Honoré de Balzac – Top Oynayan Kedi Mağazası

Bir zamanlar, Saint-Denis caddesinin ortalarında, hemen hemen Petit-Lion sokağıyla birleştiği yerde, bir ev vardı; hani şu benzetme yoluylatarihçilere eski Paris’i göz önünde canlandırmak olanağını veren değerli evlerden biri. Bu yıkıntı evin insanı korkutan duvarları, hiyerogliflerle alaca bulaca bir duruma sokulmuştu sanki. Birbirine koşut çatlaklarla, sıvanın üstünde bir yandan öbür yana, bir köşeden öteki köşeye uzatılmış tahta parçalarının evin yüzüne çizdiği bu X’lerle V’lere, yoldan geçen bir kimse başka nasıl bir ad verebilirdi. En hafif bir araba geçerken bile bu kalasların yerlerinden oynamaları doğaldı. Paris’te bir daha görülmeyecek üçgen biçiminde bir çatısı vardı. Paris ikliminin gereğiolarak kıvrım kıvrım yapılmış olan bu çatı, yolun üstüne doğru üç ayak kadar uzanıyor, böylelikle hem kapının eşiğini, hem de çatı katının duvarını ve hiçbir dayanağı olmayan penceresini yağmur sularına karşı koruyordu. Çatı katı, herhalde bu çelimsiz derme çatma evin sırtına fazla yük olmasın diye, birbiri üstüne çivilenmiş, arduvazı andırır tahtalardan yapılmıştı. Yağmurlu bir mart sabahı, paltosuna sarınmış genç bir adam bu eski evin karşısındaki dükkânın saçağı altında durmuş, bir arkeolog heyecanıyla evi inceliyordu. Doğrusu ya, on altıncı yüzyıl kentsoylularından arta kalan bu yıkıntı, kendisine bakanları uzun uzun düşündürüyordu. Her katta bir acayiplik vardı: Birinci katta birbirine yakın, uzun ve dar dört pencerenin alt kısımlarının camları çıkarılarak yerlerine tahtalar konmuş; kurnaz bir satıcının kumaşlara alıcıların istediği rengi verebilmek için yararlandığı hafif bir ışık içeriyegirsin diye böyle yapılmıştı. Delikanlı evin bu en esaslı kısmına hiç aldırış etmiyor gibiydi, gözleri henüz bu kısımda durmamıştı. İkinci katın kalkık panjurları altından, Bohemya camından yapılmış büyük pencerelerin arkasında görünen kırmızı müslinden küçük perdeler de onu ilgilendirmiyordu. Onun dikkatini çeken, üçüncü kattaki pencerelerdi; bunların kaba bir yöntemle işlenmiş tahta kısımları, Fransız marangozluğunun ilk çalışmalarını göstermek için küçük sanatlar müzesine konsa, buna değer. Pencerelerdeki camların rengi öyle yeşildi ki, keskin görüşü olmasaydı, delikanlı, bu evin gizlerini yabancı gözlerden saklayan mavi hareli tül perdeleri fark edemeyecekti. Bir şeyler araştıran bu adam, ya sonuç vermeyen bakışlarından ya da bütün mahalle gibi bu evin de gömülmüş olduğu sessizlikten sıkılarak, arada bir evin alt kısımlarına doğru bakıyordu.


Gerçekten içinde gülünecek birçok şeyin bulunduğu dükkâna yenidenbaktığında, dudaklarında elinde olmadan bir gülümseme beliriyordu. Neredeyse çökecek olan bu eski evin ağırlığıyla eğilmiş gibi duran dört direğin üstüne, yatay olarak dayatılmış kocaman bir tahta parçası, binbir türlü boyayla boyanmıştı; kart bir düşesin yanağında da ancak bu kadar al vardır. Büyük bir incelikle işlenmiş bu geniş direğin ortasında da top oynayan bir kediyi betimleyen eski bir tablo vardı; bu resim delikanlının çok hoşuna gitmişti. Şunu da söyleyelim ki, zamanımız ressamlarının en alaycısı bile bu kadar gülünç bir şey uyduramaz. Kedi patilerinden biriyle kendisi kadar büyük bir raket tutuyor, işlemeli giysili şık bir bayın attığı kocaman topa nişan almak için de art ayakları üstünde yükseliyordu. Çizgiler, renkler, ayrıntılar, herşey, sanatçının tüccarla, gelip geçenlerle eğlenmek istediğine insanı inandıracak biçimde kullanılmıştı. Zaman, her şeyi anlamak isteyen halkın zihnini kurcalayacak olanbu çocukça resmin şurasını burasını değiştirmiş, daha kaba bir duruma sokmuştu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir