Isaac Asimov – Robot #3 Şafağın Robotları

Elijah Baley kendisini bir ağacın gölgesine atarak, böyle olacağını biliyordum zaten, diye homurdandı kendi kendine. Terliyorum işte. Durdu. Doğrularak elinin tersiyle alnındaki terleri sildi. Sonra da elinin üzerine bulaşan sıvıya aksi aksi baktı. Terlemekten nefret ediyorum! Bunu belirli bir kimseye söylememiş, kozmik bir yasa gibi açıklamıştı. Baley bir şeyi hem gerekli ve hem de hoş olmayan bir duruma soktuğu için yine Kainata kızdı. İnsan Kentte hiç terlemezdi. Tabii bunu istediği zaman durum değişirdi. Kentte ısı ve nem oranı her zaman kontrol altında tutulurdu. İnsan vücudu ısı üretiminin ısı kaybından daha yüksek olmasına yol açacak bir biçimde çalıştırılmazdı hiçbir zaman. İşte bu uygarca bir şeydi. Baley tarlalara doğru baktı. Oradaki erkekli, kadınlı küçük grup Baley’nin yönetiminde sayılırlardı. Çoğu yaşlan yirmiye yaklaşmış delikanlılardı, ama aralarında Baley gibi orta yaşlı olanlar da vardı.


Beceriksizce yeri çapalıyor, bazı işleri başarmaya çalışıyorlardı. Bu insanlar inatla çabalarlarken, sırf bu işleri yapmaları için yaratılmış olan robotlar bir kenarda bekliyorlardı. Onlara böyle davranmaları emredilmiş olmasaydı bu görevleri daha ustalıkla yerine getireceklerdi. Gökyüzünde bulutlar vardı ve güneş tam o sırada bulutlardan birinin arkasında kaybolmak üzereydi. Baley kararsızca gökyüzüne baktı. Bu bir bakıma güneşin kendisini fazla ısıtan ışınlarından ve fazla terlemekten kurtulacağı anlamına geliyordu. Ama diğer taraftan da yağmur yağacağını mı gösteriyordu? İşte Dışarının kötü yanlarından biri de buydu. İnsan her zaman birbirinden kötü olasılıklarla karşılaşıyordu. Oldukça küçük sayılabilecek bir bulutun güneşi tümüyle örtmesi. Arzı bir ufuktan diğerine karanlıklaştırması, buna karşılık gökyüzünün hemen her tarafının masmavi kalması Baley’i her zaman şaşırtıyordu. Detektif ağaç yapraklarının oluşturduğu şemsiyenin altında durdu. Bu ağaç bir tür ilkel duvar ve tavan sayılabilirdi. Sağlam gövdeye dokunmak bile insanı rahatlatıyordu. Baley tekrar gruba bakarak çalışan insanları inceledi. Onlar haftada bir gün, ha va nasıl olursa olsun, dışarı çıkıyorlardı.

Gönüllüler de onlara katılıyorlardı. Bu işe birkaç cesur insanlar başlamışlardı ama sayıları giderek artıyordu. Kent hükümeti bu çabaya doğrudan katılmamakla birlikte, onları engellemeyecek kadar da anlayışlı davranıyordu. Baley’nin sağında, akşam güneşinin durumundan da anlaşılacağı gibi doğuda, ufukta Kentin küt parmaklara benzeyen dizi dizi kubbeleri yükseliyordu Bu kubbeler hayatı yaşamaya değer kılan her şeyi koruyorlardı. Baley Kente bakarken küçücük, nokta gibi bir şeyin hareket ettiğini gördü. Bu noktacık ayrıntıları ayırt edilemeyecek kadar uzaktaydı. Baley onun hareket biçiminden ve açıklanamayacak bazı ince özellikler yüzünden gelenin bir robot olduğunu anladı. Buna da şaşmadı. Kentlerin dışında Arzın yüzeyi robotların malıydı âdeta. Kendisi gibi yıldızları düşleyen şu birkaç kişi dışında tabii. Baley tekrar yeri çapalayan yıldız düşçülerine döndü. Bakışları bir insandan diğerine kaydı. Her birini tanıyor ve adlarını biliyordu. Hepsi de çalışıyor, hepsi de Dışarıya katlanmasını öğreniyorlardı. Ve… Baley’nin kaşları çatıldı, alçak sesle.

“Bentley nerede?” diye mırıldandı. Bir ses arkasından soluk soluğa ama coşkunlukla, “Buradayım,” diye cevap verdi. Baley hızla döndü. “Böyle yapma, Ben!” “Ne yapmayayım?” “Bana böyle usulca sokulma. Zaten Dışarıda dengemi kaybetmemek için çabalayıp duruyorum. Bir de karşılaşacağım sürprizleri düşünerek endişelenemem “Seni şaşırtmaya çalışmıyordum ki. Ama insan otların üzerinde yürürken fazla gürültü çıkmıyor. Bu insanın elinde olan bir şey değil… Artık içeri girmen doğru olmaz mı, baba? İki saatten beri Dışarıdasın Bence bu yeterli.” “Neden? Ben kırk beş yaşında bir adam, sen de on dokuzunda tüysüz bir delikanlı olduğun için mi? Yaşlılıktan eli ayağı tutmayan babanı koruman gerektiğini mi düşünüyorsun?” Ben, “Evet. öyle sanırım,” dedi. “Ayrıca dedektifçe bir başarı gösterdin ve işin içyüzünü anlayıverdin.” Ben neşeyle güldü. Yüzü yuvarlak, gözleri pırıl pırıldı. Baley, Jessie’ye çok benziyor, diye düşündü. Annesine çekmiş.

Bentley’in yüzü Baley’ninki gibi ne uzun, ne de ciddi ifadeliydi. Ama kafası tıpkı babasınınki gibi çalışıyordu. Bazen öyle ciddi bir tavıı takınıyordu ki, bu halini gören en kuşkucu İnsan bile Ben’in Baley’nin oğlu olduğundan şüphe edemezdi. Baley. “Durumum çok iyi,” dedi. “Orası öyle, baba. En iyimiz sensin. Oysa…” “Oysa ne?” “Oysa yaşın bir hayli ileri… Ve ben bu hareketi senin başlattığını da unutmuş değilim. Yine de… senin ağacın altına sığındığını gördüm ve… ‘Belki bizim ihtiyara bu kadarı yetti,’ diye düşündüm.” Baley, “İhtiyar kimmiş sana şimdi gösteririm!” diye bağırdı. Kent tarafında gördüğü robot şimdi iyice farkedilecek kadar yaklaşmıştı. Baley bunu önemsemedi. Oğluna, “Güneş fazla parlakken arada sırada bir ağaçın gölgesine sığınmak akıllıca bir şey olur,” dedi. “Dışarının yalnızca kötü yanlarına dayanmayı değil, iyi taraflarından yararlanmayı da öğrenmeliyiz… İşte, güneş de bulutun arkasından çıkıyor.” “Evet, öyle.

Pekâlâ, artık içeri girmek istemiyor musun?” “Daha dayanabilirim. Haftada bir gün öğleden sonra izinliyim. O saatleri de burada geçiriyorum. Bu benim hakkım. 7 S. derecesinin sağladığı bir hak.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir