Peride Celal – Gecenin Ucunda

“Çocukluk,” diyor Handan. “İnsan senin yaşında umutsuzluğa kapılır mı hiç böyle?” İçinden `şımarıklık’ dediğini biliyorum.Gerçekten kızıyor Handan bana. Yüzü sert, gözleri öfkeli,konuşmaya değil, kavga etmeye geliyor sanki. Böylesi dahaiyi. Beni huysuzlandıran annemin yaşlı gözleri, yüzündekisessiz sitem. Bir hafta önce sessizce, kimseye duyurmadanbir yıl daha ihtiyarladım. Otuz üç yaşında olmuşum. KâzımIşık, mektubunda hatırlatmasa pek farkına varmayacaktım. `Çocuk değilsin artık,’ diye yazmış. Kesinkarar vermeden yaşını başını almış olgun bir kadın gibidüşünmeliymişim. Bundan sonra bir başkasıyla ikinci biryaşam kuramayacağımı üstü kapalı anlatıyor mektubunda. Handan da onun aklında. “Eğer ayrılırsan delisin sen kızım,” diyor. Ankara’ya döndüm döneli, evimden, kocamdankaçışımın nedenini bir türlü anlayamayan yakınlarım,dostlarım, el ele vermiş geri dönmem için beni kandırmayaçabalıyorlar.


Dönmek mi? Ölmek daha iyi! Yüreğim hınçdolu. Dönmemeye kararlıyım. Annem, Handan, Hüsnü Bey, onun çocuğunukarnımda taşıdığımı bilmiş olsalar!… Onların bilmedikleridaha öyle şeyler var ki! Büyük bir fırtınada nesi var, nesiyoksa bırakıp yalnız canını kurtarmış biri gibi şaşkın, neyapacağını bilmeyen bu kadın, ben miyim bu? İki-üç yılönceki Macide mi aynadaki bu soluk yüz, bu umutsuz gözler. Geriye baktığım zaman çocukluğum, gençliğimne kadar uzak görünüyor. Babamın ölümü, üniversite yıllarım,o küçük kitapçı dükkânının arka odasında hesap tuttuğumsıkıntılı günler, üniversiteyi bitirişim, iş peşindekoşmalarım, sonra Ankara, bankanın tavanarası, mahkemekoridorları, icra daireleri ve Hüsnü Bey… Önemsiz, uzakanılar bunlar şimdi, uzak hepsi… Sanki yaşamım bu son üçyılın içinde başlayıp kapanıvermiş. Dün gece ter içinde, yorgun, çarpıntılıuyandım. Kulağımın dibinde biri fısıldıyordu: “Sevmek,birbirimize değil, aynı hedefe birlikte bakabilmeklekabildir Macide Hanım kızım.” Benim Saint Exupery delisiHüsnü Beyciğim. Bunu ne zaman söylemişti? Belki oraya,İstanbul’a gitmeden önce, belki Ahmet Işık’la evleneceğimiyazdığım zaman gönderdiği mektupta… Bir sigara yakıp oturdum yatağımın içinde.Karanlıkta evi dinliyorum. Annem bitişik odada. Kendinioradan oraya atarak her zamanki gibi yüksek seslesayıklıyor. Boğuk hırıltılar arasında zaman zaman adımıduyuyorum. O da kendine göre benimle uğraşıyor rüyasında. “Yoldan çıkmış bir treni tekrar yola koymakgibi bir şey, güç sizin hayatınıza düzen vermek şimdi…”diyor Hüsnü Bey.

Ben de biliyorum. Bir şey bozuldu, bir şeybitti. Geceyarılarına kadar oturup hep aynı noktaya, aynıolaylara dönüp, işlenen kötülüklerin hesabını çıkarıptoparlamak ve ağlamak, işte benim işim!. Kupkuru, inançsız bir kadın. Canavar mısınsen? Aynada yüzüme bakıyorum. Gözlerim kin dolu, yanaklarımsolgun, çökmüş, hastayım… Doktora gitmem gerek benim. Son mektuplarından birinde İsviçre’de,dağlarda bir dinlenme yerinin adını veriyor, güzelliğiniövüp duruyordu. İki ay kalsam orada, her zamankinden canlı,turp gibi, sağlam dönermişim yanına. Eski yalanlarla direnmesini mi, bir umutyolu göstermesini mi bekliyordum? Babacan öğütleri,sağlığımla ilgisi, satırların arasında sezdiğim alaylariçime dokundu, bitirmeden yırtıp attım mektubu. Bundan sonrada hep öyle yapacağım. Yapabilirsem… Kaç gündür telefon rehberini karıştırıyor,gazetelere bakıyor, çevremdekileri yokluyor, kendime birdoktor arıyordum. Nihat Erengün adını annem getirdi aklıma.Sabah çayında haberi verdi. “Çok temiz, güzel bir bina. Bir hanımdoktorla elbirliği edip açmışlar, adını da Erengün Doğumevikoymuşlar.

Kavaklıdere’de, hemen otobüsten inince, köşedekibahçeli ev.” Gidip doktoru yeni doğumevinde görüp tebrikedip kahvesini bile içmiş. “Öyle emeği vardır ki bana,” diyor. Nihat Erengün, Ankara’ya geldiğimizin ikinciyılında annemi iki ay yatakta tutan oldukça güç bir ameliyatyapmıştı ona; kavanozda gösterdikleri yarım kiloluk beyazyuvarlak et parçasını, o kocaman uru gösterdiklerindeiğrendiğimi belli etmemek için, “İşte benden sonra karnındançıkan ikinci kötülük,” diye alay etmeye kalkmış, annemiağlatmıştım. Sabahları yürümek için erkenden çıkıyorumevden. Akşama doğru Hüsnü Beyin, Handan’ın, başkaarkadaşların işten çıkıp uğrayabilecekleri saatlerde tekrarçantamı kapıp sokağa fırlıyorum. “Hava almaya,” diyorum,“yürüyüşe,” diyorum. Şaşkınlığını saklıyor, sesiniçıkarmıyor annem. En çok gittiğim yer Emniyet Parkı.Mahallemize çok yakın olduğu için… Uzun yürüyüşlereçıktığım günler de oluyor. Gene dönüp dolaşıp orayageliyorum. Kuytu bir köşe seçip oturuyorum. Çevremde dönüpdolaşan iki-üç aylak, yoksul kılıklı adam, genç liseöğrencisi gözlerimde ne görüyorlar bilmem. Arsızbakışlarına, yılışık gülüşlerine uymayan bir telaş içindeuzaklaşıyorlar yanımdan. Sırtlarını güneşe verip pinekleyenkocamışlar, dadılar, çocuklarla yalnız kalıyorum bahçede.

Sonbahar yaklaşıyor, ağaçların yapraklarıkızıllaşmaya başladı. Rüzgâr serin esiyor. Ceketime sarılıpgözlerimi gökyüzüne kaldırıyorum. Aydınlık maviliğin içindeniyiliğin üstüme inmesini, yaralarımı sarmasını bekliyorumboşuna. Saatlerce bulutları, dalların arasında kaygısızötüşen kuşları, yiyecek arayarak ayaklarımın dibine kadarsokulan güvercinleri seyrediyorum. Güneş, ağaçlar, kuşlarrahatlık veriyor içime biraz. Gene de unutamıyorum. Nereyebaksam paramparça anılarla doluyorum. Bugün ağaçların altındaki sırayı iki sevdalıkapıp oturmuş. Dolaşıp çıktım bahçeden. Kavaklıdere’ye kadaruzanmaya, her gün bir başka güne bıraktığım sıkıntılı işiyapmaya karar verdim. Annemin dediği gibi Erengün’ün doğumevi tamköşebaşında. Üzerinde siyah büyük yazılarla kocaman birtabela var. Yepyeni bir yapı. Genç bir hastabakıcı açtıkapıyı.

Yüreğim çarpıyordu odasına girerken. Belki boyalar,belki ilaç kokusu, midem bulanmaya, başım dönmeye başladıhafiften. Hiç değişmemiş Doktor Erengün. Hep o babacangülüş, rahat, kendine güvenli görünüş. Bir zaman yenidoğumevini, eksiklerini, hastabakıcı bulamadıklarınıanlattı. Annemi ameliyat etmiş olduğunu söylediğim zamanhemen anımsadı. Annemin pek sevimli bir hanım olduğunu,getirdiği çiçeklerin hâlâ kurumadığını söyleyerek, başlarıyere eğilmiş iki üç kırmızı laleyi gösterdi. Sonra nedenyakındığımı öğrenmek istedi. Anlatırken sıkıntıyla terlemeyebaşladım. Zavallı doktor başka şeyler düşünmüş olacak.Muayeneden sonra benim de kuşkulanmakta olduğum şeyi haberverdi. Arkasından çocuğun babası olup olmadığını sordu. Evliolduğumu söyleyince gülüp sırtımı okşadı. Bütün hastalarınatekrarladığı sözleri bana da söyledi: Mutlu olayı kocamamüjdeleyebilirmişim, iki aylık sanıyormuş. Her ay başı benikontrol etmesi gerekirmiş.

Korkumun sebebini anlamıyormuş…Vitaminle sinir ilacı yazdığı reçeteyi de elime sıkıştırdı.İstersem doğumu kendi kliniğinde yapabileceğimi sözlerineeklemeyi unutmadı. Dönüşte yürüdüm yarı yola kadar. Şaşkındım biraz. Tozlara, taşlara çarpıpduruyordu pabuçlarım. Derimi, yüzümü, gözlerimi değiştirmişbir gariplik. “Şimdi ne yapacaksın Macide Hanım kızım?”dedim kendi kendime. Omuz silktim, parka döndüm. Sıralarboştu, gidip oturdum. Başımı yere eğip pabuçlarımın ucunuseyre koyuldum. Hiç kimse bilmiyordu çocuğum olacağını. O dabilmiyordu. Bilmemesi daha iyi, diye düşündüm. Geçenlervardı önümden, iki gölge duraklar gibi oldu sıranın yanında.Kalın bir erkek sesi daha önce söylenmiş bir söze cevapverir gibi, “Evet, ama pek somurtkan şey doğrusu,” dedi.

Birkadın kıkır kıkır güldü. Başımı kaldırıp baktım. Onlar dabana baktılar. Kadım omuz silker gibi yaptı, aceleuzaklaştılar. Annem, beni başkalarına anlatırken, “Bununçocukluğu da hep böyle somurtkandı,” diye sızlanır.Gerçekten de öyleydi. Sabahları okula gitmek için öfkeylekalktığımı, eve dönerken küçücük yüreğimin sıkıntıyla şişipkabardığını anımsıyorum. Kâzım Işık’ın deyişiyle: Kıskançkalbim, benim. O zamanlar da annemle babamı kıskanırdımsanırım. Genç, kara bıyıklı bir adam kollarımdantutmuş, beni yatağın içinde havaya kaldırıp atarakeğleniyor. Yanındaki sarışın, elâ gözlü kadın kahkahalarlagülüyor oyuna. Ben bağırmamak, ağlamamak için kinle, hınçladişlerimi sıkıyorum. “Bırak, görmüyor musun korkuyor kızayol,” diyor kadın. Kolundan tutuyor onu. Bir bohça gibiyatağa atıyor beni adam.

Kadına dönüp saldırıyor. İtişipkakışarak açıkça cilveleşiyorlar önümde. Annemle babambunlar benim. Yatağın bir köşesine yumulmuş seyrediyorumonları.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

Yorum Ekle
  1. Peride Celal Gecenin ucunda