Mihail Şolohov – İlyuşa

Kırmızı düğme mahzun gülümsedi, kemik olan, kibirli bir yüz ifadesi takındı. Hepsi de işçinin evinin penceresinin kenarına yanyana dizilmişlerdi, konuşmaları kolaydı. “Gerçekten, centilmenler, nasıl canlı kaldığımı anlayamıyorum.” Kemik düğme soylu tavırlarla konuşmaya başladı. “Paçavra kokusu, daha doğrusu köylü kokusu bir kabus ile az önce muhteşem bir paltoda yaşıyordum. Sahibim eski günlerde büyük bir imalatçıydı, ama şimdi mutemetlik yapıyor. Daima yetecek kadar parası oldu. Defterini sık sık silerken fısıldardı: “Bitireceğim gizli poliside beni sıkıyorlar.” Parmaklarıyla trampet çalar gibi yapardı. Geceleri, çoğu zamanlar, şık bir arabacının sürdüğü arabayla dansöze giderdik, paraları üzerine dökerdi. Sonra caddelerde uzun turlar atardık. Bir keresinde gazinodan çok uzak değil erdi, “Benimle gel” diye fısıldadı kadın, beni tuttu, onu kapıya doğru götürdü. “Beni suça teşvik ediyorsun,” diye korkuyla bağırdı adamım. Kadının elinde kaldım. Adamı tokatladıktan sonra beni yere attı.


Birçok serüvenden sonra kendimi burada buldum. Ne derseniz deyin, Ama pis kokulu köylünün pantalonunu süslemek bana hiç çekici gelmiyor. Ciddi ciddi intihar etmeyi düşünüyorum. “Evet, aşk büyük bir şey! dedi kırmızı düğme. “Bir zamanlar kızıl savaşa katıldık. Mermiler yanımdan ıslık çalarak geçti. Perekop’ta, bir kazak kılıcı beni ikiye ayırdı, ama tamamen değil. O günler tatlı bir rüya gibi gelip geçti. Sonra sessizlik geldi… Kızıl komiserim, matematik ve diğer konulan çalışırken, şapkasının altında terlemeye başladı. Ama genç bir bayan daktilocuyla dost olmuştu. Her şeyi ona gitti. Beni tutan ipler iyice incelmişti ve Kızıl Komiserin yüzü de iyice sa 6 rarmiştı. Eline alıp bana baktığında ipi gördü ama atmadı, ke j derle içini çekti ve mırıldanarak Troçki’yi savundu.” “Burjuva ideolojisi,” dedi metal düğme alaycı gülümseyerek. “Buraya gelişim daha basit oldu.

Emek Fakültesinde okuyan bir Genç komünistin pantalonundaydım. ” Kemik düğme, dudaklarının köşelerini aşağıya kıvırdı; kırmızı düğme sıkıntıdan pembeye döndü. Sahibim,” diyerek devam etti metal düğme. “Kabarık saçlı, çatık kaşlıydı ama neşeli gözleri vardı. Çok çalışırdı. Ders çalışmadığında garda hamal ık yapardı. Bütün gün Genç Mu hafız şarkısını söylerdi. Harcamalarını sadece temel gereksinmelerine indirgemişti. Bir çift yeni pantalon satın aldı, onlarla birlikte beni de. Yalnız bu pantolonu kul andığı söylenemez. Diğer beş delikanlıyla birlikte kul anırdı. Genç ve kuvvetliydiler, parfüm değil, gençlik ve direnç kokarlardı. Kabarık saçlı, hep okuyordu. Sık sık bölge komitesinde konuşmalar yapardı. Uygun bir ifade bulamadığında, pantalonunu çekiştirirdi.

Bunu yapardı, çünkü göbek diye bir şey yoktu. Orada komünizmin kokusuyla iyice ıslanırdım; inanın bana, kendimi çok iyi ve çılgın gibi hissederdim. Çocuklar bir gün eve sıkıntı ve kederle geldiler. Tarihsel Maddecilik kitabını almışlar, Gençlik Gerçeği’ne abone olmuşlardı, paraları kalmamıştı. Bir iki saat sessizce oturup dü şündüler. Sonra kabarık saçlı, beni sevgiyle çekiştirdi ve coşkuyla konuştu: “Emek Fakültesi’ndeki çalışmalarımızı mı tamamlayalım yoksa yeni pantolon mu alalım? Haydi çocuklar, gidelim ve onları pazarda satalım. Müthiş bir neşeyle pantalonlar toplandı. Ama bu arada ben orada kaldım. Yarım saat sonra, hepsi yere uzanmış Tarihsel Maddecilik’ı okuyorlardı, Yatağı n altında yatarken, düşündüm: “Er ya da geç güvenilir savaşçı bir komünist gelecek ve kabarık saçlı delikanlı gibi bana değer verecek…” “Evet, elbette…” diyen kemik düğme kekeledi. Ama metal düğme, bir küçük görmeyle yere baktı ve komşularına arkasını döndü. “Dinlenmeyeceksen, bize göster payını al!” Hemen hazırlanıp yola koyuldular. Darya önde, Trofim Nikitiç’le oğlu arkada. Şansları kötüydü. Koca karınlı bir ayı ininden dışarı çıkınca şaşırıp kaldılar, rastgele ateş ettiler; ama ya şanssızlıktan ya da başka bir nedenden ayı kaçtı. Trofim Nikitiç eski tüfeğini, tekrar ateş eder mi diye düşünerek kontrol etti ve temizledi.

İlya’ya sırıtarak baktı ve sonunda konuştu: “Hayvanı kaçırmamalıyız. Geceyi ormanda geçireceğiz.” Ertesi sabah, batıya doğru giden ayıyı gördüler, karın üzerinde izleri açıkça bel iydi. Trofim ve oğlu iki gün kadar dolaştılar. Soğuk ve açlıkla yüzyüze geldiler. Yiyecek stoklarını ikinci gün bitirmişlerdi. Üçüncü günden sonra küçük bir açıklıkta ayıyı buldular. Trofim Nikitiç ilk kez konuştu, üçyüz kiloluk enkazı kontrol eden oğluna bakarak: “Ama daha kuvvetli olmalısın oğlum! Evlendiğim zamanki gibi değilim. Yaşlanıyorum, dermansızım. Hayvanı taşıyamayacağım galiba, isteğimi de kaybettim, çok sulu gözlü oldum. Bak, ayının yavrusu var, karnında…” İlya, kanlı bıçağını kara sapladı, alnına düşen saçlarını geriye atarak düşündü: “Şimdi başlıyor…” Öyle de oldu.^Annesinin, babasının aynı şeyleri sürekli konuşmadıkları bir gün bile geçmiyordu: “Evlen, evlenmelisin! Zaman geçiyor, annen çalışmak için oldukça yaşlı, annene yardım edecek genç bir kıza ihtiyacımız var.” İlya, sobanın başında oturdu, dinledi, ta ki dırdırları sabrını taşırana dek. Sırt çantasına testere koydu, baltasını ve diğer marangozluk aletlerini topladı, yolculuk için hazırlanmaya başladı. Ama yolculuğu baştan sona rastgele olmayacaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir