Melissa Panarello – Yusufçuk Gece Gelir

Saçlarının arasına arı kaçmış biri gibi sokağa fırladım. At kuyruğu yaptığım saçlarımın arasına kaçmış arı vızıldıyor, kanatları saçlarıma sürtünüyor, vızıldıyor da vızıldıyordu. Sürekli vızıldıyordu. Onu kovalamıyordum. Kovanını saçlarımın arasına kurmasına izin vermiştim bir kere. İzin vermiştim çünkü o narin, iki renkli bedeni ile kafamın içindeki düşünceleri evirip çeviren, onlarla oynaşan bir arının olduğunu bilmeyen birileri, olup bitenden habersiz bir şekilde, “bal peteği gibi saçların var ” desin istiyordum. Ve arıcığım bana eşlik ediyor, bana arkadaşlık ediyordu. Çok güvenilir olmasa bile gözden çıkarılamayacak bir dosttu. Zaman zaman, ensemi ufak ufak ısırıyordu. Canımın yanması gerekiyordu ama arıcığım o denli küçüktü ki canımı acıtamıyor, zehri yerine balını bırakıyordu saçlarımın arasına. Günün birinde arı kulağıma bir şeyler fısıldadı. Ama öyle usulca söyledi ki sesi pek duyulmuyordu, ne dediğini anlayamadım. Ne söylemeye çalıştığını da hiç sormadım ve bir gün, aniden, saçlarımın arasından uçup gitti. Yoldan geçmekte olan birisi de öldürdü onu. Ezip geçti üzerinden.


Ve ben, beyaz mermerin üzerinde parıldamakta olan sıvıyla karışık maddeyi gördüm. Görünenleri küçük bir fırça ile alıp tahlil edilmesi için laboratuvara götürdüm. “Zehir bu, ” dedi biyolog. “Zehir mi? ” dedim. Demek ki arıcığım birisi çarptığı için ölmedi, zehirlenerek öldü, öldürüldü. Kısa bir süre önce beni ısırmıştı. Dün nasıldın? iyi miydin? Dün eve geldiğinde, mutfakta, alazının kızılı görünen sobanın yanında sigaranı yaktığında, kedi boynuna atılıp nefesi ile içini ürperttiğinde, gözlerini yumup bacaklarını ana karnındaki cenin gibi kıvırdığında ne düşünüyordun? iyi miydin? İçimdeki huzursuzluk, seni yolcu etmek için havaalanına gittiğimizde, sana yaklaşıp “Anladın değil mi? Biletini onaylat, yürüyen merdivenlerden çık, metal tarayıcıdan geç, uçuş kartında yazılı numaralı kapıdan geç, hepsi bu. Vardığında da beni ara,” dediğim zaman başladı. Bunları söyleyip şöyle biraz uzaklaştıktan sonra bir kez daha yanına geldim, bir kez daha, detaylı olarak aynı şeyleri anlattım. Metal tarayıcı aletini ellerim ve kollarımla, gözünde biçimini canlandıracak şekilde anlattım. Sonra seni hafifçe, bedenlerimiz birbirine değmeyecek biçimde kucakladım ve kulağına usulca “Teşekkür ederim. ” diye fısıldadım. Sen, benimkinden daha yumuşak bir biçimde “Ben sana teşekkür ederim tatlım,” dedin. Aynı akşam Thomas ile seviştim. Gözlerinin içine bakarak “Son kez sevişiyormuşuz gibi sevişelim,” dedim.

Bocaladı ve “Ne demek istiyorsun sen?” dedi. “Şaşkın! Dünyanın sonu değil ya. Yalnızca sevgi taşkınlığı bu, korkulacak bir şey değil.” “Ne?” dedi afallamış bir halde. Omuzlarımı silktim. “Parçalanmaktan, bölünmekten bıktım usandım. Şöyle sonsuzluğa doğru uzanmak istiyorum,” dedim. “Ama sen bunu hep yapıyorsun,” dedi. Bir kez daha omuzlarımı silktim, ufladım. Hayır, ben bugüne kadar hayatımda hiç sonsuza doğru uzanmadım. Ben sonsuzluğu bilmiyorum ki, görüp tanımadım ki. Ben sınırları, sınırlanmaları, sınırlandırılmaları bilirim; felce uğramayı, eksilip azalmaları, sakatlanmaları bilirim. Yo yo hayır, sonsuzluğun ne olduğunu kesinlikle bilmiyorum diyebilirim. “Bak şimdi, diyelim ki ikimizden biri yarın ölecek ya da diyelim ki ikimizden biri yarın çok uzun bir yolculuğa çıkacak ve birbirimizi ancak yıllar sonra görebileceğiz. Belki de bir daha hiç karşılaşmayacağız.

O zaman birbirimizi kim bilir ne kadar çok severdik bir düşünsene.” O çok yakışıklıydı, ben çok güzeldim. Komodinin üzerindeki abajurdan dağılan ışık, yüzlerimizde saman taneleri gibi parçalı ve renkli gölgeler bırakıyordu. Sevişme sonrasında artık sırf o değil, o ve sen vardınız. Ben yalnızca konu mankeni olarak bulunuyordum. Sen ve o, ikiniz beni sevdiniz, parçalara ayırdınız ve öptünüz. Senin burnunu, onun ağzını, senin kulaklarını, onun gözlerini görüyordum. Bir yerine iki kalbin ayrı ayrı atışını hissediyordum. Bedenimin sıçramalarıyla “Seni seviyorum, seni çok seviyorum!” diye avaz avaz bağırdığımda, bunu hem ona hem de sana söylüyordum. Sen ve o, ruhumun ve bedenimin koruyucuları. Yaşamımın balkonundan, sanki ben istememişim, hiç talep etmemişim gibi kibirle bakınırken, siz beni izliyor ve koruyordunuz. Teri tenin gibi kokuyordu, senin tenin de onun teri gibi kokuyordu. Sonra hiçlik. Gösteri sonrası inen sahne perdesi gibi gözkapakları kapandı ve doygun soluklar odanın kokularına karıştı. Sen, sen öylece kaldın.

Sen hiç benim yaşamıma ve özgürlüğüme kastetmedin. Sen çok hafifsin, ben ağır. Bundan böyle, sana karşı hissettiğim o en uçtaki, o en aşırı ama aynı zamanda da o çok hoş duyguya yer açabilmek için, yaşam üzerine ürettiğim tüm kuramları bir kenara itmeli ve susturmalıyım. Büyük bir olasılıkla sen buna değersin. “Roma’ya bir bilet, yalnızca gidiş,” dedim. Seyahat acentasındaki görevli yüzüme baktı, gülümseyerek “Bu kez nereye gidiyorsun?” diye sordu. Her bir mimiğini ezberlemek isteyerek yüzüne uzunca bir süre baktım. “Eve,” dedim. Başını saygıyla selamlar gibi öne eğdi ve gözleriyle alttan alta bakarak “Hemen kesiyorum biletini,” dedi. Bilgisayarın tuşlarını tıkırdatarak bileti keserken ben de hemen arkamda asılı duran turistik afişleri incelemeye başladım. Kongo’dan Laos’a kadar her yere gidebilirdim. Paris’ten Hokkaido’ya. Valparaiso’dan Atina’ya. Özendirici ve heveslendirici sonsuz seçenek omuzlarımın üzerinde, hemen şurada, arkamda uzanıyordu. Artık bir kere yola çıktıktan sonra, kaçışımı istediğim biçimde başlatabilir, istediğim gibi şekillendirebilirdim.

Sorumluluk duygusu gözümü korkutuyordu, her zaman korkuttuğu gibi. “Roma’ya karar verdin, değil mi?” diye sordu görevli. İncelemekte olduğum afişlerden önüme dönerek ona doğru baktım ve gülümseyerek onay verdim. “İstersen biletini elektronik ortamda kesebilirim,” dedi. “Yo, yo teşekkür ederim. Biletimi elimde tutmak istiyorum.” Aslında yürümeye yeni başlamışım; ama sanki yüzyıllardır kâh iyi kâh kötü geçen bir yürüyüşteymişim hissi veren bir yolun ufkunda, aniden karşıma çıkıveren yeni bir yol gibiydi bu. Kaygısız, tasasız yürüdüğüm, bir yere varıp varmadığını ya da vardığımda ne yapacağımı sorgulamadan çıktığım bu yolun başka bir yolla kesişeceği hiç aklıma gelmemişti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir