Isaac Asimov – Melezler Venüste

“Melezler Venüs’te – Half Breeds on Venus” Isaac Asimov’un kısa bilim kurgu hikayesidir. Astonishing Stories editörü Frederik Pohl tarafından, daha önce yazdığı “Melezler” isimli hikayenin devamı olarak Asimov’a ısmarlanmıştır. Asimov bu hikayeyi 1940 Nisan ve Mayıs aylarında yazmıştır. Islak, kasvetli atmosfer şiddetle çalkalandı. Çığlığa benzeyen sesler arasında yarıldı. Dış uzaydan yumurta biçimi roketler fırlarken çıplak yayla üç kez sarsıldı. İnişin gürültüsü dağlar ve diğer taraftaki zengin ormanlarda yankılandı. Sonra her şey tekrar derin bir sessizliğe büründü. Üç kapı şangırdayarak teker teker açıldıktan sonra insan biçimi canlılar tek sıra halinde çekine çekine dışarı çıktılar. Önce ağır ağır sonra da sabırsız bir heyecanla bu yeni dünyaya ayak bastılar. Sonunda uzay gemilerinin etrafında bir kalabalık toplandı. Bin çift göz manzaraya bakıp bin ağız heyecanla bağırdı. Ve bu yabancı dünyaya özgü rüzgârda beyaz saçlardan oluşan otuz santim yüksekliğinde bin sorguç zarifçe dalgalandı. Melezler Venüse inmişlerdi! Dünyalıların aşağı gördüğü Arzlı-Marslı kırmaları’ydılar onlar. Max Scanlon yorgun yorgun içini çekti.


“İşte geldik!” Lombozdan dönerek kendi özel koltuğuna çöktü. “Çocuklar kadar mutlular. Onlara hak veriyorum. Yeni bir dünyamız oldu ve tamamıyla bizim. Bu harika bir şeyse de yine de önümüzde çetin günler var. Aslında korkuyorum. Bu projeyi pek düşünmeden başlattık. Ama tamamlanması çok zor olacak.” Sevecen bir kol omzuna dolandı. Max bu kolu sıkıca kavradı. Liderliği daha genç, daha enerjik birine devretmek iyi olur.” “Bunlar saçmasapan, sözler, baba. Bunu sen de biliyorsun. Sen hayattayken yerine birinin geçirilmesiyle ilgili bir planı hiç kimse bir saniye bile dinlemez.” “Onlardan dinlemelerini istemeyeceğim ki.

Bu iş oldu bile. Ve yeni lider de sensin.” Arthur kesin bir tavırla başını salladı. “Beni hizmete zorlayamazsın.” Max neşeyle güldü. “Korkarım sen sorumluluklardan kaçıyorsun, oğlum. Zavallı yaşlı babanı gücünün yetmeyeceği bir işin zorlukları ve baskılarına terk ediyorsun.” Arthur şaşırdı. “Baba! Hiç de öyle değil! Öyle olmadığını sen de biliyorsun. Sen…” “Öyleyse bunu kanıtla. Bu işe şöyle bak: Irkımızın aktif bir lidere ihtiyacı var. Ben bunu yapamam. Ama her zaman yaşadığım sürece burada olacağım. Sana fikir verecek ve elimden geldiğince yardım edeceğim. Ama bu andan itibaren inisiyatif sende olmalı.

” Arthur kaşlarını çattı ve istemeye istemeye, “Pekâlâ,” dedi. “Sahra komutanlığını kabul ediyorum. Ama unutma, başkomutan sensin!” “İyi. Eh, artık bunu kınlayabiliriz.” Max dolabı açarak bir kutu çıkardı ve içinden iki sigar aldı. “Tütünümüz tükenmek üzere,” diyerek içini çekti. “Kendi tütünümüzü yetiştirinceye kadar sigar içemeyeceğiz. Ama… yeni liderimizin onuruna birer tane tüttürebiliriz.” Mavi dumanlar yukarıya doğru yükselirken Max kaşlarını çatarak onların arkasından oğluna baktı. “Henry nerede?” Arthur güldü. “Bilmiyorum! Buraya indiğimizden beri onu görmedim. Ama onun kiminle beraber olduğunu sana söyleyebilirim.” Max mırıldandı. “Bunu ben de biliyorum.” “Çocuk eline fırsat geçmişken ondan yararlanıyor.

Birkaç yıl sonra yeni torunlarını şımartmaya başlayacaksın, baba.” “Onlar da ilk üç torunum kadar iyi olacaklarsa o günleri görebilecek kadar yaşamak için dua ederim.” Babayla oğul birbirlerine sevgiyle gülümseyerek dışarıdaki yüzlerce melezin hafifçe duyulan mutlu kahkahalarını dinlediler. Henry Scanlon başını yana eğerek yanındaki kızın susması için elini kaldırdı. “Akarsu sesi duyuyor musun, İrene?” Yanındaki kız başını salladı. “Şu taraftan geliyor.” “Hadi, oraya gidelim. Biz inmeden hemen önce bir nehrin ışıltısını fark ettim. Belki duyduğumuz şırıltı da onundur.” “Pekâlâ, madem istiyorsun. Ama bence gemilere dönmemiz daha doğru dur.” “Nedenmiş o?” Henry şaşkınlıkla İrene’ye baktı. “Kalabalık bir gemide haftalarca yolculuk yaptıktan sonra biraz dolaşmanın hoşuna gideceğini sanırdım.” “Şey… ama tehlikeli olabilir.” “Bu dağlık bölgede değil, İrene.

Venüsün dağlık bölgesi hemen hemen ikinci bir Arz gibi. Burası güzel bir orman. Balta girmemiş bir cangıl değil. Kıyıda olsaydık…” Henry birdenbire bir şeyi hatırlamış gibi durakladı. “Ayrıca korkulacak ne var? Ben yanındayım, öyle değil mi?” Kalçasının üzerindeki Tonite tabancayı okşadı. İrene gülmemek için kendini zor tuttu ve kabara kabara yürüyen delikanlıya cilveyle baktı. “Yanımda olduğunun farkındayım. İşte asıl tehlike de bu.” Henry sesli sesli soluk verdi. “Çok komik! Biliyorsun ki, ben gayet uslu davranıyorum.” Uzaklaştı. Bir süre somurtup düşündü. Sonra da, “Sahi, aklıma geldi,” diye mırıldandı. “Yarın Daphne’nin doğum günü. Ona bir şey hediye edeceğime söz verdim.

” İrene hemen, “Ona zayıflama kemeri ver,” diye söylendi. “Şişko şey!” “Şişko da kim? Daphne mi? Ah, ben aynı fikirde değilim.” Henry bu konuyu dikkatle düşündü. Yanındaki kıza da dalgınca bakıyordu. “Doğrusu ben Daphne’yi ‘balık etli,’ ya da ‘eti budu yerinde,’ diye tanımlarım.” “O şişman!” İrene’nin sesi birdenbire bir ıslığa dönüşmüş ve o güzel yüzü asılmıştı. “Ve gözleri de yeşil.” Başını dikleştirerek hızla yürümesini sürdürdü. Ufak tefek vücudunun pek biçimli olduğunun iyice farkındaydı. Henry adımlarını sıklaştırarak ona yetişti. “Tabii, ben her zaman sıska kızları tercih ederim.” İrene hızla ona doğru döndü. Küçük yumruklarını da sıkmıştı. “Ben sıska değilim! Seni gerizekâlı goril!” “Ama İrene, seni kastettiğimi de nereden çıkardın?” Henry’ nin sesi ciddiydi ama gözlerinde muzipçe bir pırıltı vardı. Kız kulaklarına kadar kızararak döndü.

Alt dudağı titriyordu. Henry’nin gözlerindeki neşeli ışıltı sönüp yerini endişe aldı. Delikanlı kolunu çekine çekine uzatarak kızın omzuna doladı. “Kızgın mısın, İrene?” Genç kızın yüzü ani bir gülümsemeyle aydınlandı. Bu parlak güneşte ışıldayan gümüşümsü saçları kadar göz kamaştırıcıydı. “Hayır.” İki genç göz göze geldiler. Henry bir an durakladı ve sonra duraklayan insanların oyunu kaybettiklerini de öğrendi. Çünkü İrene birdenbire döndü ve güldüğünü belli etmemeye çalışarak delikanlının elinden kurtuldu. Ağaçların arasındaki bir açıklığı işaret ederek, “Bak!” diye bağırdı. “Pir göl!” Ve koşmaya başladı. Henry kaşlarını çatarak hafifçe bir şeyler homurdandı. Sonra da kızın peşinden koştu. Manzara gerçekten yeryüzünü hatırlatıyordu. Çağlayanların birbirini izlediği bir çay ince gövdeli ağaçların arasından geçiyor, sonra genişleyerek sakin bir gölcüğe dönüşüyordu.

Birkaç kilometre genişlikteydi göl. Derin sessizliği sadece ağaçların yukarılarında yuvaları olan saçaklı kertenkelelerin boyun keselerinden yayılan boğuk, davul gibi ses bozuyordu. İki Melez delikanlıyla genç kız el ele tutuşarak gölün kıyısında durdular ve manzaranın güzelliğinin tadını çıkardılar. Sonra yakınlarda bir yerden hafif bir şıkırtı geldi. İrene de Henry’ye sokularak kendisini onun kollarına bıraktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir