimarın faydacılık hayalini süsleyen, yirmi katlı, her yeri kavisli cam ve metalden ibaret iş merkezinin cam ön kapısının üzerindeki çelikte, dikkat çekmeyen harflerle GREY EVİ yazıyordu. Oraya vardığımda saat ikiye çeyrek vardı; devasa ve samimi olmam gerekirse sinir bozucu cam, çelik ve beyaz kum taşı lobiye adım atarken geç kalmadığım için derin bir oh çektim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle