Dost Körpe – Nötralizör

IMT kafeteryasında, beyaz gömlekli zenci garsonun birkaç saniye önce önüne bıraktığı beyaz fincanın içindeki renksiz sıcak suya, rulo bir kutunun içinden çıkardığı kahve tabletini atarken ve karşısındaki, Mars manzarasıyla kafeteryanın solunabilir atmosferini birbirinden ayıran, solar radyasyon filtreli camın ardındaki gri enginliğe çevresinde toplanmış çocuklardan ikisinin omuzlarına kollarını atmış halde bakan daracık beyaz üniformalı anaokulu görevlisi kadını süzerken, I Khan Shun Lee’nin aklına civarındaki onca beyazlığa ve gençlik cıvıltısına şaşılacak kadar tezat, ufuktaki dağ kadar karanlık bir fikir, ölümün tuhaflığı fikri geldi. Camın ardındaki sonsuzluğu tıpkı o çocuklar gibi ilk kez görüşünü anımsıyordu… steril, beyaz duvarların geometrik kısıtlılığında geçen üç yıldan [1] sonra karşısında doğanın hiç de steril ve kısıtlı olmayan evrenini görüverince ürkmüştü. Huşu hissetmişti, sadece bir çocuğun hissedebileceği şekilde. Ufukta zirvesi görünmeyen ve etrafındaki her şeyi cüceleştiren muazzam bir dağ vardı, sonradan güneş sisteminin en yüksek dağı ve volkanı olduğunu öğreneceği, 24 kilometre yüksekliğindeki Olympus Mons. Karşısında göz alabildiğine uzanan bir arazi (bulundukları bölgenin adının Tharsis olduğunu da sonradan öğrenecekti), yukarıda dipsiz bir karanlık ve karanlığın içinde titreşen sayısız parıltılar. Sınıfta yerçekimiyle ilgili öğrendiklerini anımsamıştı o zaman… yerçekimi olmasa havalanıp tavana çarpacağını düşünmek başta eğlenceli gelmişti, oysa uzaya ilk kez bakarken, yerçekimi olmasa ve tavan da olmasa o karanlığa düşeceğini anlamıştı, hiç durmadan düşecekti, hayatının sonuna kadar, öldükten sonra da, milyonlarca yıl sonra bile hâlâ karanlığın içine düşüyor olacaktı ve bu hiç eğlenceli değildi. Kahvesini yudumlarken gülümsedi. O zamanlar çocuk aklıyla şunu düşünememişti tabii: sonsuza kadar düşse de, öldüğünde artık bedeninde olmayacağı için fark etmeyecekti. Başka bir yerde olacaktı, ama nerede? Belki de hiçbir yerde. Büyümek buydu herhalde, hiçbir yerde olmadığını hayal etmeyi deneyebilmekti. Büyümek aynı zamanda durumları kontrol altına alabilme yetisi kazanmaktı. Uzayda ölmemek için astronot giysileri imal etmekti, doymak için yapay ortamlarda canlılar yetiştirmekti, normalde bulunmamanız gereken yerlere gittiğinizde doğanın sergilediği acımasızlıkla başa çıkabilmekti. Öte yandan insanlar ne ölümlerini, ne de sonrasını kontrol edebiliyorlardı. Kendilerinin ve başkalarının ölümlerini çabuklaştırabiliyorlardı, bazen bir çocuğun beğenmediği bir oyuncağı kırabilmesi gibi. Bazen ölümü erteleyebiliyorlardı, ama gelişindeki kaçınılmazlığı ortadan kaldıramıyorlardı.


Demek ki ölümün karşısında herkes hâlâ çocuktu ve kökenleri milyonlarca yıl öncesine dayanan insanoğlu bu konuda henüz büyüyebilmiş değildi. Tersine köşeye sıkıştırılmıştı ve çevresini sarmış kara pelerinin içi yıldızlarla, gezegenlerle doluydu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir