Theodor Storm – Kır Atlı

14 Eylül 1817’de Husum’da doğan ve 4 Temmuz 1888’de Hademarschen’de ölen Theodor Storm’un Alman halkını ve yurdunu betimleyen Alman şairleri arasında seçkin bir yeri vardır. “Kır Atlı”, Storm’un en son ve en trajik yapıtıdır. Storm, birçok araştırma gerektiren bu konuyla 1886’da ilgilenmeye başlamış, yapıtını 1887-88 arasında, yaşlı ve hasta bir durumdayken yazmıştır. O, yapıtının, bütün yapıtlarında olduğu gibi açık, canlı, coşkulu, gerek olayların akışı, gerekse kullandığı akıcı dil ve anlatım bakımlarından pürüzsüz olmasını istemiştir. Yapıtını bitirdiğinde ustalıklı kişi ve doğa betimlemeleriyle, yurdu için çalışıp çabalayan bir insanın çok etkili yaşamını anlatmış bulunuyordu. Yaşamında yalnızca bir kez Almanya’nın Schleswig kıyılarında bulunarak set (Deich), ada (Hallig), denizden kazanılmış çukur arazi (Marcsh, Kog), deniz basmasına karşı oluşturulan yapay tepe ya da yüksek arazi (Werfte, Geest), suyun yükselmesi sırasında ortaya çıkan deniz (Schlick) gibi doğa olgularını görmüş ve yaşamlarını orada geçirerek her gün “Mavi Hans”ın gözlerine bakmış olan herkes, bu yapıtın her satırından denizin tuzlu kokusunu duyacak, serin rüzgârı duyumsayacak ve Fries ülkesinin geleneklerini gözünün önünde bulacaktır. Storm’un şiir ve öykülerini okuyan kişi, denizle tanışır ve betimlemelerinden deniz konusunda çok şey öğrenir. Öykülerinin birçoğundan, uzakta ya da yakında bulunan denizin sesi gelir ya da hiç olmazsa bir söz, denizin ölümsüz varlığını ve kıyıda yaşayan insanların yaşamındaki sürekli etkilerini anımsatır. Storm’un özellikle beş öyküsünde, deniz önemli yer alır: “Eine Halligfahrt” (Bir Ada Gezisi, 1871) adlı öyküde, bir öğle zamanı su üzerinde yapılan dingin bir öğle gezintisini anlatır. Deniz burada yatıştırıcı, bütünleyici ve birleştirici bir düşünüşün simgesi olarak ortaya çıkar ve öyküde anlatılan kişinin özyapısına da uyar. “Pysche” (Ruh, 1875) adlı öyküsünde, olayın çıkış noktasını küçük bir kıyı fırtınası oluşturmaktadır. Deniz burada insanlara neşe ve mutluluk veren, ama aynı zamanda da ilgisiz ve duygusuz kalan bir öğe olarak betimlenir; deniz, koruyucu önlem almadan kendisini rasgele bırakan insanı, hiç dinlemeden derinlere de sürükleyebilir. “Carsten Curator” (1877) adlı öyküsünün sonunda, zorla ve acımasızca kötü bir yaşama son veren bir sel olayı anlatılmaktadır. Deniz, doğa gücünün bir simgesi olarak ortaya çıkar ve kendisine egemen olamayan bir kimseyi, son bir girişime sürükleyerek yok eder. “Hans und Heinz Kirch”te (1881-82) deniz, geniş ve biçimsiz bir düzlüktür ve babayla oğulun yeniden birbirine kavuşamayacak biçimde ayrılmalarına neden olur.


Deniz, ancak “Der Schimmelreiter”de (Kır Atlı, 1877-88) olgu olarak, kişiler ve olayların ilk ve son düğüm noktası durumuna sokulmuştur. Bu yüzden yapıta, gerçekten bir deniz öyküsü denebilir. Ama, Storm’un bu öyküyü ancak denizi betimleme amacıyla ve sel olayı dolayısıyla yazdığını düşünmek yanlış olur. Burada görünüm betimlemeleri asıl amacı oluşturmaz. Onun için asıl olan insandır ki, bunları yaşam ve doğa betimlemeleriyle ustalıkla bağdaştırabilmesi, onun büyük sanat gücünü ortaya koymaktadır. İnsan ve doğanın birbiriyle kaynaşması, aynı zamanda derinden duyulan ve yıkım anlarında sınav geçiren yurt sevgisi ve yurda bağlılığın da bir anlatımıdır. Çünkü denizden, kıyıdan ve ülkesinden ayrı bir Hauke Haien düşünülemez. Denizin yer aldığı öykülerinde, özellikle bu yapıtta, bu birlik, gerçekçi ve canlı olarak anlatılmıştır. Burada deniz, Friesli insanların yaşamını belirleyen ve onlarla birlikte kaynaşan bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır. Storm burada insanı, bu görünüm ve doğanın içinde ve onunla savaşım durumunda göstermektedir. Örneğin, Hauke Haien şöyle der: “Bu, öyle sorumlu bir memurluktur ki, görevimiz, toplumu Tanrı’nın denizine karşı korumaktır.” Bunlar güzel renkli doğa betimlemeleri değil, denizin bütün varlığını yansıtan gerçekçi tablolardır: Bir yandan insanın mutluluk ve neşeyle bağlı olduğu ve bunun için dinginliğe kavuştuğu güzellik, öte yandan karşısına bir sürü engel biçiminde çıkan, kendisini korumak için doğaya karşı savaşıma ve yapıt yaratmaya zorlayan; tembellik ettiği zaman da yok eden bir sertlik vardır. Sel yıkımı, kıyıdaki insanlar için maddenin en korkunç haykırışı, insanlara ve onun oluşturduklarına acımasızca saldırısı, denizin düşmanca bir davranışıdır. Deniz, her zaman martılarla çevrilmiş olarak ve güneşte gümüş gibi parlayarak tatlı tatlı kıpırdanmaz; tersine, kimileyin, bir cehennem ağzı gibi açılabilir ve rasladığı her şeyi yok etmek için kudurmuşçasına köpürerek, şaha kalkarak koşabilir de. Fries kıyısında toprak alçaktır ve önünde birçok ada vardır; su buralara durmadan çarpar ve ulaşabildiği her şeyi kemirir.

Ama orada oturan insan yaşamak ister, oysa yaşamak için zemin ve temel gerekir. Bu yüzden orada insanın karşısına, denizden olabildiğince çok yer kazanmak, denizin yıkıcı eylemlerini durdurmak ve elden gelirse suyu geriye itmek, böylece yeni topraklar kazanarak insanların işleyebilecekleri bir duruma getirmek gibi, bitmek bilmez görevler dikilmektedir. Schleswig ülkesinden geçenler, eskiden deniz altında olup da zorlu çalışmalar, incelemeler ve hesaplar sonucunda kazanılmış olan ve üzerinde hayvanların otladığı geniş çayırlıklar görürler. Buradaki köylüler, ülkenin içinde tarlasını işleyen halka göre bambaşka bir durumda bulunmaktadırlar. O da doğal olaylara, yağmur, güneş, soğuk ve sıcağa bağımlıdır; o da fırtına, dolu, börtü böcek ve kötü ürünlerle hesaplaşmak zorundadır; ama kuzey kıyılarında doğa daha serttir ve birdenbire ayaklanarak, insanların uzun yıllar boyunca oluşturduğu yapıtları suyla parçalayıp yok edebilir. Ama insanın aklı vardır; yorulmak bilmez; deneyim ve araştırma sonucunda ilkel düşmana karşı savunma yolları bulur ve böylece sürekli devinen kıyıyı durdurmaya çalışır. Oranın insanları, çok eski zamanlardan beri doğa güçlerinin hiç hesaba sığmayan ani saldırılarından korunmak için birtakım önlemlere başvurmuşlardır. İnsan eliyle insan aklı, burada yalnızca sel olayının özelliklerini hesaplayarak yeni topraklar kazanmakla kalmamış; setlerle bu yeni toprağı korumanın yolunu da bulmuştur. Set yapımı konusundaki haberler, VI. yüzyıla dek izlenebilir; setler önce, deniz kabardığı zaman kıyıyı korumak ve sel altında kalan yerleri yeniden kazanmak için yapılmıştır. Sonra insanlar saldırıya geçerek yeni topraklar kazanmaya çalışmışlardır. O zamandan beri Schleswig’de, denizden binlerce hektar toprak kazanılmıştır. İnsan kuşakları, yüzyıllardan beri bu savunma ve çabanın gelişmesi için alın teri dökmüşlerdir. Eskiden işler düzensiz; setler basık ve kusurluydu. Hükümet sık sık savaşa giriştiği için, işi tasarımlı olarak düzenleyemiyordu.

Seddi birkaç köyün ortak olarak yapması sırasındaysa, kanlı olaylar oluyordu. Ama, zamanla kamu yararı için yapılan setlerle ilgili olarak ortaya çıkan gereksinmeler, sorumluluk ve katılım konusunda, görenekleşen kimi kuralların kabul edilmesini sağladı. Baş Set Beyi’nin buyruğunda, ona karşı sorumlu olan ve köyün seçtiği Set Beyi, bölgesindeki setlerin onarımı ve gerekli işlerin yapılması gibi sorunları çözümlemekle yükümlüydü. Özellikle ilkyazda, belirli bir seddin, gerisindeki toprakları su baskınına karşı koruyup koruyamayacağı incelenirdi. Setlerin korunması için düzenli aralıklarla yinelenen işler ve halkın bunlara katılma biçimi belirli kurallara göre saptanmıştı. Yavaş yavaş, bir bölgedeki set işleri, oranın halkı için ortak görev durumuna gelmiş ve giderlerin bölüşülmesinde de belirli kararlara göre davranılmıştır. Böylece, her şeyi düzenleyen bir set hukuku oluşmuştur. Bugünse, setle ilgili bütün kararnameler, bir “set yasası” olarak toplanmış bulunmaktadır. Storm, önümüzdeki öyküsünde, bu işler konusunda yaklaşık olarak 1750 yıllarına göre ayrıntılı bilgi veriyor. Kendisi bir set uzmanı olmadığından ve bu konudaki bilgisi de yetmediğinden, daha önce Schleswig-Holstein’de imar müdürlüğü yapmış olan dostu Christian Eckermann’ın (1833-1904) bilgisine başvurmuştur. Set yapımında birçok deneyim ve incelemeye dayanıldığı halde, suyun yönlendirilmesi her zaman başarılı olmamıştır. Seller, ara sıra kıyıları yıkmış, her şeyi parçalayan sular, şiddetli fırtınalar olarak yine de setleri atlamış ve yerle bir etmiştir. Belki de kıyı çizgisi oldukça sabitleşmiş olduğundan, son yüzyıllarda burada büyük bir sel yıkımı görülmemekle birlikte, ülke konusundaki eski kayıtlar ve yıllıklar, bize setlerin yıkılması ve yerel sel afetleri yüzünden, ülkenin çok çektiğini göstermektedir. Örneğin Anton Heimreich’in XVII. yüzyıldan kalma “Nordfriesische Chronik”inde (Kuzey Fries Kroniği) 1634 yılındaki “yıkıcı tufan”dan uzun uzadıya söz edilmektedir.

Storm’un, bu ve başka betimlemelerden haberi olduğu anlaşılıyor. Ama onun bu yoldaki coşku kaynağı, yalnızca yazınsal betimlemeler olmamış, bu gibi afetleri kendisi de görmüştür. Örneğin daha 7 yaşındayken Husum kentinin uğradığı sel yıkımını yaşamış ve bu çocukluk anısını, sonra özellikle “Carsten Curator” adlı öyküsünün sonunda ustalıkla canlandırmıştır. Ama, bu olayın “Kır Atlı” için de büyük önemi olmuş ve çocukluğunda birçok masalını dinlediği Lena Wies’in Kır Atlı’dan söz ederken, “Sel sırasında, afetten önce geceleri görünür ve hayvanıyla seddin parçalandığı yerde suya dalar,” (Len Wies, 1870) diye anlattıkları da onun imgelemini güçlendirmiştir. Şairin kızı Gertrud Storm, babasının yaşamından söz eden yazısında, onun çocukluk anılarını anlatırken şöyle diyor: “3-4 Şubat gecesi olan o büyük sel yıkımı, Storm’un çocukluğunda karşılaştığı ilk büyük olaydır… O uğursuz gece, Husum kenti de çok yitik vermiştir. Halk, mal ve mülklerinin korunması için 1791’den beri tümüyle yeterli olan önlemleri savsaklamayıp ek yapımlar ve onarım yapmışsa da, bunlar yetmemiştir. Deniz, bütün bu önlemleri yıkarak, ancak 23 Aralık 1717’de görülmüş olan bir yüksekliğe ulaşmıştır… Su yüksekliğinin, ancak öğleden sonra saat 3’te gelmesi gerektiği halde, saat 1’de artık bodrum ve çevresiyle 100 ev su altında kalmış bulunuyordu. Burada oturanlar, mallarını bırakarak kentin yüksek bölgelerine çıkmak zorunda kalmışlardır… Fırtınanın uğultusu, denizin uzaktan duyulan gümbürtüsü, dehşet içinde kalan insanların bağrışması ve bu ürkünç doğa olayı, canlı ve düşlemgücü olan çocuğun belleğinde silinmez izler bırakmıştır. Önce Theodor ile kardeşleri, büyükanneleri Woldsen’in yanına sığınmışlardır. Su artık caddeye varmış, fırtına zangırdayan pencerelere saldırmaktaydı. Çocuk, batıya bakan büyük pencereden parlak ay ışığı altında köpüklü suların yükseldiğini görüyor ve çukur vadideki evlerin damlarına kadar yükselen denizi seyrediyordu.” Storm, bu sel yıkımını, “Kır Atlı”da 1756 yılına taşımakta ve bu afetin betimine, “Ekim’de, Noel’den önceydi,” sözleriyle başlamaktadır. Bununla, tarihsel gerçeklere uyan bir olayı temel olarak almış bulunuyor. Yazar, tarihsel gerçekler gibi, görünüm ve yerin de uygun olmasına önem vermekte ve bunları kendi ayrıntılı bilgisine dayanarak doğru ve olaylara uygun betimlemektedir. Örneğin, öyküsünün bir yerinde şöyle diyor: “Seddin kapatılmasından sonra yavaş yavaş üç yıl geçti, yeni set başarı kazanmış ve onarım gideri de çok az olmuştu.

Denizden elde edilen toprağın hemen her yerinde şimdi beyaz yoncalar çiçek açıyor; ilkyaz yeli korunaklı otlaklarda yürürken insanın yüzüne bol bol tatlı kokular getiriyordu.” Denizden kazanılan toprağın zeminine Schlick adı verilir ki, bu önce çamur durumundayken yavaş yavaş sertleşir, burada zamanla türlü otlar biterek toprağı sağlamlaştırırlar; sonunda zemin olgunlaşınca bunun üzerinde beyaz yonca yetişir ve işte bundan sonra bu toprağa Marsch denir. Bu olay her yerde görülür. Demek Storm, beyaz yoncadan söz ederken, yalnızca neşeli bir betimleme yapmakla kalmıyor, aynı zamanda deniz dibinin Marsch adı verilen bir ova durumuna geldiğini de göstermek istiyor. Böylece Storm’un yapıtlarında karşılaşılan ve yüzeysel okunursa gelişigüzel bir betimleme gibi görünen birçok nokta, gerçeğe uygundur. Storm, görünüm betimlemesi bakımından, her zaman olduğu gibi burada da usta bir sanatçıdır. “Kır Atlı”daki olayların geçtiği ülke, dingin olmayan bir yerdir. Kıyı durmadan değişiyor, insan denizden toprak kazanıyor, setler yapıyor, ama arkasından gelen sel insanın yaptıklarını yıkıyor ve yeniden yapmak gerekiyor; kürekler hiç dinlenmiyor. Kimileyin küçük, kimileyin de büyük kısımlar yıkılmakta ve kimileyin de geniş toprak parçaları su altında kalmaktadır. Denizin kapladığı bu gibi yerler yeniden kazanılamadığında, burasıyla ilgili söylencesel öyküler ortaya çıkmakta ve kuşaktan kuşağa anlatılmaktadır. Örneğin, Storm’un “Eine Halligfahrt” (Ada Gezisi) adlı yapıtında sözü edilen kuzey kıyısındaki Rungholt bunlardan biri olup, burası ara sıra su üzerinde görünür, su altından yansıyan çan sesleri kayıkla geçenlerin kulağına gelirmiş. Ama yıkıcı seller, insanları eski korunma düzeneğinin yanlış ve eksikliklerini araştırmaya ve yenilerini denemeye itmektedir. Storm; anlattığı yaşamı, doğayı ve görünümleri gerçeğe uydurma konusunda titiz davrandığı gibi, öykünün kahramanı Hauke Haien’i sunarken de bir dereceye dek tarihsel bir kişiliği göz önünde bulundurmuştur. Öyküde de biraz söz edildiği gibi, Fries’te, Tondern Vadisi’nde bulunan Fahretoft’ta 1735-1811 yılları arasında Hans Mommsen adında köylü bir matematikçi yaşamıştır. O, alanında kendi kendisini yetiştirmiş, kitaplardan okuyarak toprak mühendisliği ve gökbilimi öğrenmiş ve gereçlerini kendisi lehimleyerek hazırlamıştır.

Bütün yaşamında babası gibi köylü olarak kaldığı halde, bu bilim dallarında pek çok da öğrenci yetiştirmiştir. O, bilim ve öğretim işiyle uğraşarak yalnız bir yaşam sürmüş ve zamanının bilim çevrelerinden çok saygı görmüştür. Storm, öyküsünün başında ondan söz ederken, yine toprak ölçmekle uğraşan ve genellikle Frieslilerde olduğu gibi iyi hesap bilen Tede Haien’le (Hauke Haien’in babası) karşılaştırarak şöyle demektedir: “…sonradan Set Beyi olacak kişinin babası da, işte böyle bir adamdı; elbette daha küçük çapta.” Hans Mommsen’in yaşamöyküsünü okursak görürüz ki, Storm onun çocukluk yaşamından birçok özelliği Hauke Haien’e mal etmiştir. Bununla birlikte, Hauke Haien’in kişiliği yine de kendi başına bir varlık olarak kalır; Storm burada, uygulamalı bilimlerle uğraşan bir adamı, ülke, deniz ve insanlardan kazandığı sonsuz coşku ve güçle yaşamının yapıtını ortaya çıkaran, kendisini çocukluğundan beri bu iş için yaratılmış duyumsayan ve devrim yapacak bir yapıt bırakmak için çabalayan bir işadamı durumuna getirmiştir. Hauke Haien, kendi değerini bilen ve yaşamının yapıtını bu değer üzerine kuran sert bir insandır; öteye beriye sürüklenmez, kendisi karar verir ve adımını atar, davranmadan önce uzun süre hazırlanır ve duraksar, ama adımını sağlam atar ve amacına doğru yürür. Zor anlarda da, büyük ve ortak işi gerçekleştirmek üzere insanları kendisinin üstün etkisiyle sürükler ve onlara sözünü dinletir; bu sırada karşısına çıkan sele ve dedikoduya da aldırmaz. Hauke Haien, yaratıcı ve savaşımcı; ağır ve zor anlarda da iyi bir yöneticidir. Storm, özellikle yaşamının sonlarına doğru yazdığı yapıtlarında düşlemsel duygularla, kişilerle, görünüm ve olaylarla, gerçek görünümleri ve toprağa bağlı canlı insanları karşılaştırmaya çalışmıştır. Onun, daha gençken arkadaşları Mommsen kardeşlerle halk masal ve destanlarını toplamaya koyulması bir raslantı değildir. Storm’un halka, tarihe, yurda ve gerçekliğe yönelen sanatından, öyküleri için gerçeğe uygun bir temel bulmaya çalıştığı görülebilir. Yapıtlarındaki kahramanlardan birçoğunun yazgısında ve karşılaştıkları sorunlarda halktan ve ulusundan birer parça vardır. Yurt sevgisi, halkına karşı saygı, Almanya’nın ve Alman halkının görünümüne, iş ve özyapısına bağlılık, kendi zamanını tarihle birleştiren bir coşku ve bunları yalın olarak sözle betimleme yeteneği; işte bunlar Storm’un yapıtlarını tüm canlılığıyla yaşatan güçlerdir. “Kır Atlı”da da bunlarla sık sık karşılaşılmaktadır. Fritz Böhme / Ahmet Temir

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir