Mark Helprin – Kış Masalı

Büyük bir şehir, kendi kendinin portresinden başka bir şey değildir ve her şey söylenip yapıldığında bile, onun manzara ve görüntü donanımı, derinlerde kıpırdayan bir planın parçalarıdır. Bu planın okunacağı bir kitap olarak düşünülürse, New York şehri emsalsizdir. Bütün dünya kalbini Palisades’ten* bu şehre döktüğü için, onu hak ettiğinden çok daha fazlasıyla iyi bir şehir yapmıştır. Fakat şehir, sık sık olduğu gibi, içinde, bizlerin soğuk siste inleyen bir rüzgârla yarışırcasına, sırrına varılmaz bir hızla koşuşturmasını da barındıran ve bir balyadan dökülen pamuk veya lokomotif buharı gibi parıldayıp yayılarak kendi üstüne yuvarlanan beyaz bir yığının karanlığına gömüldü şimdi. Dur durak bilmeyen seslerin gözleri kör eden dokusu merhametsizce uçuşmaya devam ederken, perde aralanıyor… Bulutların ortasından ayna kadar pürüzsüz ve berrak bir gökyüzü gölü ortaya çıkıyor; beyaz bir kasırganın dipsiz ve yuvarlak gözü bu. Bu gölün dibinde şehir yatıyor. Kendi büyük yükseltilerimizin arasından bakınca, küçük ve uzak görünüyor; ancak içindeki çalkantı çok belirgin ve ona kıyasen, şehrin kendisi bile bir böcekten daha büyük değilken, o canlı. Bizler düşüyoruz şimdi ve bizlerin gözlenmesi imkânsız hızdaki düşüşü, bizi başka bir zamanın sessizliğinde çiçeklenen hayata götürecek. Bizler, mutlak bir sessizlik içinde, buzları çözülen bir zaman diliminin dibine çökerken, kış renklerinden bir tablo ile karşılaşıyoruz. Bunların hepsi çok güçlü ve bizi içeriye çağırıyorlar. * Çevirenin Notu : İngilizce, “uçurumlu kıyı şeridi” veya yalıyar anlamında. New York’un, Hudson Nehri’nin batı kıyısındaki, Hudson Palisades ve New Jersey Palisades olarak anılan yalıyarları. Henüz pek derinleşmemiş beyazlığın caddeleri sükunetle kapladığı ve açık mavi bir sel gibi sökmek üzere olan şafağın aydınlattığı doğu yönü hariç, gökyüzünün titrek yıldızlarla dolu olduğu sakin bir kış sabahında, beyaz bir at vardı. Hava sakindi ama biraz sonra güneş yükselip, Kanada üstünden gelen rüzgâr Hudson’a hücum ettiğinde, kıpırdanmaya başlayacaktı. At, sahibinin Brooklyn’deki tahta kaplanmış küçük ahırından kaçmıştı.


Gün doğmadan önce, şehrin üstünde hâlâ yıldızlar parlıyor ve köprü geçiş memuru sobasının başında uyukluyorken, Williamsburg Köprüsü’nün araba yolunda tek başına tırıs gidiyordu. Köprünün üzerindeki taze kar, takip edilip edilmediğini anlamak için arada sırada arkasına dönüp bakan atın nal seslerini yutuyordu. Brooklyn çıkmazından beri sessiz kiliseleri ve kepenkleri kapalı dükkânları geçerek, dört veya beş millik eşkin koşusuna harcadığı gayretinden dolayı bedeni ısınmıştı ve nefes nefese kalmıştı. Karanlıkta, sadece gecenin içinden ve Hell Gate’in* altından süzülerek gelecek balıkçı teknelerini bekleyen pazarcı tayfasının ayakta olduğu Narrows’un buz kaplı sularının güneydeki uzak ucunda görünen parıltı, Manhattan’a giden feribotun ışıklarıydı. At gemi azıya almıştı ama hâlâ yaptığı şeyden endişe duyabiliyordu. Sahibinin ve sahibesinin birazdan kalkıp ışığı yakacaklarını biliyordu. ______________________ * Çevirenin Notu:Inǚ gilizce, cehennem kapısı’ anlamındaki Hell Gate, New York’ta bir köprü adı.*** Kedi, düpedüz aşağılanarak mutfak kapısından dışarı atılacak ve hayvan, geri geri uçarak karla kaplı talaş yığınının üzerine düşecekti. Sıcak tereyağı ve yaban mersini kokusu ateşteki çam odunlarının tatlı kokusuna karışacak; çok geçmeden de sahibi onu yemlemek ve süt arabasına koşmak için avluyu geçip ahıra yürüyecekti. Fakat o, orada olmayacaktı. Iyǚ i bir şakaydı; ancak bu isyankarlığı kalbinin korkuyla çarpmasına neden oluyordu; çünkü çok geçmeden sahibinin onun peşine düşeceğinden emindi. Feci bir dayak yiyebileceğinin farkında olmasına rağmen, sahibinin eğlendiğini, memnun olduğunu ve çok sık olmadığı takdirde, uygun bir şekilde, iyi hazırlanmış ve cesaretle uygulanmış başkaldırıdan hoşlandığını hissediyordu. Ahır kapısını tekmelemek gibi biçimsiz, hoyrat bir isyan, kırbaca vesile olurdu. Ancak o durumda bile sahibi kırbacı her zaman kullanmazdı; çünkü cesur mizaçlı hayvanları takdir ederdi ve bu beyaz atın esrarengiz zekasının hem farkındaydı hem de onun değerini biliyordu. Kendi mesuliyetinde olmasa ve kaybından kederlenmeyecek olsa bile göz ardı edemeyeceği bir zekaydı bu.

Ayrıca adam ata bayılıyordu. At daima Manhattan’a kaçıyor, sahibi de onu orada aramaktan gocunmuyordu; çünkü bu durumda eski arkadaşlarından yardım isteme imkânı doğuyor, başıboş dolaşan, çıplak, gemsiz, yularsız ve battaniyesiz, çok güzel ve çok iri bir beyaz aygırı gören olup olmadığını sormak için, bir iki bira içebileceği barlara uğrama fırsatı buluyordu. At Manhattansız olamıyordu. Manhattan atı, mıknatıs gibi, vakum gibi, yulaf gibi, bir kısrak gibi veya ucu bucağı olmayan ağaçlıklı bir yol gibi çekiyordu adeta Köprürampasından indi ve biraz durdu. Odžnünde, değerli rüzgârın sesini bekleyen, bin tane sessiz cadde vardı. Henüz kar yığınlarını kıpırdatmadan ıslık çalmaya başlayan rüzgâr altında, karla kaplı beyaz ve boş caddeler, ona keyif veren dolambaçlardı. Boş tiyatro binalarını, muhasebeci yazıhanelerini ve kar hattına dizilmiş yüksek ve karanlık çam korularına benzeyen ağaçlıklı rıhtımları geçti. Karanlık fabrikaları, bomboş parkları, sobalarına yeni atılan odunların dumanıyla havaya tatlı bir güven duygusu yayan küçük sıra evleri de geçti. Paçavra toplayıcıları ile kol bacağı eksik adamların doluştukları ürkünç bodrumların önünden yürüdü. Aniden bir bar kapısı açıldı ve sokağa atılan sıcak su, buhar bulutları çıkararak yere saçıldı. Kendi donmuş bedenlerinin paçavra kaplı tortop tabutlarında yatan adamların yanından geçerken ürktü. Tıknaz ve gürbüz yük beygirlerinin gücüyle canlanarak pazar yerlerinden çıkıp şehre yayılan kızaklar ve arabalar, zillerini çıngırdatarak caddelerde yarışmaya başladılar. Fakat at, pazar yerlerinden uzak durdu; çünkü şafak saatleri olduğu hâlde oralarda öğlen hareketliliği başlamıştı bile. Ana caddelerin sakin akışını takip etti; çelik iskeletleri görünen, hummalı inşaatlarının molasındaki binaları geçti. Kadınsı güzellikteki Brooklyn’i zengin amcası Manhattan’a bağlayan yeni köprülerin görüş alanından çıkmamaya çalıştı.

Şehrin, taşraya uzanan köprüden elleri, mazinin sonuydular; çünkü sadece derin sular üstündeki mesafeyi değil, rüyaları ve zamanı da aşıyorlardı. Boş bulvar ve caddelerde canlı bir tırıs tutturan beyaz atın kuyruğu, sağa sola sallandı. Bir rakkas gibi hareket ediyordu ki bunda şaşılacak bir şey yoktu: atların müthiş güzel hayvanlar olmasının ötesinde belki de asıl kayda değer olan şey, daima bir müzik duyuyorlarmış gibi hareket etmeleridir. Kendini de hayrete düşüren kuşkusuz bir güdüyle, güneye, uzun ve dar bir caddenin ilerisinde peydah olmaya başlayan ve yüksek ağaçların gölgeleriyle kaplanmış beyaz bir açıklık gibi görünen Battery’ye* doğru ilerledi. Battery Limanı, yeni ışıkların, yeşil, gümüşi ve mavi renklerle titreşen katmanlarına bürünmüştü. Bu kutup gökkuşağının sonunda, ufukta, bütün şehrin içine gömüldüğü beyazlık, güneşin yükselişiyle altuni renge dönüşüyordu. Ufuktaki sarılık, bin şehrin bulunduğu bir yer veya cennetin sınırı gibi görünene kadar, sıcaklığın ve ışık kırılmalarının yükselen dalgalarıyla çalkalandı. At, gözlerine dolan altın ışıkları seyretmek için durdu. Ulaşılması imkânsız bu davetkar mesafeyi dikkatle izlerken, burun deliklerinden buhar fışkırdı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir