Jean-Paul Sartre – İş İşten Geçti

Sarı kapalı panjurların arasından ancak bir ışık çizgisi sızan bir oda. Bir ışık demeti, büzülmüş parmaklarıyla, kürkten bir yorganı tırmalayan bir kadın elini meydana çıkarıyor. Işık bir nişan halkasının altınını parıldatıyor ve kolun yukarısına doğru kayarak Eve Charlier’nin yüzünü aydınlatıyor. Gözleri kapalı, burun delikleri küçülmüş, acı çekiyor olmalı, durmadan kımıldıyor ve inliyor. Bir kapı açıldı, kapının aralığında bir adam göründü. Şık, siyah saçları, güzel koyu gözleri, Amerikanvari bıyıkları olan otuzbeş yaşlarında bir adam. André Charlier bu. Karısına dikkatle bakıyor, fakat bakışındaki dikkat soğuk, sevgisiz. İçeri girdi, kapıyı yavaşça kapattı, sessiz adımlarla ilerleyerek Eve’e yaklaştı. Kadın, onun girdiğini işitmemişti. Yatağına uzanmış olan Eve, geceliğinin üstüne çok şık bir de ropdöşambr giymişti. Kürkten bir yorgan bacaklarını örtüyordu. André Charlier bir an, yüzünde çektiği acı okunan karısını seyretti, sonra eğilip seslendi: — Eve!. Eve!.


Eve gözünü açmadı, büzülmüş yanaklarıyla uykuya dalmıştı. André doğruldu ve başını, üzerinde bir su bardağı bulunan masaya çevirdi. Cebinden küçük bir şişe çıkardı, şişeyi bardağa yaklaştırdı, ağır ağır birkaç damla akıttı içine. O sırada Eve, başını oynatınca André, şişeyi hızla cebine koydu; sert ve keskin bir gözle, uyuyan karısına bakmaya başladı. CHARLIER’LERİN SALONU itişik salonda, genç bir kız, sonuna kadar açık olan pencereye dayanmış, sokağı seyrediyor. Yoldan yürüyüş halinde olan bir kıtanın düzenli ve gittikçe yaklaşan ayak sesi geliyor. André Charlier, salona girip kapıyı kapıyor. Yüzünde telaşlı bir ifade var. Genç kız, kapanan kapının sesini duyunca arkasını döndü. Körpe ve güzeldi. Onyedi yaşlarındaydı, ciddi ve dalgın görünmesine karşın, küçük yüzünde hâlâ çocuksu bir hal var. Dışarıda, yere vuran çizmelerin tekdüze uyumu arasından gür ve düzenli bir yürüyüş marşı yükseliyor. Genç kız ani bir hareketle pencereyi kapattı. Sinirlerini güç zaptedebildiği belliydi. Döndü, öfkeli bir tavırla: — Sabahtan beri durmadan geçiyorlar! dedi. André, onu görmemezlikten gelerek birkaç adım yürüdü, yapmacık bir tavırla bir kanepenin önünde durdu.

Genç kız yanına geldi, sabırsız bakışlarındaki soruya yanıt bekliyordu. Adam başını kaldırdı, genç kıza şöyle bir baktı, boyun eğen bir tavırla yüzünü ekşiterek cevap verdi: — Uyuyor. — İyileşeceğini umuyor musunuz? André cevap vermedi. Genç kız sinirli bir halde dizini kanepeye dayadı ve André’nin kolunu sarstı. Nerdeyse ağlayacaktı. Birden bağırdı: — Beni çocuk yerine koymayın, yanıt verin bana! André, genç baldızının yüzüne baktı, hafifçe saçlarını okşadı, sonra sesine elinden geldiği kadar kardeş sevgisi ve gizli bir acı katarak mırıldandı: — Güçlü olun, buna ihtiyacınız olacak, Lucette. Lucette hıçkırıklarla ağlamaya başladı, başını kanepenin kenarına dayadı. Acısı içten ve büyüktü; fakat bu pek çocukça ve bencilce bir acıydı. Nazlı büyümüş bir çocuktan başka bir şey değildi o. André yavaşça seslendi: — Lucette!. Lucette başını salladı: — Bırakın beni… Bırakın beni… Ben güçlü olmak istemiyorum. Ne büyük haksızlık bu! Onsuz ne olurum ben? André, genç kızın saçını, sonra omuzunu okşamaya devam ederek yineledi: — Lucette, rica ederim, sakin olun. Lucette, adamın elinden kurtularak kendini kanepeye attı. Başını ellerinin arasına aldı, dirseklerini dizlerine dayadı: — Yeter! Dayanma gücüm kalmadı! diye inledi. André kanepenin etrafını dolaştı.

Genç kız artık ona bakmadığı için, o sert tavrını yeniden takınmıştı, devam eden Lucette’i gözetliyordu: — Bir gün umutlanırsın, ertesi gün bir de bakarsın, bütün umutların uçup gitmiş. İnsan çıldırır… Eve’in benim için ne demek olduğunu biliyor musunuz? Hızla André’ye doğru döndü. Adamın yüzü derhal acımalı bir anlam almıştı. Kız, gözyaşları arasında devam etti: — Yalnız bir abla değildir benim için o, André. Benim annem ve en iyi arkadaşımdır da. Bunu siz anlayamazsınız. Bunu kimse anlayamaz. André, yanına oturdu, tatlı bir sitemle: — Lucette, benim de karımdır, dedi. Lucette utanarak adamın yüzüne baktı, ona elini uzattı: — Sahi, André, özür dilerim. Ama biliyor musunuz, onsuz dünyada kendimi öyle yalnız hissedeceğim ki… — Peki, ya ben, Lucette? André, genç kızı kendine doğru çekti. Büyük bir güven ve saflıkla kendini bırakan Lucette, başını André’nin omuzuna dayadı. André ikiyüzlü bir tavırla konuşuyordu: — Ben yanınızda oldukça sizin “Yalnızım” diye düşünmenizi istemiyorum. Biz ayrılmayacağız, birlikte yaşayacağız Lucette. K İ Yatışmış olan genç kız gözünü kapamıştı, bir çocuk gibi burnunu çekip duruyordu. SUİKASTÇILARIN SOKAĞI ral Naibi’nin milis kıtalarından bir müfreze kalabalık bir sokağın içine daldı.

Başlarına dar kenarlı basık kasketler geçirmiş, sağlam gövdelerini parlak bir kayışın kuşattığı koyu renk birer gömlekle örtmüş, otomatik tüfekleri omuzlarına asılı milisler sert adımlarla ilerliyordu. Yürüyüş halinde olan kıtanın söylediği marş birden duyuldu. İnsanlar yoldan geri dönüyor veya yolunu değiştiriyor, bazıları da evlere giriyordu. Bir çocuk arabasını itmekte olan bir kadın, yavaşça ve hiç bozuntuya vermeden, olduğu yerde dönerek dağılan yolcuların arasında uzaklaşıyor. Kıta, birkaç metre ilerisinde miğferli, tüfeklerini koltuklarının altına almış, iki milis eri olduğu halde yürümesine devam ediyordu. Kıta ilerledikçe, sokak da yavaş, fakat düşmanca olduğu belli bir gösterişle tenhalaşıyordu. Bakkal dükkânının kapısı önünde duran kadın-erkek kalabalığı sanki sessiz bir emri yerine getirir gibi ağır ağır dağıldı. Bir kısmı dükkânlara, bir kısmı da kapı saçaklarının altına giriyor. Daha ötede, birtakım hizmetçiler, etrafında toplanmış oldukları seyyar satıcı arabalarını bırakarak dağılıyor. Bir çocuk, elleri cebinde, yapma ve sahte bir yavaşlıkla adeta milislerin ayakları dibinden sokağı geçiyor. Yoksul görünen bir evin kapısının kenarına sırtını dayamış iki gürbüz delikanlı, kıtanın geçişini alaycı bir edayla seyrediyor. Sağ elleri ceketlerinin cebinde.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir