Paul Auster – Sunset Park

Neredeyse bir yıldır terk edilmiş şeylerin fotoğrafını çekiyor. Günde en az iki, bazen de altı yedi iş çıkıyor; her seferinde de o ve iş arkadaşları, giden ailelerin geride bıraktığı, gözden çıkarılmış sa kokusunu yok edemiyor. Sonra, birtakım nesneler, unutulmuş eşyalar, terk edilmiş şeyler oluyor hep. Şimdiye kadar binlerce fotoğraf çekti; giderek filizlenen bu arşivdeki resimlerde kitaplar, ayakkabılar, yağlıboya tablolar, piyanolar ve tost makineleri, oyuncak bebekler, çay takımları ve kirli çoraplar, televizyonlar ve satranç, dama gibi oyun tahtaları, parti giysileri ve tenis raketleri, kanepeler, ipek çamaşırlar, derz dolgu tabancaları, raptiyeler, plastik action figürleri 1 , rujlar, tüfekler, rengi solmuş şilteler, çatal bıçaklar, poker fişleri, bir pul koleksiyonu ve kafesinin dibinde yatan bir kanarya ölüsü var. Neden kendisini bu fotoğrafları çekmek zorunda hissettiğini bilmiyor. Bunun boşuna bir uğraş olduğunun, hiç kimseye bir yarar sağlamayacağının farkında; ama yine de her eve girişinde eşyaların kendisine seslendiğini, artık orada olmayan insanların sesiyle konuşarak kaldırıp atılmadan önce son bir kez kendilerine bakılmasını rica ettiklerini seziyor. Ekipteki diğer görevliler onun bu fotoğraf çekme saplantısıyla alay ediyorlar; ama o hiç oralı olmuyor. Ona göre ötekilerin hiç önemi yok, onları küçümsüyor. Ekip şefi Beyni Sulanmış Victor; kekeme geveze Paco; nefesi hırıltılı, şişko Freddy – hiçliğin üç silahşoru. Yasa, belli bir değerin üstündeki, kurtarılabilen eşyanın bankaya verilmesini öngörüyor; banka da bunları sahiplerine iade etmekle yükümlü; oysa iş arkadaşları hoşlarına giden her şeye el koyuyor ve gerisini düşünmüyorlar. Miles bu yağmaya – şişelerce viskiye, radyolara, CD çalarlara, okçuluk gereçlerine, açık saçık dergilere– sırt çevirdiği ve sadece resimlerin, eşyanın kendisinin değil eşyanın resimlerinin peşinde olduğu için ona aptal gözüyle bakıyorlar. Bir süredir çalışırken olabildiğince az konuşmaya dikkat ediyor. Paco ve Freddy ona El Mudo 2 diye isim taktılar. Miles yirmi sekiz yaşında; bildiği kadarıyla hiçbir beklentisi yok. En azından ateşli bir hırsı, makul bir gelecek kurmanın kendisine neler sağlayacağı hakkında en ufak bir fikri yok.


Florida’da daha uzun süre kalmayacağını, yakında yine başka yerlere gitmek isteyeceğini biliyor; ama o isteğin kendisini harekete geçmeye zorlayacağı ana kadar, ileriye bakmadan bugünü yaşamakla yetiniyor. Üniversiteyi bırakıp başına buyruk yaşadığı şu yedi buçuk yıl içinde başardığı bir şey varsa, o da günü gününe yaşamak, bugün burada olmakla yetinmek yeteneğini geliştirmek oldu; bu, insanın becereceği en övünülecek bir iş olmasa da, belirli bir disiplini ve özdenetimi gerektirmişti. Hiçbir tasarısı olmamak, bir başka deyişle hiçbir özlemi ve umudu olmamak, elindekiyle yetinmek, güneşin doğuşundan bir sonraki tan vaktine kadar olan sürede dünya neyi sunuyorsa onu kabullenmek – kişi böyle yaşayabilmek için bir insanın isteyebileceklerinin en azını istemek zorundadır. O da isteklerinden azar azar vazgeçerek olabilecek en düşük noktaya indirdi. Sigarayı ve içkiyi bıraktı, yemeğini artık lokantada yemiyor, televizyonu, radyosu, bilgisayarı yok. Arabasını bisikletle takas etmek istiyor; ama arabayı başından atamıyor, çünkü aldığı işler bisikletle gidilemeyecek kadar uzak yerlerde. Aynı durum seve seve kaldırıp çöpe atacağı cep telefonu için de geçerli; ama işi nedeniyle telefona ihtiyacı olduğundan ondan da vazgeçemiyor. Dijital kamera belki kurallarına aykırıydı; ama bitip tükenmeyen çöp temizleme işinin kasveti ve zahmeti yüzünden, kameranın hayatını kurtardığını hissediyor. Yoksul bir mahallede, ufak bir apartman dairesinde oturduğu için kirası az ve hayati gereksinimlere harcadığı para dışında tek lüksü kitap almak, ciltsiz kitaplar, çoğunlukla da roman, Amerikan romanları, İngiliz romanları, yabancı romanların çevirileri; ama sonuçta kitaplar lüks değil, hayati gereksinimlerden biri ve okumak da iyileşmeyi hiç istemediği bir bağımlılığı. Kız olmasa, ayın sonu gelmeden çeker giderdi. İstediği her yere gidebilecek kadar para biriktirdi, üstelik Florida güneşinden de gına gelmişti – epeyce araştırıp inceledikten sonra o güneşin ruha yarardan çok zararının dokunduğuna inanıyor. Ona göre, bu Makyavelist bir güneş, ikiyüzlü bir güneş, yaydığı ışıkla çevreyi aydınlatmıyor, tam tersine –o değişmez, aşırı parlak ışığıyla gözlerinizi kamaştırarak, yarattığı aşırı nem darbeleriyle sizi sersemleterek, serabı andıran yansımaları ve parıltılı hiçlik dalgalarıyla dengenizi bozarak– çevreyi görmenizi engelliyor. Bu güneş parıltılı ve baş döndürücü ama insana elle tutulur bir şey sağlamıyor, huzur vermiyor, nefes payı bırakmıyor. Ama öte yandan kızı da ilk kez bu güneşin altında gördü ve kızdan vazgeçmeyi göze alamadığı için de güneşle bir arada yaşamaya devam ediyor ve onunla barış yapmaya çalışıyor. Kızın adı Pilar Sanchez, onunla altı ay önce bir parkta karşılaştı, mayıs ortalarında bir cumartesi akşamüstü tamamen rastlantısal bir karşılaşma oldu bu, olmayacak karşılaşmaların en olmazıydı.

Kız çimenlere oturmuş kitap okuyordu, o da üç metre ileride çimenlere oturmuş, kızın okuduğu kitabın eşini okuyordu; ikisi de Muhteşem Gatsby’nin ciltsiz karton kapaklı baskılarıydı. Miles’ın, on altı yaşındayken babasının armağan ettiği kitabı üçüncü okuyuşuydu bu. Oraya geleli yirmi otuz dakika olmuştu ve kendini kitaba kaptırıp çevresinden soyutlandığı sırada birinin güldüğünü duydu. Başını o tarafa çevirdi ve kızın orada oturmuş kitabın başlığını işaret ederek kendisine gülümsediğini gördüğü o ölümcül ilk bakışta, onun daha on altısında bile olmadığını tahmin etti; gerçekten de daha çocuk denecek görünümde, paçaları kesilmiş kısa, dar şortu, sandaleti, boyundan askılı bluzu, yani güneşte yanan Florida’nın güney bölgelerindeki az buçuk çekiciliği olan her kızın sırtındaki kıyafetiyle ufak tefek, yeniyetme bir kızdı. Kendi kendine, bu daha çocuk, dedi; ama kız o duru tenli, çıplak bacakları ve kollarıyla, dikkatli, gülümseyen yüzüyle orada oturuyordu işte, insanlara da nesnelere de pek ender gülümsediği halde kızın koyu renk, cıvıl cıvıl gözlerinin içine bakarak o da kıza gülümsedi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir